ASHES BLOWİNG İN THE WİND-1

 1: Başlangıç:

Sıradan bir günün akşamıydı. Herkes kendi köşesine çekilmişti. Çoğunluğu ders çalışıyordu; dönem sınavları yaklaşmıştı. Blaze gibi çalışmayı sevmeyen bazı kardeşlerse, "Nasılsa kazanırız." düşüncesiyle çalışmaya çalışmıyorlardı.

Iman da kendi odasına çekilmiş -ki onun odası alt kattaki bahçeleştirilmiş odanın ta kendisiydi-, kulaklığını takmış, ders çalışmaktaydı.

"Abla~ Ne yapıyorsun?"

Taufan odaya girerken, neşeyle seslendi.

"Ders çalışıyorum."

Iman ders kitabından başını bile kaldırmadan cevapladı.

"Abla... Hiç sıkılmıyor musun?"

"Neden sıkılacağım? İşin ucunda yüksek bir puan ve tatil var."

Iman bir an ezberden cevap verdiyse de, sonra kardeşinin gevezelik etme istediğini fark ederek, kitabını bıraktı ve ona döndü.

Taufan dudaklarını büzdü ve bir an düşündü.

"Bilmiyorum... Bana değmezmiş gibi geliyor."

"Ah, her neyse... Ne hakkında konuşmaya geldin?"

Iman ders kitaplarını tamamen bıraktı ve Taufan'a bıkkınca gülümsedi.

"Beni de şımart!"

"Seni de derken?"

Iman kaşlarını kaldırdı.

"Başka kimi şımartıyorum ki? Hep sen, hep sen."

Taufan somurttu.

"Ama hayır, Hali'yi daha fazla şımartıyorsun, görüyorum."

"Taufan, ikinizi de sevme şeklim farklı. Halilintar hiç dokunsal biri değil, biliyorsun. Saçlarını okşamama bile izin vermiyor. Onu ancak uyuduğunda öpebiliyorum. Sen zaten dokunsal birisin, sarılmayı seviyorsun. Daha ne bekliyorsun?"

Taufan kızarırken, kıkırdadı.

"Hiç bu açıdan bakmamıştım..."

"Ama eğer sana sarılmamı istiyorsan—" Iman kardeşini kendine çekerken gülümsedi. "O zaman sarılabilirim."

"He hee..."

Taufan keyifle sırıttı. Kucaklaşmalar en iyisiydi.

Iman saati kontrol ettikten sonra Taufan'a baktı.

"Nitekim artık yatmalısın Taufan. Saat geç oldu. Yarın okula gideceksin."

"İyi..."

Taufan başını sallayarak mırıldandı ve isteksizce kalktı.

Iman da ödevlerini hızlıca hallettikten sonra yattı.

Böylelikle bir gün daha sona ermişti.

...

Iman gözlerini açtığında, kendini alevler ve yıkıntılar içinde bir savaş alanının ortasında buldu. Sadece bunlar değil...

Etrafta insanlar vardı... İnsanların... Cesetleri.

"Ha?... Bu, burası da neresi?..."

Paniğe kapılmamaya çalışırken, yavaşça ilerlemeye başladı. Görüntü iç parçalayıcıydı. İlerledikçe insanlar azalıyordu ve yıkıntılarla alevler çoğalıyordu.

Her neredeyse, acilen olumlu bir şey görmesi ve öğrenmesi gerekti.

İleride daha büyük ve parlak bir ateş gördüğünde, oraya yöneldi. Bu ateş yapay gözüküyordu—

"Hah?!"

Iman korkuyla bağırdı ve ayağını çekti. Bir el ayak bileğini kavramıştı.

Bu bir... Eee, bilemiyordu. Belki de bir sivildi.

Nazik olmaya çalışarak, bileğini kavrayan parmakları gevşetti ve kişinin baş ucuna çöktü. Acı çekiyor gibi görünüyordu. Nefesleri kesik kesikti ve her seferinde tereddütlüydü.

"Hey... Sen de kimsin? Neyin var? Yaralı mısın?"

"A-abla?... Bu sen misin?..."

Iman şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

"Seni tanıyor muyum?..."

Kişi yüzünü gizlemek için kullandığı atkıyı yavaşça indirdi ve Iman'a baktı.

"Ben... AHh..."

Iman'ın gözleri büyüdü. Kekelemeye başladı.

"Ha-Halilintar?... Sen, sana ne oldu? Sağ gözün kahverengi, neden kırmızı değil—"

"Ben iyiyim..."

Halilintar Iman'ın korkuyla nefesini tutmasına neden olarak, hızla doğruldu.

"Diğerlerini bulmam lazım—"

"Hali, hayır!"

Iman kardeşini tuttu. Onu durdurmak zorundaydı. Ciddi bir yarası vardı ve sürekli olarak kan kaybediyordu.

"Kan kaybediyorsun kardeşim. Ve bana diyorsun ki—"

"Onlar tehlikedeler!"

Halilintar bağırarak onun sözünü kesti. Gerçekten öfkeli görünüyordu. Ama aynı zamanda ağlıyordu da...

"Bak! Eğer bir an önce gitmezsem— bulacaklar! Ben, ben onları bulmalıyım, ölmemeliler— öldürülmemeliler... Ama, ama—"

Iman kardeşinin yere çökerek ağlayışını izlerken, donup kalmıştı. Onu ilk defa bu kadar çaresiz ve parçalanmış görüyordu ve bu— tuhaftı. Halilintar bu haldeyse... Diğerleri ne durumdaydı?...

Halilintar gözlerini sildi ve Iman'a bakmadan, atkısını tekrar dolayarak yüzünü gizledi.

"Gitmem gerek... Üzgünüm..."

"Halilintar— bekle, yardım edebilirim!"

Iman çaresizlik içinde kardeşinin kolunu yakaladı.

Halilintar gözlerini kapatarak iç çekti, hayır, ağlamaması gerekti... Güçlü kalmak zorundaydı.

Kolunu kibarca ama sertçe çektikten sonra, başını yavaşça iki yana salladı.

"Hayır abla... Eğer yakalanırsak... Seni de öldürecekler ve... Seni bana karşı— ah, bu önemli değil tamam mı!"

Halilintar başını sertçe iki yana salladı ve arkasını döndü.

"Gelme abla. Geride dur. Ve sakın beni takip etmeye kalkışma, bu konuda ustalaştığımı biliyorsun, izimi sürmene izin vermeyeceğim."

Iman pes ederek iç çekti ve başını eğdi.

"Ama..."

Halilintar bir an durdu ve dönüp Iman'a baktı.

"İstersen... Vedalaşalım."

Iman bunun son bir veda olduğunu sezerek, ileri atıldı ve kardeşine sıkıca sarıldı.

"A-ah..."

Halilintar yarasında oluşan baskıdan dolayı acıyla inledi ve biraz kanlı bir şekilde öksürdü. Ama Iman'ı ittirmedi.

"Git ve başar. Hedefin her ne ise."

Iman kardeşine kararlı bir bakış attı ve saçlarını karıştırdı.

Halilintar beklentilerin ağırlığını görmezden gelerek, derin bir nefes aldı ve başını salladı. Daha sonra arkasını döndü ve koşmaya başladı.

Iman onun gidişini izlerken, kalbinde bir sızı hissetti. Onu özleyecekti.

...

"Neden buraya geldik? Hani hapsetmiştiniz beni?!"

Iman kendisini sürükleyen iki korumaya bakarken, kaşlarını çattı.

"Oh..." Kadın korumalardan biri alaycı bir şekilde güldü. "Efendimiz öyle istedi. Görmen gereken bir misafir var. Ah, hatta o da geliyor sanırım."

Iman az önce tören alanına -öyle anılıyordu- çıktıkları girişe dikkatle baktı.

Az sonra girişte üç kişi belirdi. İkisi koruma ve onların sürüklediği bağlı bir mahkum...

Iman'ı gözleri kocaman açıldı ve ileri atıldı— ancak korumalar tarafından engellendi.

"Halilintar!! Kardeşime ne yaptınız?!"

Yanlarında duran ve bir yüzbaşıya benzeyen, sert bakışlı kadın korumalara durmalarını işaret etti. Aynı şekilde Halilintar'ı tutan korumalara da, onu bırakmalarını işaret etti ve Iman'a döndü.

"Gitmene izin veriyorum. Onunla vedalaş... Ama" — bakışları keskinleşti— "taşkınlık yapmak yok."

Iman hızla Halilintar'ın yanına gitti ve önüne çöktü.

"Kardeşim... İyi misin?"

Halilintar başını kaldırdı ve bitkin gözleri Iman'ın endişeli bakışlarıyla buluştu.

"Abla... Sen... Kurtulmamış mıydın?..."

Iman suçlulukla gülümsedi ve bakışlarını kaçırdı.

"Seni dinlemediğim için özür dilerim... Çünkü seni takip etmeyi başardım..."

Halilintar başını eğerken, omuzları düştü.

"Artık hiçbir önemi kalmadı... Kurtulma imkanımız yok..."

"Bu bir vedalaşma olmalıydı, umut kırma konuşması değil."

Iman güldü ve kardeşinin çenesini tutarak, kendisine bakmasını sağladı.

"Yaralısın... Yakalanmadan önce ne oldu?..."

Halilintar iç çekti ve başını iki yana salladı.

"Önemli bir şey değil... Bir çatışmaya girdim ve... Kendimi koruyamadım, senin daha önce umursadığın o yaram kötüleşmişti ve acı çekiyordum. Bu yüzden gerektiği gibi savaşamadım... Üzgünüm, hiçbirinizi koruyamadım..."

Iman gülümsedi.

"Sorun değil. Bu senin suçun değildi..."

"Ehem, bu kadarı yeterli. Duruşma başlıyor."

Yüzbaşının işareti üzerine, Iman tekrar mahkumların izlediği kısma, ve Halilintar da duruşma alanına götürüldü.

...

"... Ve tüm bunlara dayanarak, Halilintar'ın suçlu olduğuna hükmedilmiştir. Karar üzerine Halilintar infaz edilecektir."

"HA?! Bu çok ağır bir ceza! Halilintar bir şey yapmadı! O sadece kardeşlerini korumaya çalışıyordu!"

Iman bağırarak itiraz ederken, Halilintar'ın yüzü, kaderine boyun eğmişçesine ifadesizdi.

Korumalar güldüler.

"Sonuçta kardeşleri öldürüldü değil mi?"

"Yani girdiği tüm tehlikeler, kendini sakat bırakmaktan ve kendi ölümüne neden olmaktan başka bir işe yaramadı."

"Ama—"

Hakim sert bir sesle tekrarladı.

"Karar verilmiştir. Halilintar diğer kardeşleri gibi infaz edilecektir."

Iman bu anı izlemek istemediğini düşünerek, elleriyle kulaklarını kapattı ve gözlerini sımsıkı yumdu. Yedinci kez yaşanan bu olaydan nefret ediyordu.

...

"Hah?!"

Iman hızla doğrulurken, nefes nefeseydi.

"Ne, neydi o? Ne—"

Sesi titredi ve konuşmayı bırakırken, gözyaşları hücum etti. Kabus kalbine bir taş gibi oturmuştu.

Kabuslar gerçek olur muydu?

Hızlı yatağından kalktı ve odasından çıkınca hemen solda olan merdivenleri sessizce ama hızlıca çıktı.

Ori'nin odasının kapını sessizce araladı ve içeri göz attı. Gempa ve Taufan uyuyor olmalıydılar... Peki ya Halilintar?!

Iman göğsünün sıkıştığını hissetti. Yoksa—

Panikle aşağı kata inecekti ki, bir ses onu durdurdu.

Tanıdık bir ses.

"Abla? Bu saatte neden buradasın?"

Iman döndü ve banyodan çıkmış olan Halilintar'la göz göze geldi.

Kendini gülümsemeye zorlarken, başını iki yana salladı.

"Bir şey yok. Sadece sizi kontrol etmeye geldim."

Halilintar şüpheyle gözlerini kıstı.

"İyi gözükmüyorsun abla, yüzün kireç gibi. Şaşırma; ayrıca yeni ağlamış gibi gözüküyorsun. Ne oldu?"

"Ah..."

Iman rol yapmada beceriksizliği yüzünden kendine kızdı. Kardeşlerden biri gibi, mesela Taufan gibi olsaydı, konuyu Halilintar'ın endişeli olmasına çekebilirdi. Ama değildi ve sorun da zaten buydu.

Ona sırtını döndü ve derin bir iç çekti.

"Yok bir şey dedim. Git yat."

Halilintar onun omzuna dokunurken, biraz alaycı bir tonda konuştu.

"Bu tonu ilk defa duyuyorum... Ve konuşmak istediğini sadece bundan bile anlayabiliyorum. Sanki ben bundan rahatsız olacağım için bunu yapmıyor gibisin."

"Hayır, sebebi bu değil."

Iman Halilintar'a anlatmamakta kararlıydı. Neyse ki tesellide en beceriksizi olan ve onunla konuşmayı reddetse bile buna gücenmeyecek olan Halilintar'la konuşuyordu. Başka bir kardeşini bu kadar kolay reddedemezdi.

"Ama—"

"İstemiyorum Hali. Neden anlamıyorsun?"

Iman sinirli bir şekilde fısıldayarak çıkıştı ve bu Halilintar'ın şaşkınlıkla birkaç adım gerilemesine neden oldu.

Iman hala öfkeli bir şekilde solurken, eliyle onu kovaladı.

"Git ve uyu. Beni boş ver."

"Pekala... Sana yardım etmeye çalıştığım için pişmanım."

Halilintar soğuk bir tonda konuştu ve odasına geri döndü.

Iman suçlulukla yüzünü buruşturdu. Halilintar belli etmemeye çalışsa da, yardım etmeye çalışmıştı ve onu reddettiği için gerçekten kırılmıştı. En iyi ihtimalle yarın gün boyu ona soğuk bakışlar atacak ve onu görmezden gelecekti. En kötü ihtimalle—

Iman tekrar odasına geri dönerken, üzüntüyle iç çekti.

Neler oluyordu?

Neler olacaktı?

Devam edecek...

Yeni bir seriyle karşınızdayım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11