LONG HAİR-1
Saçmalık yazmayı seviyorum.
1: Iman ve Taufan
Halilintar bir süredir saçlarını kestirmiyordu. Gülme, gülme! Seni yakaladım okuyucu! Herkes kendi isteğine göre hareket eder, değil mi?
Halilintar'ın saçını kestirmemek için iki sebebi vardı. Bir, bu gerçekten zahmetli bir süreçti— özellikle de saçını uzattığı için— ve Halilintar bu sürece girmektense, ölmeyi yeğelirdi. Model ve uzunluk seçmesi gerekiyordu. Üstüne üstlük -sanırım en çok hoşlanmadığı kısım buydu- kesim bittiğinde saçlarına fön çekiliyordu.
Buraya okuyucu için küçük bir not düşeceğim: Halilintar'ın saçları şekillendirilmeye çok yatkındı. Parlak, yumuşak ve kesinlikle doğal bir şekilde, istediği tarafa kolaylıkla yatırabildiği saçlara sahipti. Ne var ki Halilintar saçlarını şekillendirmekten nefffret ederdi. Iman ne zaman ona tarakla yaklaşsa, huysuz bir kedi gibi hırlar ve tıslardı (oh, bu bir gerçek).
İşte bu yüzden, Halilintar'ın saçları omuzlarına düşmeye başlamıştı— neredeyse. Dağınık bir görüntü oluşturacağını mı düşünüyorsun? Ohh, sen Halilintar'ın kardeşlerini tanımıyor musun okuyucu?
Hayır hayır, Taufan'ın önerisini— hayır, yapıtını beğenen Halilintar, saçlarını küçük bir kuyruk şeklinde topluyor. Tüm saçlarını topladığında bile, perçemleri asla bağlı kalmıyor ve alnına düşerek onu sinir ediyor.
Tüm bunlar onun için son derece tuhaf ve saçma, ancak Taufan'ın kıskanması tüm bunları unutması için yeterli. O hava kafalının kendi suçu olduğunu düşünüyor. Eğer Taufan onu bıraksaydı, saçlarını toplamakla uğraşmazdı.
Ekhem, her neyse. Sonuçta uzun saçlar erkeklerin alışık olduğu bir şey değildir ve kesinlikle getireceği zorluklar vardır.
Bir, banyoda ekstra vakit geçirmek zorunda kalır. Evet, bu bir gerçek. Uzun saçı yıkamak hiç kolay değildi (bu Halilintar'ın binlerce kez kel doğmayı istemesine neden olmuş olabilir de, olmayabilir de—). Kızlar buna alışkın olabilir ama hayatında ilk kez uzun saçlarla uğraşan biri için— bu bir hayır.
İki, eğer saçlarını toplamak istiyorsa, önce taraması gerekir. Evet, uzun saçların karmakarışık olması için birkaç saat yeterlidir. Üstelik taramak zor ve can acıtıcı bir iştir.
Vs vs vs... İşte tüm bu sebepler, Halilintar'ı çileden çıkartıyor ama saçını kestirmek istemiyor. Eh, bu kararından karlı çıkan tek kişiler kardeşleri olabilir. Aynı zamanda zararlı çıkıyorlar, çünkü Halilintar'la uğraşmak zorundalar (saçını taramakta başarısız olduğunda, ya da bunu istemediğinde ama görünüşünü dağınık bulduğunda).
İşte bu hikayede, kardeşlerin onunla nasıl uğraştığını okuyacaksınız.
Iman:
Sıradan bir akşam, Iman salondaki kanepelerden birine oturmuş, kitap okuyordu. Halilintar da başını onun dizlerine koymuştu ve son derece ciddi bir ifadeyle telefonundaki oyuna odaklanmıştı.
O oynamaya öylesine odaklanmıştı ki, ne Iman'ın kitabını bırakıp kendisini izlemeye başladığını, ne de parmaklarını saçlarının arasından geçirdiğini farkında değildi— gerçi, Iman'ın kendisi de bunun farkında değildi ama olsun.
"Vay canına, bu kadar iyi oynamayı nasıl başarıyorsun? Emin ol, yerinde olsaydım yüzlerce kez ölmüş olurdum... Oyunları sevmiyorum."
Iman yüzünde merak dolu bir ifadeyle kardeşini izlerken, dayanamayarak konuştu. Açıkçası, o da Taufan kadar konuşkandı. Eh, en azından onun kadar itici değildi— Halilintar için.
"Yılların tecrübesi."
Halilintar umursamazca omuz silkti ve elini salladı.
"İlk başladığımda aynısını söylemiştim ama vazgeçmemekte kararlıydım... Bilmem, sanırım iki yıldır oynuyorum."
"Ve ben de sana inanamıyorum!"
Iman şaşkınlık ve biraz da dehşet içinde ellerini havaya kaldırdı.
"İki yıldır sıkılmadan bu oyunu oynuyorsun ve bunu sıradan bir şeymiş gibi söylüyorsun! Hali, bu çok— inanılmaz bir şey!!"
"Ama öyle."
Halilintar bir an telefonundan gözlerini ayırdı ve ilgisiz, sanki sıradan bir şey konuşuyormuş gibi boş gözlerle Iman'a baktı.
"Blaze'e sor, eminim aynı video oyunlarını en az 5 yıldır oynuyordur. Bizim evden buraya getirdiklerini saymıyorum bile."
"Siz gerçekten inanılmazsınız..."
Iman kardeşini izlemeye devam ederken, şaşkınlık ve biraz da onaylamayarak başını iki yana salladı.
"..."
Halilintar cevap vermedi. Belki de haklıydı, kim bilir?
Iman bir yandan kardeşinin saçlarıyla oynamaya devam ederken, sessizce onu izliyordu. Aslında oyun çok heyecanlı olduğu için, ara ara Halilintar'ın saçlarını biraz fazla sert kavrıyordu ama muhtemelen bunun farkında değildi.
"Abla."
Halilintar bir an telefonunu bıraktı ve Iman'a sinirli bir parıltı içeren ama hala sakin gözüken gözlerle baktı.
"Saçlarımı bırak. Hemen. Canımı acıtıyorsun."
"Ah—oh."
Iman ellerini çekerken, kıkırdadı.
"Saçlarınla oynadığımı fark etmemişim. Üzgünüm."
Halilintar tekrar telefonunu alırken, biraz komik bir şekilde konuştu.
"Bak, saçımı çekmediğin sürece dokunmana izin verebilirim."
Ne yazık ki Halilintar, insanlara iyi davranmaları karşılığında rüşvet teklif edecek kadar alçalmıştı!
"Oh... Tamam. Saçlarınla oynaması eğlenceli, bana izin verdiğin için mutluyum."
Iman tekrar kitabına geri dönerken, bir eliyle Halilintar'ın saçlarını okşamaya devam etti. Şanslıydı ki, Halilintar oyundaydı ve karşılık vermiyordu. Yoksa belki de saçlarına dokunduğu için son derece öfkelenirdi.
Taufan:
Pazartesi sabahı, Taufan kardeşlerini uyandırmak için 07:20'de değil, 07:00'de kalkmak zorundaydı. Zorundaydı dememin sebebi şu: bir listeleri vardı ve her hafta, beş gün boyunca herkesi biri uyandırıyordu. Ve bu hafta sıra Taufan'ındı.
Halilintar'ı özellikle sona bırakırken, Gempa'yı, Temper ve Fotosentez ikilisini uyandırdı. Sabahleyin huysuz olan Blaze, Taufan onu uyandırdığında yalnızca şımarık oldu.
(Taufan sızlanarak iç çekti. Kardeşlerinin ona özel bir muamelesi var gibiydi.)
Tamam, kardeşlerin Taufan'ı gördüğünde sevinme sebebi şuydu:
Her ne kadar çocuksu ve genellikle ciddiyetten yoksun da olsa, Taufan'ın da kardeşleri arasında bir imajı vardı elbette. Kardeşleri arasında seviliyordu ve zayıf görülmüyordu— Solar sevdiğini inkar ediyordu ama Taufan'ın onu uyandıracağı günler geç yatarak, daha zor uyanmayı düşünen oydu. Bu sayede Taufan onun başında daha uzun süre duracaktı (kıskanç küçük lamba).
Neyse, konuyu dağıtmayalım.
Herkesin uyandığından emin olduğunda, Halilintar'ı uyandırmaya gitti ve huysuz ikiziyle bir süre uğraştı. Sonunda uyanan Halilintar banyoya yönelirken, Taufan onu omuzlarından yakaladı ve odaya geri çekti.
"Cık cık cık Hali, bekle biraz."
Halilintar onu ifadesiz gözlerle izlerken, Taufan onu yere çöktürdü ve çok ciddi bir şekilde gözlerini kapatmasını ve hiçbir şey sormamasını istedi.
"Hey, hey— ne, ne yaptığını sanıyorsun sen?!"
Halilintar kardeşinin saçlarına bir şey yaptığını hissederek çıkıştı ama Taufan gizemli bir şekilde gülümsedi ve başını iki yana salladı.
"Bekle biraz~ Sonucu beğeneceğinden eminim."
Ve bu doğruydu.
Sonunda gözlerini açan Halilintar, etkilenmiş gözüküyordu.
Taufan aynada kendini inceleyen kardeşine bilmiş bilmiş sırıttı.
"Dememiş miydim? Beğendin."
"En azından düzgün duruyor."
Halilintar gerçeği inkar etmeden kabul etti ve okula hazırlanması gerektiğini söyleyerek odadan çıktı.
Eh, onun yakışıklılığını kıskanan Taufan'ı odada bırakarak tabii.
...
"Haah... Bugün yorucuydu."
Akşamleyin, Taufan kendini salondaki koltuklardan birine atarken inledi. Gerçekten...
"Diğerlerinin hala Kokotiam'da çalıştıklarını ve Tok Aba'ya yardım ettiklerini unutuyorsun."
Diğer kanepeye uzanmış olan Halilintar sertçe ona baktı.
"Sızlanma hakkın yok."
"İkisi farklı şeyler değil mi? Biri okul, diğeri iş. Ayrıca kendi istekleriyle gittiler."
Taufan iç çekti ve Halilintar'a bıkkın bir bakış attı.
"Ayrıca herkes senin gibi deli dolu enerjiye sahip değil... Çabuk yorulduğumu biliyorsun Hali..."
"Ben deli dolu enerjiye sahip değilim. Sadece yaşımı bilip gereğinden fazla koşturmuyorum."
Halilintar cevabını yapıştırdı ve inkar edilemezliği Taufan'ın suratını asmasına neden oldu.
"Neden her şeye cevap vermek zorundasın ki?..."
"Beni buna mecbur bıraktığını hiç söylemiyorsun."
Halilintar omuz silkti ve aniden doğrularak kardeşine baktı.
"Sıcak çikolata yapacağım. İster misin?"
Taufan kardeşine yalvaran bir bakış attı.
"Ah, evet lütfen... Tok Aba'nın tarifiyse neden olmasın?"
"Tok Aba'nın torunu olduğuma göre neden olmasın?"
Halilintar kardeşinin konuşma biçimini taklit etti ve suratını asan kardeşini bırakarak mutfağa gitti.
...
"Hey... Bu çok iyi..."
Taufan sıcak çikolatasını yudumlarken, mutlulukla derin bir iç çekti.
"Hah. Bu ifadeyle çok komik gözüküyorsun, inan bana."
Halilintar ona bakarken, hafifçe sırıttı.
"Evde yalnız olmayı sevdiğimi fark ettim, sen de fark ettin mi?"
Bir süre sessizlikten sonra Taufan sordu.
"Evet, evet... Bu yalnızlık sayılsaydı ben de severdim. Huzurumu bozan geveze biri var ve migrenimi hesaba katmadan gevezeliğine devam ediyor."
Halilintar başını tutarken iç çekti. Çok dikkat edilirse, dramatik davrandığı görülebilirdi.
"Ah..."
Taufan suçlulukla yüzünü buruşturdu.
"Üzgünüm, üzgünüm! Migrenin olduğundan haberim yoktu!"
"Şaka yaptığımı anlamadın değil mi?"
Halilintar hafifçe kıkırdarken, eğlenen gözlerle Taufan'ı süzdü.
"Sadece biraz başım ağrıyor, o kadar. Eminim senin de ağrıyordur."
"O matematik sınavından sonra!"
Taufan güldü ve ellerini havaya kaldırdı.
"Seksenden yüksek alamayacağımdan eminim!"
"Sadece çalışmadığını kabul et."
"Hayır, öyle değildim!"
"Hıı, ben seni sadece top oynarken gördüm... Bu yüzden yalan söylemeye cesaret etme."
"Ah— Gem'e söylemeyeceğine söz ver?"
"Neden yapmayayım? Biraz kısıtlamaya ihtiyacın var."
"Öyleyse sen koy!! Gemma'nın kısıtlamaları çok uzun sürüyor!"
"Her neyse..."
Halilintar bitkince güldü ve bardağını götürmeye gitti. Taufan da onu takip etti.
Halilintar bardağını lavaboya koyarken, Taufan'a şaşkın bir bakış attı.
"Hey, alt tarafı bardağımı koyacağım."
"Olsun."
Taufan omuz silkti.
"Ayrıca bunun için takip etmedim. Saçlarına bakıyordum."
Halilintar kollarını kavuşturdu ve kaşlarını çattı.
"Size ne oluyor? Saçlarımda bir şey yok!"
"Hayır, bir şey yok... Sadece uzunlar ve oynaması çok eğlenceli... Ayrıca sabahki kuyruğu bozmaman da çok tatlı."
Taufan son kısmı söylerken muzipçe sırıttı ve karşılık olarak, kızaran ve öfkelenen Halilintar başına vurdu.
"Tatlı değil. Böylesi ensemi gıdıklandırmadığı için daha iyi oldu sadece."
"Anlamıyorum ki, tatlı kelimesini neden bu kadar kötü buluyorsun?"
"Çünkü—"
Halilintar savunmak için ağzını açtı ama bir sebebi olmadığını fark ettiğinde, omuzları düştü. İç çekti ve sıkılgan bir şekilde itiraf etmek zorunda kaldı.
"Bilmiyorum. Bir sebebi yok."
"Of Hali, sen bile kendini bilmiyorsan, ben seni nasıl anlayabilirim? Zaten seni anlamaya çalışmayı yıllar önce bıraktım."
Taufan'ın tek cevabı bu oldu.
Devam edecek...
Oohh, bunun diğer kardeşlerle olan versiyonu olacak. Sadece bu yeterince uzundu.
Yorumlar
Yorum Gönder