A MOODY GUY
Aslında bunu bitirmek üzereydim ama sonra blog silindi XD. Neyse, bu sıradan ergen saçmalıklarını okuyun. Gerçek hayattan alındı XD.
A Moody Guy:
Güzel bir sabahtı... Güneşin sıcak ışınları odayı doldurmasa da— çünkü oda batıya bakıyordu ve hava kapalıydı- yağmur damlalarının pencereye çarparken çıkardığı sesler, bunu telafi ediyordu.
Odada üç kişi yatmaktaydı; Halilintar, Taufan ve Gempa.
Halilintar neredeyse ölü gibi, hareketsizce uyuyordu. Taufan iki saniye aynı pozisyonda görülemeyecek kadar hareketleydi. Gempa ise iki uçta olan ikizlerinin aksine, sıradan bir insan gibi uyuyordu.
Saat dokuz civarında, Gempa kalktı ve yatağını topladı (bilmeyenler için not: o çok düzenli bir erkek). Sonra da aşağı indi.
Halilintar da kısa süre içinde uyandı, ancak tatil olduğu için ve zaten oruçlu olduğu için -ikincisi bir sebep sayılmamalı- yatağından kalkmak için çok tembel hissetti.
Onun üstündeki yatakta uyuyan Taufan... Alışılmadık derecede huzursuzdu. Uyuduğu halde kaşları hafifçe çatıktı.
Halilintar onun bu halinden habersiz bir şekilde, telefonunda dolaşıyordu. Açıkçası tatilde yatağından kalkıp bir yere gitmek gibi bir niyeti yoktu— kardeşleri onu bırakırsa tabii.
Yaklaşık yarım saat sonra, yandaki odanın kapısı açıldı ve Blaze kapıda gözüktü.
Küçük bir geçmiş:
Kardeşlerinin aksine son derece sıcak bir vücuda sahip olduğu için -çünkü o ateş elementi- uzun kollu ceket veya gömlek giymekten nefret ederdi. Eh, tabii bu yüzden havalar soğuk olduğunda sık sık hastalanırdı- bugün de olduğu gibi.
"Achoo (hapşırık)! Aah, hasta olmaktan nefret ediyorum."
Blaze banyodan çıkarken yüksek sesle sızlandı. Ateşli Blaze, hasta olduğunda gerçekten acınacak hale gelirdi. Burnu kızarırdı, hapşırırdı, sürekli üşürdü, öksürürdü ve en zayıf günlerini yaşardı. Zaten üzerinde Ais'ın polar ceketiyle dolaşma nedeni de buydu.
"İnan bana, umurumda değilsin. Tamamen kendi hatan."
Sonunda kalkan Halilintar, ilgisiz gözlerle -T_T- ona bakarken, gerçekten umursamaz gözüküyordu.
"Hey! Ben sıcaklıyorum tamam mı— achoo! Gerçekten, soğuğu hissedemiyorum— achoo!"
"Evet, tabii... İki lafının arasında hapşırırken bunu söylüyorsun..."
Halilintar gözlerini devirdi ve merdivenlerden aşağı inerek gözden kayboldu.
"Hmph!"
Blaze Ori'nin odasına girerken homurdandı. Halilintar havalıydı ama havasını söndürecek hareketler yapıp duruyordu. Sinir bozucu şey!
Hey hey, eminim okuyucu Blaze'in neden Ori's room'a -oh, bu ismi beğendim- gittiğini merak ediyordur.
Blaze ranzaya tırmandı ve hala uyumakta olan Taufan'a uzanıp omzunu dürttü ve...
Taufan'dan beklenmedik bir tepki aldı— ikinci yediz homurdanmakla inlemek arası bir ses çıkardı ve dönüp uyumaya kaldığı yerden devam etti.
Blaze şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Taufan'ı yakından tanıyan biri olarak, uyanma saatlerini ve uyandığında nasıl tepki vereceğini iyi biliyordu. Uyandığında coşkulu Blaze'i gülerek dinliyordu, asla uyanmamazlık etmiyordu. Şimdiyse...
Cesaret etti ve bir kez daha Taufan'ın omzuna dokundu. Ama bu sefer—
"Ne var Blaze?!"
Taufan beklenmedik bir şekilde sinirlendi ve hızla doğruldu— sakince değil.
Blaze Taufan'ın öfkeden kısılmış koyu mavi gözlerine -oh hayır, sol gözü beyazdı- bakarken, şoka uğramıştı.
"Şey... Her zamanki gibi? Seni uyandırmaya geldim. Yanlış mı? Yani sen hep—"
"Evet yanlış! Bir kere bile beni düşünmez misin Blaze?! Ben, ben uyumak istiyorum! Ama sen, sen her sabah... Aaagh!"
Taufan eliyle başını tutarken, öfkeyle bağırdı.
"Ben... Bilmiyordum. Bunu sevdiğini düşünüyordum, çünkü... Asla bunu istemediğinden bahsetmedin, biliyorsun..."
Blaze suçluluk duygusuyla yüzünü buruşturdu. Gerçekten şaşırmış ve bunca zamandır rahatsız ediyor olma düşüncesiyle üzülmüştü. Şu zamana kadar kardeşinin bundan rahatsız olduğunu hiç düşünmemişti.
"Eegh, çekil!"
Taufan Blaze'i kenara ittirdi ve ranzadan aşağı atladı. Blaze'i kafası karışmış bir şekilde odada bırakarak, odadan çıktı.
Taufan banyoda yüzünü yıkarken, bir gözünün beyaz bir ışıkla parladığını fark etti.
"Hhh... Hiçbir şey yolunda değil zaten. Bir Beliung'umuz eksikti."
Eh, en azından saçlarının neden koyu mavi vurgulu olduğunu öğrenmişti.
"Birileri bugün yatağından ters kalkmış."
Gempa mutfağa giren Taufan'a sempati dolu bir gülümseme verirken, konuştu.
"İyi gözükmüyorsun Taufan."
"İyi olduğumu söylemedim zaten."
Taufan kardeşini tersledi ve sandalyelerden birine çöktü.
"Hey, bunu her sabah neşeyle dolu olan senin söylemesi çok ciddi bir şey."
Halilintar ciddiyetle, ısrarla yüzünü saklayan kardeşine baktı. Bir tuhaflık sezmişti ama her ne ise, onun için bile belirsizliğini koruyordu.
"Cidden Taufan, sorun ne? Blaze'e bağırdığını hepimiz duyduk. Ki Blaze'in en sevdiğin kişilerden biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve ayrıca, yarı Beliung formundasın. Sonra—"
"Aaagh, yeterli!"
Taufan aniden elini masaya vururken, öfkeyle bağırdı ve bu, Halilintar'ın hoşnutsuzlukla dilini şaklatmasına neden oldu.
Kavga havasını hisseden Gempa, yaklaştı ve Halilintar'ın omzuna dokundu.
"Hali... Biraz alttan alsan diyorum..."
Halilintar başını salladı ama bakışları Taufan'dan bir an olsun ayrılmıyordu.
Bir süre öncesine kadar bu bakışlardan korkan Taufan, artık korkmadığını söyler gibi, meydan okurcasına onun kızıl gözlerine bakmaya devam etti. Bakışları küstahlıkla doluydu— en azından Halilintar'a göre öyleydi.
Gempa'ysa, mutfağın alışveriş listesini çıkarırken, endişeyle kaşlarını çatmıştı. Taufan'ı bir süredir böylesine hırçın hale getiren şey neydi? Halilintar'ın otoritesine -ehh- karşı gelebilecek, ona meydan okuyabilecek kadar hırçınlaştıracak bir şey...
"Ablam nerede?"
"Ne?"
Gempa şaşkın Halilintar'a baktı. Yani... Ablam diye kimden—oh.
"Iman... Ah, markette... Benden alışveriş listesi bekliyor."
"İyi..."
"Ve Taufan..."
Gempa tereddütle suratı asık olan kardeşine baktı (hey, hala çok tatlı gözüküyordu ama buju kesinlikle söylemedi. Kardeşi onu öldürürdü).
"Biraz daha uyuyabilirsin. Bugün bir işimiz yok, biliyorsun..."
"İstemiyorum."
Taufan soğukça reddetti ve ayağa kalktı.
Halilintar da aynı anda ayağa kalktı ve kardeşini bileğinden tutarak oturttu.
"Otur. Bu halinle ancak diğerlerine sorun çıkarırsın."
"Neden yapayım ki? Kardeşimden emir almıyorum."
Taufan alaycı ama soğuk bir tonda bunları söylerken tekrar ayağa kalktı. Ve tabii ki, böyle yaparak, Halilintar'ın sinirlerini kaçıncı kez zorlamış oldu.
"Yeter Taufan!"
Halilintar elini Taufan'ın daha önce yapmış olduğundan daha sert bir şekilde masaya vurarak, Taufan'ın irkilmesine neden oldu. Ancak kardeşinin korkmuş olabileceğini tamamen görmezden gelerek, öfkeyle konuştu.
"Ben, sabretmeye çalışıyorum ama benim de bir sınırım var! Neyin varsa söyle, en azından buna göre davranalım! Konuşmuyorsun, küstahlık ediyorsun ama anlayış bekliyorsun! Sana ne oluyor Taufan?!"
Taufan'ın öfkeli tavrında çatlaklar oluşmaya başladı. İki yanında duran elleri titremeye başlarken, yüzünde tereddütle hayal kırıklığı karışımı bir şey vardı.
"Ben... Ben... Eegh, neden sana söyleyeyim ki?! Beni anlamayacaksın bile!! Seni ilgilendirmez, bu kadarıyla yetin!"
Taufan tekrar bağırdı— hatta bu sefer kelimeleri daha da saygısızcaydı ama sesi tereddütlü çıkmıştı. Tüm bunları hızlıca söyledi ve sonra koşarak yukarı çıktı.
"O bana az önce... Neler dedi?"
Halilintar tam bir şok ve öfke arası ifadeyle onun arkasından bakarken, sağ gözü seğiriyordu.
"Sana anlayışlı olman gerektiğini söylemiştim."
Halilintar öfkeyle solurken, kardeşine bezgin bir bakış attı.
"Sen de değil Gem.... Neden anlayışlı olayım? Bunu yapsam bile bana çıkışırdı muhtemelen."
"Yanılıyorsun."
Gempa Halilintar'ı tekrar sandalyesine oturttu ve o da onun karşısına oturttu (Aman Allah'ım, anne konuşması). Bezgince gülümserken, kardeşine baktı.
"Ergenliğinin ilk zamanlarını hatırlıyor olduğunu düşünüyorum."
"Senin mi? Evet, hatırlıyorum. Tam bir huysuz anne tavuktun— adeh!"
"Ben anne tavuk değilim!! Hem konuyu değiştirme, senden bahsediyorum!"
Gempa kardeşinin başına vururken, öfkeyle söylendi.
Halilintar hafifçe kızarırken, başını çevirdi.
"Bunun konumuzla ne alakası var?"
"Sözümü kesmezsen anlatacağım!"
Gempa kardeşinin omzuna hiç de şaka yollu olmayan bir şaplak attı.
"O zamanlarda nasıl davrandığını hatırlıyorsun değil mi?"
Halilintar iyice kızarırken, homurdandı.
"Evet... Ama neden beni hatırlıyoruz şimdi— off!"
"Bir sus Hali!! Ayrıca hatırlıyorsun, çünkü az önce kardeşine çıkışıyordun."
Gempa kaşlarını çattıysa da, sonra endişeli ifadesi geri geldi.
"Ben Taufan'ın aynı sebepten gergin olduğunu düşünüyorum. Söylememesi de normal geliyor— eh, senin 2 ay boyunca sakladığını düşünürsek."
Gempa en büyük yedizin nasıl olduğunu hatırladığında istemsizce güldü.
Halilintar bir ara, çok huysuz, çok hassas ve içine kapanık bir ruh haline bürünmüştü. Her konuşana çıkılmış, neredeyse tüm şakalara alınmış ve haftalarca evden zorla dışarı çıkmıştı.
"Beni anlayın!! Bunun sebebi ben değilim, ergenlik dedikleri **** (tamam orada kötü olduğunu söylüyordu) şey!" diye bağırmama sebebi (hayır hayır, edgy boi öyle yapmaz) kardeşlerinin alay edeceğini düşünmesiydi. Ki gerçekten Blaze alay etti ama kimsenin ona aldırış ettiği yoktu.
Daha sonra Tok Aba açıklandığında, kimsenin alay etmemesini istedi (Halilintar açıkça utanıyordu. Neyse ki kardeşleri bunu bildiklerini yüzüne vurmayacak kadar anlayışlı insanlardı).
"Uf... Bunu neden hatırlıyoruz? Bunu unuttuğunuzu düşünmüştüm..."
Halilintar inledi ve kollarını başının etrafına sardı (o kadar da uzun değil canım. Olduğu kadar).
"Taufan'a anlayış göster diye."
Gempa kollarını kavuşturdu ve sertçe konuştu.
"Ben zaten—"
"Şimdi," Gempa kardeşinin konuşmasını engelleyerek devam etti. "Git, onu bul, özür dile ve onu anladığını belirt. Sana iyi bir ders olur."
"Ben asla öyle bir şey—"
"Yoksa yemin ederim o 'küçük' sırrını evin ortasında sana bağırttırırım."
Halilintar Gempa'nın neyden bahsettiğini çok iyi anlayarak, hızla başını salladı ve yukarı kata koştu.
Taufan'ı bulmak zor olmadı.
İkizi yatağına oturmuş, kitap okumaktaydı.
Halilintar onun öfkeli ifadesine rağmen, az önce ağlamış olduğuna yemin edebilirdi. Bu da sadece suçluluk hissetmesine neden oluyordu.
"... Taufan?"
Kardeşi ona göz ucuyla baktıktan sonra, kitabına geri döndü. Açıkça onu görmezden geliyordu.
"Neden böyle davrandığını biliyorum."
Taufan'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Hızla başını çevirdi ve Halilintar'a baktı.
"Ne? Nasıl? Kim söyledi?! K-kimseye söylememiştim, daha taze bir haberdi ve ben saklamayı düşünüyordum ama sen—"
Halilintar fişek hızıyla konuşan kardeşine kafa karışıklığıyla baktı. Birinci sebebi buydu, ikincisiyse, kardeşinin beyaz olan sol gözüydü.
Dikkatini topladı ve tekrar konuştu.
"Taufan, sakin ol... Kimse söylemedi, sadece Gempa böyle olduğunu düşündüğünü söyledi. Şey, zaten ne olduğunu biliyorsun..."
Taufan kardeşinin ergenliğe karşı utangaç bir bakış açısına sahip olduğunu hatırladığında, bir an gülümsedi. Ancak sonra eski haline geri döndü.
"Evet, doğru bildin, yani, Gempa doğru tahmin etmiş... Ama sen... Neden birdenbire bunu yüzüme söyleme ihtiyacı duyasın ki?"
"Çünkü birbirimizle kavga etmemiz tamamen birbirimizden habersiz oluşumuzdu."
Halilintar kapıya yaslanırken, omuz silkti.
"Küstah olduğunu söylerken düşüncesizce davrandım. Yaşadıklarını anlıyorum, daha önce yaşadığım bir şey çünkü. 'Kardeşimden emir almıyorum' demenin sebebi, bağımsızlık arayışındı."
"Sadece o değil. Aynı zamanda yalnız da kalmak istiyorum."
Taufan kitabını sesli bir şekilde kapattı ve Halilintar'a sert bir bakış attı.
Halilintar iç çekti.
"Konuşmak istemediğinden çok eminsin yani?"
"..."
Taufan cevap vermedi. Bunun yerine yatağından süzülerek yere indi ve Halilintar'ın üzerine atıldı— tek kelimeyle.
Halilintar kaskatı kesilirken, Taufan ona sıkıca sarılmıştı bile.
"Yapışkanlığından asla bir şey kaybetmiyorsun."
Halilintar kardeşinin sırtını ovuştururken, sessizce iç geçirdi.
Taufan Halilintar'a kırgın bir bakış attı.
"Ben senin gibi duygularıyla baş edebilen bir insan değilim, iç güdülerime güvenirim. Kaldı ki seni de gördük! Benden daha kötüydün."
"Tamam, ağlama. Seni ezmeyeceğim."
Halilintar kardeşiyle açık açık alay ederken, dilini çıkardı.
Sonuç:
Taufan'ın beyaz ışıklı sol gözü seğirdi. Küçük bir rüzgarla, tamamen Beliung'a dönüştü.
"Bir şey mi dedin?"
Beliung baş aşağı bir şekilde havada süzülürken, Halilintar'a alaycı ama altında tehdit yatan bir gülümseme gösterdi.
"Bir şey mi dedin, hmm~?"
"Diyorum ki, seni anlıyorum."
"İyi."
İmaları anlamak için hala biraz saf olan Beliung, kuşkulu havasından hemen kurtuldu ve normale döndü.
Taufan'ın duyguları zamanla normale döndü. Ama hala ara ara öfkeli.
Son.
Embéria Aéris.
Evet, buradaki ikinci hikayem. Uuhhhhu, diğer blogumu her zaman özleyeceğim. Ve siz! Umarım Kayıp Fırtınayı okudunuz!
Oh, evet, benden bir çizim.
Yorumlar
Yorum Gönder