OVERLAPPİNG STORMS- 11

 11: Aramızdaki Bağ

"Hnnngh..." Angin esnerken, gerinmek için kollarını kaldırmayı denedi—ve başarısız oldu.

Nefesleri hızlandı, gözleri hızla açıldı ve korkuyla çevresine baktı. "Eeeeh???"

İyi haber: evdeydi, yani kimse karşılığında fidye istemek için onu kaçırmamıştı.

Kötü değil ama, tuhaf haber: Beliung tarafından sıkıca sarmalanmıştı. Hareket etmek istese bile, bir milim olsun kıpırdayamıyordu. Beliung'un tutuşu mengene gibi sıkıydı.

Biraz daha uyumayı düşünerek, gözlerini kapattı ama... Bir türlü rahat edemiyordu. Beliung niye onu kendi yatağına yatırmamıştı ki? Uf...

Angin rahatsızca kıpırdanarak, Beliung'a sırtını dönerken -çünkü öbür türlü onun nefesi yüzüne gelip duruyordu, kısaca rahatsız edici bir durum- homurdandı. Huysuz inatçı keçi ihtiyar işte... Neyse ki kıyafetlerimi değiştirecek kadar düşünceli.

Bekleyin.

Kıyafetlerini o mu değiştirdi????

Yani, olabilirdi elbette. Ama neden?

Angin kendi kendine, alçak sesle söylenirken, Beliung'un kollarının arasından yavaş yavaş sıyrılmayı denedi. Milim milim sıyrıldı... Biraz vakit alsa da, sonunda kurtulmuştu.

Mutlu bir iç çekti ve ayağa kalkıp özgürce gerindi. Her şeyi hatırlamadan önce, birkaç dakika düşündü. Zihninin hiç olmadığı kadar berrak ve temiz olduğunu hissediyordu. Acaba Beliung beynini falan mı yıkamıştı?

"Ah, doğru, bunun anlamı başka bir şeydi..." Angin kıkırdadı banyoda elini yüzünü yıkamak, daha sonra da Voltra'yla ortak odalarında, muhtemelen hala uyumakta olan Halilintar'ı uyandırmaya gitmek üzere elini kapı koluna uzattı.

Fakat eli havada kaldı.

Olaylar bir anda zihnine hücum etti; Halilintar'la eğitimleri, Beliung'un gizemli tavırları, sonra Anemóth, serbest dövüş sırasında enerjisinin bitmesi... Ve Halilintar'ın kendisine attığı acı ve dehşet dolu bakış...

Halilintar.

Yaralandı.

Rüzgar çok sert esiyor, Beliung'un haykırışını duyuyor. Ağabeyinin parmaklarını, saçlarına doladığını, kendisini yere vurduğunu hissediyor. Tuhaf bir şekilde zihnindeki sis dağılıyor...

Peki sonra ne oldu?!

Angin resmen tekrar yaşadığı anılardan uyanırken, öfkesinin alevlendiğini hissedebiliyordu.

Halilintar'ı kim YARALAMIŞTI?! Yoksa Beliung... Hayır hayır, o olamazdı değil mi? Eğer Angin'in ona olan bağlılığını biraz olsun farkındaysa, yapmazdı, hayır.

Öyleyse kim—

"Eergh..." Angin dünkü baş ağrısının aynısın tekrar başını vurduğunu hissederek, dizlerinin üstüne çöktü. Parmaklarını saçlarının arasından geçirmiş, yüzünde derin bir acı anlatımı belirmişti.

Fakat aniden...

"Angin..."

"Ha?" Angin şaşkınlıkla durdu. Baş ağrısını bir anlığına unutarak, doğruldu ve arkasına, sesin sahibine döndü. "A-abang?"

Beliung hala uyuyormuş gibi görünüyordu. Yüzünün yarısı yastığa gömülüydü, kollarından birini her zaman yaptığı gibi, yastığın altına sokmuştu. Üstüne örttüğü ince, buz mavisi örtü, biraz kaymış ve bacaklarını açıkta bırakmıştı (neden bu kadar detaya girdiğimi sorgulamayın). Görünüşte normal olsa da, diğer elinin buz mavisi örtüyü sıkıca kavramasa, dişlerinin sıkılı olması ve kaşlarını çatması, bir sorun olduğuna işaretti.

"Ah." Angin'in nefesi kesilirken, elleriyle ağzını kapattı—yoksa çığlık atacaktı. Ne yapmalıydı? Ağabeylerini mi çağırmalıydı, yoksa Beliung bundan hoşnut olmaz mıydı? Olmazdı değil mi? Öyleyse ne yapacaktı? Biri yardım etsin

"Sa-sa-sakin ol-olmalıyım." diye kekeledi, panikten dişlerinin takırdamaya başladığını fark etmemişti. Beliung'un şuan ona ihtiyacı vardı, öyle olmalıydı. Devamlı, yarı sayıklar biçimde ona sesleniyordu.

Tereddüt içerisinde yaklaştı ve elini Beliung'un sıkıca yumruk yaptığı elinin üstüne koydu. "Abang..." -sesi beklediğinden daha yumuşak ve şefkatli çıkmıştı.- "Ben buradayım."

Beliung hızlı bir refleksle, fakat nazik davranarak elini tuttu. Tutuşu bir yakalayıştan çok, bir can simidine tutunmaya benziyordu.

Angin irkildi, fakat geri çekilemedi. Kararsızlık içerisinde alt dudağını ısırdı. Şimdi ne yapmalıydı?

"A-Angin... Gi-gitme, gitme..." diye fısıldadı Beliung, son kısımda sesi iyice zayıflamıştı.

Tereddüde yer yoktu.

Angin Beliung'un daha sonra kendisini azarlamaması için dua ederek, küçük kollarını yavaşça ağabeyine doladı. Varlığını, düzensiz, kesik kesik nefesler alan ağabeyine olabildiğince hissettirmeye çalışıyordu.

"A-Abang... Sakin ol, lütfen... Be-beni korkutuyorsun... Ne yapacağımı bilmiyorum..."

Beliung'un kollarının kendisini sardığını hissedince, gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Ağabeyinin bu kadar sahiplenici bir şekilde sarılmasını beklemiyordu. "Uhm... Abang?"

Sessizlik.

"Aah..." Angin tereddüt içerisinde başını kaldırdı, ağabeyi neden birdenbire böylesine suskunlaşmıştı—

Beliung'la göz göze gelince, neredeyse çığlık atacaktı. Bereket versin, ağabeyinin bakışları bağırmaması için onu uyarıyordu—ama aynı zamanda gözleri kızarmıştı ve şişti. "A-abang, se-sen uyanık mıydın??"

Çok utanç verici ve biraz da... aşağılayıcı mı?

"Yatağımdan hemen kalk." diye karşılık verdi Beliung öfkeyle tıslayarak. Ses tonu öylesine sertti ki, Angin yataktan kalkmak için acele ederken neredeyse yere yapışıyordu.

Beliung başka bir şey söylemeden doğruldu ve ellerini arkasında kavuşturmuş, kendisini izleyen Angin'i görmezden gelerek yatağını toparladı. Odadan çıkmadan önce Angin'e göz ucuyla baktı ve hiçbir şey söylemeden kapının üzerindeki anahtarı çevirdi.

O çıkarken, Angin, yüzünde gerçek bir şaşkınlık anlatımıyla, kendi kendine fısıldadı. "Ağlıyordu... Bu yüzden sessizdi..."

...

"Günaydın..."

"Hm?" Rimba başını çevirdi ve mutfak kapısına baktı. Angin'i görünce, yüzüne canlı bir gülümseme yerleşti. "Ah, günaydın Ngi¹. Ne oldu?"

Angin akşamdan kalmış hissediyordu, bu yüzden bitkince kapı eşiğine çöküp, bahçesini sulamakta olan ağabeyini izlemeye koyuldu. "Abang Voltra." Ses tonu şaşkındı. "Onu odasında, salonda veya başka bir yerde bulamadım. Nerede?"

"Ah, şey... Crystal'in söylediğine göre, Halilintar'ı hastaneye götürmeye gitmişler. Hala hastanede olmalı." dedi Rimba tereddütlü bir biçimde ve hiçbir şey söylemeden bitkileri sulamaya devam etti.

Angin sessizce onu izlemeye devam etti.

Onun bakışlarının gayet farkında olan Rimba, başını kaldırdı ve gülümsedi. "Bahçeyi sulamama yardım etmek ister misin?"

"Tabii." Angin kendi kendine mırıldandı ve ağabeyinin uzattığı  sulama kabını alıp, kabı doldurmaya gitti.

Büyük bahçeyi sulamayı bitirdiklerinde, ikisi de bitkin düşmüştü.

Birlikte mutfağa girerken, Rimba gülümseyerek, "Teşekkür ederim." dedi. "Yardımın olmasa herhalde bu kadar kısa sürede bitmezdi."

"Bir şey değil..." dedi Angin, ses tonu boş, duygusuzdu. Her zamanki neşeli hali, bir anda delik bir balon gibi sönmüştü.

Bu sırada ona ve kendisine bir kupa kahve hazırlayan Rimba, onun sesindeki bu değişikliği fark ederek, endişeyle ona döndü. "Neyin var Angin? Bir sorunun varsa bana söyleyebilirsin."

Mutfak sandalyelerinden birine oturmuş, sessizce ağlarken bakışlarını kucağına koyduğu ellerine dikmiş olan Angin, başını kaldırdı ve bir şey demeden Rimba'ya baktı.

Rimba şaşkınlıktan neredeyse elindeki kahve dolu bardağı düşürecekti. "Ah, neden ağlıyorsun?"

Fakat başka bir şey söyleyemeden, Angin kollarına atılmıştı bile.

"Ov ov ov, dikkat, dikkat." Rimba ikinci kez dökülme tehlikesi geçiren kahveleri tezgahın üzerine bırakırken, yüzünde salt bir endişe belirmişti. Angin'in hıçkırıklarla sarsılan omuzlarını okşarken, olabildiğince sakin kalmaya çalıştı. "Ne oldu?"

"Abang Hali'yi kaybetmek istemiyorum!"

"Ngi... Ağlama." Rimba yumuşakça gülümseyerek, geri çekildi ve ellerini Angin'in omzuna koydu. Yeşil gözleri kararlılıkla parladığı halde, ona bakışı hala çok yumuşaktı. "Hali iyi olacak, güven bana. Hala yoğun bakımda ama durumu stabil. Voltra'dan duydum bunu."

Fakat Angin'i sakinleştirebilecek hiçbir söz yoktu.

"Onu görmek istiyorum." diye hıçkırdı, ağabeyine tekrar sarılırken. Fazla duygusal olduğunu düşünebilirsin okuyucu, fakat Halilintar Angin için her şeydi; bir ağabey, bir oyun arkadaşı ve gerçek bir suç ortağı (lütfen Crystal'e söylemeyin).

"Şuan gidemeyiz, henüz kimse uyanmadı." dedi Rimba, kaygılanmaya başlamıştı. Ya Angin'i sakinleştiremezse...?

Ah, Beliung neredeydi? Bu adamın, tam ona ihtiyaç duyulduğunda ortadan kaybolmak gibi bir huyu falan mı vardı?

Tam bu sırada, yüzünde parlak bir gülümseme belirdi. Aklına bir fikir gelmişti. "Ah, buldum! Angin, Voltra'yı aramaya ne dersin?"

"Olur..." Angin başını salladı, burnunu çekti ve ağabeyine iyice sokulurken, aramanın açılmasını bekledi.

Bir. İki. Ve üç. Voltra üçüncü aramada her zaman açardı. Şimdi de olduğu gibi.

"Rimba?" Ekranda Voltra'nın görüntüsü belirdi. Daha doğrusu sadece yüzünün yarısı. Gözlerinden anlaşıldığı kadarıyla epey şaşkındı.

"Assalamualaikum Voltra, n'aber?"

"Waalaikumussalam... Bir haber yok." dedi Voltra kısaca, telefonunu bir yere yaslamış, anlaşıldığı kadarıyla bir tabak Ramen'e gömülmüştü. Yemeye ara verip, hafifçe kızararak kameraya baktı. "Şey, yemek yiyorum ama... Mümkünse sonra konuşalım."

"Ah, benim için mümkün tabii ama—"

Angin Rimba'nın daha fazla konuşmasına izin vermeden, telefonu elinden aldı ve ağlamaya hazır, titrek bir sesle, "Abang?..." diye fısıldadı.

"Angin? Ne oldu? Neden—"

"Abang..." Angin tekrar hıçkırmaya başlarken, zar zor konuşabiliyordu. "Hali... Halilintar'ı görmek istiyorum..."

"Angin, -Beliung nerede Rim???- hey, sakin ol kardeşim. Halilintar'ı şuan göremezsin, ben de göremiyorum. Rimba söylemedi mi? Yoğun bakımda ve henüz uyanmadı." dedi Voltra, ses tonu sakin olsa da, endişeli olduğu yüz ifadesinden belli oluyordu. "Hem bak, ben de şuan restorandayım. Geçen sabah ettiğim kahvaltıdan başka bir şey yemedim, çok açım."

"..." Angin cevap veremedi, yüzünü Rimba'nın göğsüne gömmüş, tekrar ağlamaya başlamıştı.

"Rim, Angin'in neyi var?"

"Bilmiyorum. Şimdi kapatmalıyım Voltra, onunla ilgilenmeliyim." dedi Rimba alelacele ve Voltra'nın tepki vermesine fırsat vermeden, aramayı sonlandırdı.

...

"A—" Voltra şaşkınlıkla telefonuna baktı. Arama sonlandırılmıştı.

Arkasına yaslandı ve dudaklarını yalarken, mutlu bir iç çekti. Şimdilik endişelenmek yerine karnını doyurmalıydı. Zaten endişelenecek çok fazla şeyi vardı, Angin'i de buna eklememeliydi. Bu kadar uzaktan ona hiçbir faydası dokunmayacaktı.

Hem onun Beliung'u vardı, değil mi?

...

Diğer taraftan, Rimba bir türlü Angin'i sakinleştirememişti.

"Angin, beni dinler misin—" diye başlıyor, fakat devamını getiremiyordu. Panikten elleri titremeye, gözleri kararmaya, nefesi düzensizleşmeye başlamıştı.

Tam bu sırada biri Angin'i kollarından çekti.

Başını tutmuş, tamamen pes etmiş durumdaki Rimba, şaşkınlıkla başını kaldırdı ve Beliung'la göz göze geldi.

Beliung, 'merak etme, o iş bende' der gibi, ona baş parmağını kaldırdı. Yüzü her zamanki gibi ifadesiz de olsa da, endişeden kaşları çatılmıştı.

"Abang..."

"Tamam, sakinleş artık." Beliung çocuğu kendisinden uzaklaştırırken, ciddi kalmaya çalıştı fakat yüreğinin sızlamasını engelleyemedi. "Neden ağlıyorsun?"

"Abang Hali..." dedi Angin, hala hıçkırırken.

"Otur." Beliung Angin'i mutfak sandalyelerinden birine oturttu. Tezgahın üzerinde duran boş bardaklardan birine, buzdolabındaki şişeden soğuk su doldurdu ve Angin'e uzattı. "İç şunu. Ve dua et, Crystal evde değil." (not: yoksa soğuk su içmesine izin vermezdi.)

Rimba şaşkınlık içerisinde, Beliung'un kayıtsızca bir dizinin üzerine çökmesini ve Angin'in suyunu bitirmesi için beklemesini izledi. Öylesine sakin ve rahattı ki, sadece Beliung'a bakan biri, Angin'in ağladığını düşünmezdi.

Eskiden eğitim sırasında Angin'in sıklıkla ağladığını, bu yüzden Beliung'un artık alıştığını bilemezdi tabii.

Angin bardağı masanın üstüne bırakırken, onun duygusallığı karşısında bıkkın bir iç çekmekten kendini alamayan Beliung'a atıldı.

Beliung eliyle yüzünü kapattı ve başını iki yana salladı, fakat bir koluyla çocuğu tutmasına bakılırsa, durumdan rahatsız değildi.

Ayrıca -Rimba tarafından onaylanmış bilgi- saçlarını okşadı ve sırtını ovuşturdu.

Angin'in hıçkırıkları gittikçe azaldı, sonunda dindi. Hala Beliung'un dizine oturduğu halde, ara sıra burnunu çekiyor, ağabeyinden ayrılmıyordu.

"Halilintar uyanınca Voltra bize haber verecek." dedi Beliung sakince, kardeşine bakmadan. "Şimdi kahvaltı hazırlayalım. Eminim acıkmışsındır."

"Sonra?..."

"Bakarız."

(Nefret ettiğimiz o cevap)

...

Çok fazla beklemelerine gerek kalmadı.

Öğleden sonra, saat 14 civarlarında, Voltra aradı: Halilintar yoğun bakımdan çıkmıştı ve kısa bir süre öncesinde de, parmakları hafifçe hareket etmişti (y.n: bilirsiniz ya işte, dramatik olması için).

Bunu duyan Angin, Beliung'u canından bezdirmek istercesine, ne zaman gideceklerini sorup durdu.

Beliung bu baskıya elbette katlanamadı. Birkaç başarısız sabretme girişiminden sonra, "Angin, YETER!" diye bağırdı -üst kattaki Blizzard bile onu duymuştu- ve ona hazırlanmasını söyledi. Diğerlerini beklemeden gideceklerdi.

"Abang, ne kadar yolumuz kaldı?"

Beliung telefonundan başını kaldırdı ve seke seke yürüyen çocuğa göz ucuyla baktı. "300 metre. Rica ederim."

"Bazen çok komik oluyorsun Abang." diye kıkırdadı Angin ve bir an olsun tereddüt etmeden, Beliung'u bileğinden tutarak çekti. "Hadi abang, bizi bekliyorlar!"

"Koşmak zorunda değildik..." diye homurdandı Beliung, fakat ona ayak uydurmaktan başka bir çaresi yoktu.

Hastanenin danışmasında oturan genç kadın, gülümseyerek onları karşıladı. "Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"

Beliung, Angin'in heyecanla zıplayıp durmasına aldırmadan, ciddiyet ve sükunet içerisinde, "Halilintar'ın kardeşiyiz, onu görmeye geldik. Oda numarasını öğrenebilir miyiz?" diye sordu. "Halilintar von Gur'latan."

"Tabii, hemen." Kadın kayıtlarda ismi aradıktan sonra, gülümseyerek tekrar onlara döndü. "1. kat, 111. oda."

"Teşekkürler." dedi Beliung hafif ve ciddi bir reveransla ve Angin'in elini tutarak, merdivenlere yöneldi.

Hemen bir üstlerindeki kata kısa sürede ulaştılar ve 111. odayı bulup, içeri girdiler.

İşe bakın ki, doktor da odadaydı. Kadın gelenlere kısa bir bakış attıktan sonra, konuşmaya devam etti. "Halilintar'ın durumu stabil. Kurşun beklediğimizden daha derine saplanmıştı ve kalbiyle ciğerlerine çok yakındı. Neyse ki çıkarabildik. Eğer çok kan kaybetmemiş olsaydı, eve bugün dönebilirdi."

Voltra hafifçe başını sallayarak, ciddiyetle dinlerken; arkasına yaslanmış, hafif uzanır pozisyondaki Halilintar, ilgilenmiyor gibi görünüyordu.

Angin, onun sağ kolundaki serumu fark etti; muhtemelen kolunu hareket ettiremediği için biraz öfkeliydi.

"Seni birkaç gün daha gözetimimiz altında tuttuktan sonra, eve geri göndereceğiz, merak etme genç adam." dedi doktor, hafifçe gülümseyerek. Halilintar'ın suratının iyice asıldığını fark edince, kıkırdadı ve kapıya yöneldi. "Şimdilik bu kadar. İyi beslendiğinden ve bol su içtiğinden emin olun efendim. Buna ihtiyacı var."

"Teşekkürler hanımefendi." Voltra hafifçe başını eğerek kadına teşekkür etti ve doktor odadan çıkarken, kardeşlerine yönelebildi. "Angin—"

"Assalamualaikum." dedi Beliung bıkkın bir ifadeyle kenarda bir yerde bulduğu koltuğa çökerken. Angin'se, onun aksine hızla Halilintar'a koşmuştu.

"Walaikumussalam... Oi, Angin, yavaş!" Voltra onu durdurmayı bile düşünemeden, Angin Halilintar'a sıkıca sarılmıştı bile.

"Aduh aduh aduh, Angiiin!" Halilintar kıkırdıyor olsa da, başarısız olan Angin'i uzaklaştırma çabaları ortadaydı. Angin biraz korkuya kapılarak geri çekilirken, Halilintar elini göğsüne koyarak bekledi. Yine de hafifçe gülümsüyordu. "A-haha... Ben de seni özledim Angin."

"Angin, Halilintar'ı incitme. Ameliyattan yeni çıktı." diye azarladı Beliung onu, fakat Halilintar Angin'in saçlarını karıştırırken, başını iki yana salladı. "Ziyanı yok, ben iyiyim Abang Beliung."

İki kardeş her şey ve hiçbir şey hakkında gevezelik ederken, Voltra Beliung'a yaşananları kısaca özetliyordu.

Neden sonra, göz ucuyla Beliung'a baktığında, kardeşinin kendisine odaklı olmadığını fark etti. Kardeşi dirseklerini dizlerine dayamış, çenesini avucuna yaslamış, bakışları Angin'e sabitliydi. Nedense yüzü çok yorgun, çok... Mutsuz görünüyordu.

"Hey, Bel."

Beliung irkildi ve Voltra'ya döndü. Şaşırmış ve biraz telaşlanmıştı. Sanki gizlice şeker çalan ama suç üstü yakalanan masum bir çocuğa benziyordu şimdi. "E-efendim?"

"İyi misin?" diye sordu Voltra, elini kardeşinin omzuna koyarak.

"Evet, elbette." dedi Beliung hızlıca, başını sallayarak. Çok hızlı, neredeyse doğal olmayan bir ses. Gergindi, çok gergindi.

"Olanlar senin suçun değildi." dedi Voltra, kardeşinin düşündüğü şeyi tahmin ederek ve bu Beliung'un bir kez daha şiddetle irkilmesine neden oldu.

"Bunu düşündüğünü biliyorum." diye devam etti kardeşi, onun lacivert saçlarını karıştırmak için elini kaldırdı fakat Beliung eline vurdu. "Kendini suçlama, Angin'i korumak istediğini biliyordum—"

"Kapa çeneni." diye homurdandı Beliung, kollarını kavuşturdu ve gözlerini devirdi. "Bana çocukmuşum gibi davranmayı bırak Voltra. Bu gurur kırıcı."

Voltra bu sefer onu engelleyerek, saçlarını karıştırırken, kıkırdadı. "Gururun mu inciniyor? Böylesine gururlu olduğunu bilmiyordum Bel."

"Bunun sa-sadece gururla i-ilgisi olduğunu mu sanıyorsun?" diye çıkıştı Beliung kekeleyerek, ses tonu telaşlı, hatta bir parça... kederliydi. Zaten bir daha da konuşmadı.

Halilintar ve Angin hala konuşuyorlardı. Ağabeylerindeki değişikliğin farkında değillerdi.

Yaşanan çok şey vardı ve yaşanacak da öylesine çok şey var ki, bu bölümlük size söyleyeceklerimizi bitirmek zorundayız.

Devam Edecek...

¹: Küçükken Angin'e yanlışlıkla Ngi denmesinin sonucu bu bir lakap olarak kalmıştır.

Öhöm, evet. Overlapping Storms- Sezon 2 üzerinde çalışmaya başladım. Yani kafa yoruyorum sadece diyelim. Lütfen blogumu hacklemeyin.

Ah, ve Dergi Mudita'nın 17. sayısı yayında! Göz atmak isterseniz dergimudita.com adresine bakmanız yeterli. Bir Efsane: Eskişehir'in Lületaşı adlı hikaye bana ait.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES