ASHES BLOWİNG İN THE WİND- 2

 2: Anla Beni

Ertesi sabah Iman sakin bir ruh haliyle uyandı. Kabusunu hatırlamadığı için, gayet mutlu bir şekilde yatağını topladı, saçlarını gelişigüzel bir topuzla bağladı ve mutfağa girdi... Şey, yani, sorun burada başladı.

"Günaydın!" Kahvaltı hazırlamakla meşgul olan Halilintar'a neşeli bir bakış attı ancak karşılaştığı şey beklenmedikti.

Halilintar ona döndü ve dargın bakışlarını bir saniye bile üzerinde tutmazken, cevap bile vermedi!

Iman birkaç saniye donup kaldı. Sonra yavaşça neşesi silindi— geceyi hatırlamıştı. Kabusunu, Halilintar'ın yardım etmeye çalıştığını ve onun dürtüsel duygularla hareket ederek Halilintar'ı incitmesi...

"Ehmmm... Diğerleri nerede?" diye sorarken, huzursuzluğunu belli etmemeye çalıştı. Halilintar'ın daha önceki hallerini biliyordu— kırıldığında, veya üzgün olduğunda son derece kolay kızardı.

"Evde değiller." dedi Halilintar soğukça— Iman kanının buz kestiğini hissetti. Halilintar'ın korkulan tarafı bu olabilir miydi?

"İyi... yani, neredeler ama?"

Halilintar, "Evde değiller işte." derken, sesi biraz daha yüksek ve sinirli çıkmıştı. Konuşmak için havasında olmadığı o kadar belliydi ki, Iman üstüne giderse kavga edeceğinden çok emindi.

Halilintar hazır olan omleti Iman'ın önüne koydu ve kendisi de -her ne kadar bunu yapmamayı tercih etse de- onun karşısındaki sandalyeye çöktü. Ama bir an bile ona bakmıyordu.

Iman onun sürekli ondan kaçınan kızıl gözlerindeki incinmişliği görebiliyordu ve bu yalnızca canını acıtıyordu.

...

Halilintar sakince yemek yerken, ablasının üzerine diktiği bakışlarını hissedebiliyordu.

"Keşke beni izlemekten vazgeçse," diye düşündü yakınırcasına. "Bunun yalnızca beni rahatsız ettiğini biliyor olmalı."

Hızlıca kendi tabağını bitirdi ve kalktı. Onun bakışlarına daha fazla dayanamayacaktı.

Üst kata, odasına çıkarken, geceyi düşündü. Iman'ın onu gördüğünde yüzünde oluşan karmaşık ifadeyi, ağladığını inkar etmesi, sonra aniden çıkışması...

Kıyafet dolabından kendine birkaç bir şey çıkarırken, istemsizce dişlerini sıktı. Yardım uzattığında reddedilmeye alışkın değildi ve onu gerçekten inciten bir hareketti. Başkalarına asla söylememişti ama onun kalbi gerçekten hassastı.

Bunları düşünürken, avuç kısmı kırmızı olan siyah eldivenlerini, kırmızı tişörtünü, siyah eşofmanını ve siyah, deri ceketini giydi ve siyah-kırmızı patenlerini alarak aşağı indi (cidden kırmızı-siyah bağımlısı).

"Oh, bir yere mi gidiyorsun?" Onun merdivenlerden hızlıca indiğini ve kapıyı açtığını gören Iman, merakla sordu ama Halilintar ona cevap vermek istemiyordu. Bu yüzden yalnızca onu görmezden geldi ve elinde tuttuğu patenlerini kapının önüne koydu. Iman'ın şaşkın bakışları altında patenlerini giydi. Kapıyı arkasından çekiyordu ki, bir el onu durdurdu.

"Bekle, ben de geleceğim." Iman onun bileğini nazikçe tutarken, gülümsüyordu.

Halilintar ona dik dik baktıktan sonra, Iman'ın çok iyi bildiği bir şekilde iç geçirdi ve kapının eşiğine çöktü. "... Acele et."

"Hemen!" Iman neşeyle bağırdı ve rüzgar gibi hızla giyinip geldi. Ayrıca siyah-beyaz patenleri de elindeydi.

"Hadi gidelim." Hala oturan Halilintar'a gülümseyerek elini uzattı.

Halilintar kaşını kaldırdı, ancak hiçbir şey söylemeden elini tutarak ayağa kalktı. "Baş örtüsünü de siyah-beyaz karışık desenli seçmesi," diye düşündü alaycılıkla.

İkisi birlikte sokağa adım attılar. Halilintar düzenli, acelesiz bir şekilde sürerken, Iman neşeli ve hızlıydı. Bu mutluluğunun nedeni, Halilinntar'ın ciddi anlamda kırılmadığını, yalnızca ona biraz sinirli olduğunu anlamış olmasıydı. Eğer öyle olmasaydı, şuan onunla paten sürüyor olmazdı.

"Bugün hava çok güzel değil mi?"

"Hmm."

"Taufan dün akşam onu şımartmamı istediğini söylüyordu."

"..."

"Hey! Daha ne kadar tepkisiz kalacaksın!?" Sonunda Iman dayanamayarak patladı ancak unuttuğu şey, Halilintar'ın ondan daha gür bir sese sahip olduğuydu.

"Elbette sen beni anlayana kadar!"

Iman gözlerini kırpıştırdı ve hem öfkeden, hem de -sokakta bağırdığı için- utançtan yüzünü ateş basmış olan Halilintar'a şaşkınlıkla baktı. "Şey... Kusura bakma ama ne konuda anlayış göstermem gerekiyor?"

"Abla (öfkeli iç çekiş)... Dinle, gece sana yardım etmek istiyordum. Ve beni geri çevirdiğinde, hatta çıkıştığında, -sizin tabirinizle- 'savunmasız ve yumuşak' tarafımı incittin. Evet, ben de herkes gibi incinebilirim! İşte bu yüzden sinirliyim, anlıyor musun!?"

Iman öfkeyle dilini şaklatan ve başını çeviren kardeşinin elini tuttu. "Hali... Bunu yapmak istemiyordum. Gerçekten. Ama... kafam karışıktı ve... Bilmiyorum,  dürtüsel hareket ettim... Lütfen bana kızgın kalma?"

Iman kardeşine sırıttı, son kısımda ciddiyetini kaybettiğini biliyordu ve Halilintar da bunu anlamış olmalıydı ki, gözlerini devirdi.

"Evet, tabii... Gel bir şeyler yiyelim, çok fazla sürdük zaten." Ve Iman'ın tepki vermesine fırsat vermeden, onu erişte satan bir dükkana çekti.

Beş dakika sonra, ikisi de Malay tarifiyle yapılmış, çubuklarla yenen erişteyi yiyorlardı.

"Her zaman senin aslında yemek yemeyi gerçekten sevdiğini düşünürdüm." dedi Iman kayıtsızca, nefes almadan yemek yiyen kardeşini izlerken. Boş gözlerle ona bakmaya devam ederken, "Ve bu da teorimin bir ispatı." diye ekledi.

"Ben sadece... Erişteye bayılıyorum... Tamam mı?" dedi Halilintar lokmalar arasında— ki iştahlı yiyişi erişteye olan derin sevgisinin bir ispatıydı.

"Yani, yeterince 'tıkındığına' göre," dedi Iman yemek yemeyi bitirdiklerinde. "Şimdi konuşmaya dönebiliriz."

"Tabii ki." Halilintar arkasına yaslandı ve kaşlarını kaldırırken, gözlerini kısarak hafifçe gülümsedi—talepkar bir gülümseme. "Rüyanda ne gördüğünü anlatmakla başlayabilirsin."

"Konumuz bu mu şimdi!?" diye çıkıştı Iman ama Halilintar kaşlarını çattı ve masaya dayanarak öne eğilirken, fısıldadı. "Eminim ki tüm mesele buradan başlıyor... İstediğin kadar bu gerçekten kaçabilirsin abla ama ben bu işin peşini asla bırakmayacağım."

"Ben... Ben bunu burada anlatamam..." Iman ellerini yavaşça yumruk yaptı ve ayağa kalktı.

"Bekle—" Halilintar onu durdurmak için elini uzattı ama Iman ona küçük bir bakış attı— küçük ama Halilintar'ın elini geri çekmesi için yeterli olan bir bakış. "Evde buluşalım Halilintar."

"Abla! Bekle!" Halilintar şaşkınlığını atlattı ve patenleri elverdiği kadar hızla uzaklaşan Iman'ın peşinden gitti. Onun peşini bırakamazdı.

...

Nefes nefese eve girdiğinde, kendi kendine söylendi. "Offf abla... Neden bu kadar hızlı sürmek zorundaydık?..."

İçgüdüsel bir hareketle Iman'ın odasına yürüdü ve ablasının da orada, yatağında yatmakta olduğunu fark etti.

"Erm... Abla?"

"..."

"Giriyorum o zaman?" Halilintar tereddütle odaya girdi ve daha önce aralık olan kapıyı kapattı.

"Şey... Evde olduğumuza göre anlatacak mısın?"

"..."

Halilintar onun sessizliğinden ürkerek yatağın baş ucuna, yere çöktü. Sırtını yatağa yaslarken, "Burada bekleyeceğim..." diye mırıldandı.

"Hali... Bir gün hepimizin... düşünmüş müydün?" Uzun bir sessizlikten sonra, Iman kısık bir sesle konuştu— ama cümlesi o kadar ağırdı ki, Halilintar bir an bu düşüncenin altında boğulacağını hissetti.

"Yani... Hayır, neden düşüneyim? Benim amacım... kardeşlerimi, arkadaşlarımı korumak... Bu, bu benim... En büyük korkum, bilmiyor muydun?... Ş-şey, rüyanda gördüğün şey... bu mu?"

"Tam olarak bu değil." Iman yavaşça doğruldu ve Halilintar'a yanına oturmasını söyledi. O şaşkınlıkla dediğini yaparken, Iman acımayla her şeyden habersiz, rüyasını öğrenmek isteyen kardeşine bakarken, "Fazla merak kelebeği öldürür." diye düşündü. "Halilintar kendini neye sürüklediğini bilmiyor bile. En büyük korkusu ha? Bu işimi daha da zorlaştıracak. Korkarım ki..."

"Rüyamda... Bir savaş alanındaydım. Her yer alevler içindeydi ve etrafta enkazlar, cesetler vardı. Ve bir anda... Ayağımı biri tuttu. Bu sendin. Yüzüne büyük bir atkı doladığın için seni tanımamıştım. Ve yüzünü açtığında, çok korktum. İnanılmaz derecede yorgun, yaralı ve haftalardır kendine vakit ayırmamış gibi görünüyordun ve gözlerinden biri kahverengiydi. İlk defa seni orijinal göz renginle gördüğüm için şaşırdım tabii."

"Bana gitmen gerektiğini söyledin ancak derin olmasa da devamlı kanayan bir yaran vardı. Yüzün bembeyazdı ve anladığım kadarıyla uzun süredir oradaydın, yaran sürekli kanadığı çok kan kaybetmiştin. Sana acıdım ve gitmek istediğinde engelledim, ama yine inatçılık ettin. Diğerlerinin tehlikede olduğunu söyledin."

"Sana yardım etmek istedim, ama benim yakalanmamı istemediğini söyledin. Eğer yakalanırsam sana karşı kullanılabilirdim."

"Tam gideceğin sırada, durdun ve vedalaşabileceğimizi söyledin. İleri atıldım ve sıkıca sarıldım, seni son görüşüm olduğunu düşünmüştüm. Seni takip etmememi söyledin ve koşarak uzaklaştın, ancak seni çok iyi tanıyordum. Bu yüzden seni nasıl takip edeceğimi de biliyordum."

"Sonunda... Yakalandım. Ve beni bir duruşmaya çıkardılar. Cezam... Hepinizin öldürülüşünü izlemekti. Elbette kimse böyle bir şey söylemedi ama ben içten içe bunun bir ceza olduğunu hissetmiştim."

"Sırayla tüm kardeşlerimiz; Taufan, Gempa, Blaze, Ais, Duri, Solar; hepsi öldürüldü. Senin çoktan öldüğünden emindim; yaran kötüleşmiş olmalıydı, ya da diğerlerini savunurken öldürülmüştün."

"Ancak beklenmedik bir şey yaşandı. Seni duruşmaya çıkardılar— nasıl sarıldığımı hala çok iyi hatırlıyorum. Suçluluk duyuyordun—yaran yüzünden bizi savunamadığını söyledin."

"Yıllar gibi gelen uzun bir suçlamanın ardından, başını kaldırdın ve tek bir cümleyle kendini savundun: "Benim amacım kardeşlerimi korumaktı! Onlar öldüğüne göre, isterseniz beni diri diri yakarak öldürün, umurumda değil!"

"Ve öyle yaptılar. Kendi ağzınla onlara ne yapmaları gerektiğini söyledin. Ancak verilen cezaya salt kararlılıkla boyun eğmen, karşı çıkmaman beni çok etkilemişti."

"Aslında, hepiniz verilen cezalara asla itiraz etmediniz... Çoğunuz yaralanmıştınız, hatta duyduğuma göre sakatlanmıştınız."

"Ancak Taufan'ın eninde sonunda öleceğini bilmesine rağmen, bana gülümsediğini, hatta el sallamak istediğini, ama bağlı olduğu için bunu yapamadığını gördüm (muhtemelen en çok hasarı oluşturanlardan biri olduğu için çok sıkı bağlanmıştı). Koyu mavi gözleri daha önce hiç bu kadar canlı görünmemişti. Sanki öldürüleceğini biliyor ama büyük bir sabır gösteriyor gibiydi."

"Abla! Sen de mi buradasın?" Taufan duruşma alanına yürürken, ona döndü ve ona gülümsedi.

"Taufan!" Iman ileri atıldı ve kardeşine sıkıca sarıldı. "Neredeydin?..."

"Sadece birazcık 'gezdim', haha." Taufan kıkırdadı ve Iman'a göz kırptı. "Ama şimdi buradayım, iyiyim abla."

Iman kardeşinin yanağını okşarken, endişeyle kaşlarını çattı. Kardeşi gülümsüyordu, mutluydu ama elbette ki o da korkunç sonun yaklaştığını biliyordu. Çok zor bir imtihandan geçiyordu ama Iman onun sabrının aşırı kuvvetli olduğunu biliyordu.

"Abla..." Taufan başını Iman'ın omzuna koydu ve gözlerini kapatırken, mırıldandı. "Omzunda ağlayabilirim değil mi?"

"Yapabilirsin... Yapabilirsin kardeşim..." Iman gözyaşları usulca yanaklarından aşağı süzülen Taufan'ın başını okşadı.

"Çok zor abla... Korkuyorum..." Taufan kendisinden beklenmeyecek kadar titrek bir tonda mırıldandı. "Halilintar'ı uzun zamandır görmedim, kalbimin yarısını kesip attığımı hissediyorum... Onun nerede olduğunu bilmiyorum, ama korkuyorum... Ya o öldürüldüyse?..."

Iman cevap vermek yerine, daha sıkı sarıldı.

Gempa 'her şey yoluna girecek abla' der gibi gülümsemişti."

Duruşma alanına yürüyen Gempa, isminin söylendiğini duyunca, şaşkınlıkla başını kaldırdı ve— Iman'la göz göze geldi.

Iman telaşla el sallıyordu. "Gempa!"

Gempa gülümsedi ve altın gözleri parladı. "Merhaba Iman..."

Iman onun son gülümsemesindeki anlamı okuyabiliyordu. Tüm acılarına rağmen, sabır göstermeye, dik durmaya çalıştığının bir göstergesiydi bu gülümseme.

"Blaze sırıttı ve bağlı olmasına rağmen baş parmağını kaldırdı 'Terbaik, Iman! 👍' dediğinden eminim."

"Abla, abla! Ais'ı gördün mü?" Blaze duruşma alanının tam ortasında olduğu halde, izleyici koltuklarında oturan Iman'a bağırdı. O kadar telaşlı ve komik görünüyordu ki, Iman başını iki yana sallarken istemsizce güldü.

"Ais sakindi, ve bana sakin olmamı gök mavisi gözlerindeki dinginlikle anlattı."

"En azından Duri'nin üzüleceğini düşünmüştüm ama neşeyle gülenlerden biriydi o."

"Abla, biliyor musun, hiç üzgün değilim." Duri de konuşma fırsatı olan kardeşlerden biriydi.

Yeşil gözlerinde ilk kez gerçek bir olgunluk ve ciddiyet belirirken, devam etti. "Çünkü Sol bana, bunun bizim görevimiz olduğunu söyledi. Gerekirse öleceğiz, ama en azından bizden sonrakiler mutlu yaşayacak."

"Solar her zamanki gururlu gülümsemesiyle bana kendini beğenmiş bir bakış attı ve dudak hareketleriyle, "Hala hayatta olduğun için bana teşekkür et, Iman." dedi."

"Karar verilmiştir. Solar öldürülecektir."

Solar gözlerini devirdi ve kibirli bir tonda konuştu. "İtiraz ediyorum. Anayasamızın 3. Maddesinin g bendine göre..."

Iman kıkırdadı. Kardeşi muhtemelen bununla kurtulamayacaktı ama en azından insanları etkileyerek ölecekti.

"Her şeye rağmen... Sen beni gördüğünde, kararlı, nötr ifadende çatlaklar oluştu ve sana sarıldığımda ağlamaya başladın. Seni çok iyi anlıyordum ve ağladığın için hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Ölmeden önce için rahat olacaktı."

Ve sonra... Uyandım.

...

"Gerisini biliyorsun."

"A-abla... B-bu... Bu doğru değil, değil mi?..." Iman anlatmayı bitirdiğinde, Halilintar beklediğinden daha sarsılmış gözüküyordu. "Ge-gerçek olamaz değil mi?... Sadece bir rüya... olmalı?"

Iman kardeşinin duygusal çöküntü yaşadığını hissederek, elini sıktı ve onu kendine çekti. Sırtını ovuştururken, mırıldandı. "Bilmiyorum. Ama o kadar gerçekçiydi ki, çok korktum."

Halilintar bir süre sessiz kaldı. Duydukları onun gibi biri için bile ağır şeylerdi.

Iman anlayışla onun saçlarını karıştırdı ve sakinleşmesi için ona zaman verdi.

"Ne yapmamız gerektiğini biliyorum." Halilintar geri çekildi ve ablasına kararlı bir şekilde gülümsedi—Iman onun kararlılığının ürkütücü olabileceğini düşündü. "Sana eğitim verebilirim."

"Ha?" Iman gözlerini kırpıştırırken, Halilintar heyecanla sırıttı (tamam, ablasının yanında o da çocuksu oluyordu). "Sana kılıç eğitimi verebilirim abla."

Iman bir an şaşkınlıkla ona baktı, sonra duygulanarak kardeşine sarıldı. "Teşekkür ederim... Sen gerçekten çok anlayışlı bir kardeşsin..."

Halilintar bir an kaskatı kesildi, ancak sonra yavaşça yumuşadı ve gizlice gülümsedi. Aklında geçen şey aslında şuydu:

"Asıl sen öylesin abla..."

Devam edecek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

SHOULD HURT YOU- 4