DOJO: KENSHIN-KAN ADVENTURES- 1
1: Yedi Diyardan Gelen Yolcu
Atletik yapılı, uzun boylu bir genç, gelmiş olduğu dövüş sanatları dojosuna baktı.
"Vay canına, dostum, Kenshin-kan dojosu dendiğinde böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordum."
Yanında son derece kısa duran başka bir gençse, ilgisiz gözüküyordu. Ama kıstığında iyice çekik gözüken gözlerindeki sorgulayan bakışları göze çarpıyordu.
"Neden bu kadar etkilendiğinizi anlayamıyorum."
"Ah."
Uzun boylu, koyu kıvırcık saçlı ve bronz tenli genç utanarak yanağını kaşıdı. "Şey, ben daha önce hiç böyle bir Judo dojosu görmedim. Geldiğim ülkede dövüş pek yaygın değil, daha çok başka mesleklere eğilim var."
"Oh."
Kısa boylu, belli derecede kalın kaşlı, gür saçlı, esmer tenli ve küçük, çekik gözlü genç başını salladı. "Anlıyorum, geldiğim ülkede de at yetiştiriciliği ve deri işlemeciliği yaygın."
Uzun boylu genç, bakışlarını kaçırırken, gergince güldü.
"Şey, kulağa nezaketsizce geliyor ama... Hangi ülkeden geliyorsunuz?"
"Moğolistan. Moğolistanlıyım."
Kısa boylu genç rahatça cevapladı ve devam etti.
"Siz hangi ülkeden—"
"Brezilya."
Uzun boylu genç, sözünü bitirmesine izin vermeden konuştu.
"Brezilyalıyım ve orası çok güzel. Buranın aksine, orası sıcak ve bana uygun, enerjik insanlarla dolu... Her neyse, buraya gelmeden önce kahve üretimiyle uğraşıyordum."
"Oh, bu güzel olmalı."
Kısa boylu genç gülümsedi. Gülümsediğinde, gamzeleri ortaya çıktı ve keskin yüz hatları ve gözleri yumuşadı.
"Elbette! Taze kavrulmuş doğal kahvenin tadı çok güzel! Buraya gelirken uçakta kahve ikram ettiler ve dürüst olacağım, tadı iğrençti. Çok... Çok yapay ve tatsız hissettiriyordu."
"Sanırım diğer insanların marketten aldığı kahve, sizin içtiğiniz yerli üretim kahveye göre son derece yapay kalıyor."
"Ay caramba, evet öyleydi!"
Uzun boylu gencin yüzünde küçümser bir ifade oluştu, ancak hemen ardından eski enerjik, tropikal iklimde yaşayan insanlara özgü neşesi geri geldi.
"Benim adım Thiago. Peki ya—"
"Sayan (Саян). Kısaca Sayan diyebilirsin."
Sayan başını salladı ve içeriyi işaret etti.
"Hadi gidelim ve Judo eğitimimize başlamak için bir adım atalım."
Thiago kaygılı bir şekilde yüzünü buruşturdu.
"İçimden bir ses bunun o kadar da kolay olmayacağını söylüyor..."
...
Geniş Dojo avlusu, bir Dojonun, aklınıza gelebilecek diğer dojolardan ne kadar farklı olabileceğinin bir ispatıydı. Duvara asılı olan kırmızı flamalarda altın yaldızlı Japonca yazılar vardı ve yerler betondan değildi; her yer çimendi.
"Dur, bana çimen üzerinde eğitim yapacağımızı mı söylüyorsun?!"
Thiago inanamayarak ve biraz da titiz birinin ifadesiyle yerlere baktı.
"Evet, sanırım..."
Thiago suratını astı ve hemen ıslak çimen ve toprak yüzünden çamurlanan beyaz ayakkabılarına üzgünce baktı.
"Dostum, ben kahve toplarken kırmızı toprak ayakkabılarımı batırmasın diye terlik giyiyordum. Bilseydim gelirken yanımda terliklerimi getirirdim."
"こんにちはこんにちは (konnichiwa)."
"Ha?"
İki genç de, aniden önlerinde beliren ve hafifçe eğilerek selam veren kişiye şaşkınlık içerisinde baktılar.
Karşılarındaki gencin yüzündeki ifade değişmedi ve tekrar Japonca bir şeyler söyledi. "ご用件を伺ってもよろしいでしょうか?(Goyōken o ukagatte mo yoroshii deshō ka?)."
"Oh... Üzgünüz, seni anlayamıyoruz."
Sayan biraz suçluluk barındıran kibar bir ifadeyle, başını hafifçe iki yana salladı.
"Dostum... Sakın bana Japonca öğrenmem gerektiğini söylüyor olmasın?"
Thiago korku dolu bir ifadeyle Sayan'a baktı ancak genç suratını astı ve azarlarcasına bir bakış attı.
"Hayır elbette, bu çok saçma olurdu. Bu genç ya İngilizce bilmiyor, ya da bizimle dalga geçiyor."
"わからないのか? くそっ、なんでみんな英語を話してるんだ?(Wakaranai no ka? Kuso, nande minna Eigo o hanashiterun da?)"
Genç biraz öfkeli bir ifadeyle tekrar konuştu— bu sefer daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.
"Ah... Neden içimde kötü bir his var? Sanki bize kötü bir şey söyledi..."
Sayan gülümsedi ve bir an alay edecek gibi gözüktü; ancak sonra iç çekti.
"Eh, ne diyebilirim? Seni iyice tanıyana kadar içgüdülerin hakkında yorum yapmayacağım."
"レンジ、言葉に気をつけて、彼らは私たちのお客様だよ!(Renji, kotoba ni ki o tsukete, karera wa watashitachi no okyaku-sama da yo!)"
Aniden tek katlı bir kulübeye benzeyen, ama tahta, geniş çatılı ve sağlam gözüken Dojo binasından çıkan bir adam, Japonca bir şeyler bağırdı. Genç, onun bağırışını duyunca, suçlu bir ifadeyle başını eğdi ve geri çekildi.
Adam hararetli hararetli, Japonca bir şeyler daha söyledi. Daha sonra onların önünde hafifçe eğildi ve sonunda onların anlayabileceği bir dilde konuştu.
"Ah, öğrencimi affedin lütfen... Hoş geldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim?"
"Sanırım siz baş öğretmensiniz."
Sayan rahatlayarak gülümserken, Thiago daha abartılı bir tepkiyle, göğsünü tutarak iç çekti.
"Ah! Sonunda İngilizce bilen biri!"
Adam saygılı ve nazik duruşunu bozmadı ve Sayan'ın kendisine yönelttiği soruyu sakince cevapladı.
"Evet, ben bu Dojo'nun baş hocasıyım... Öğrencim adına bir kez daha affınızı diliyorum, hala İngilizce öğrenmek istemiyor."
Sayan güldüğünü gizlemek için kibarca eliyle ağzını kapatmayı denerken, Thiago kahkaha attı.
"Oh, bu iyi... Onunla konuşmak için Japonca öğrenebilirim sanırım. İnatçı insanlara bayılırım— ama uzun süre tahammül edebileceğimi sanmıyorum. Kim bilir, belki de onun inadını kırabilirim—"
"Thiago."
Sayan onu dirseğiyle dürttü ve fısıldayarak uyardı.
"Lütfen. Adamda iyi bir izlenim uyandırmamız gerekiyor."
Adamsa, aldırmamış gibi gözüküyordu. Öğrencisine döndü ve bir şeyler söyledi.
Nötr ifadesini hala koruyan genç, hafifçe başını eğerek selam verdi ve Dojo binasına girdi.
"Pekala, size nasıl yardımcı olabilirim? Kılıç eğitimi mi, Judo mu, yoksa ikisini birden mi öğrenmek istiyorsunuz?"
İki genç de dondu.
Sonra Thiago'nun bağırışı duyuldu.
"Kimse bana kılıçlardan bahsetmedi???!"
...
"Oh, bakın, Shiroken geldi!"
Dojonun içinde, alçak, sedir tarzı kanepelerde oturan gençler, odaya giren orta boylu, soluk tenli, çekik gözlü ve koyu renk, dalgalı saçlı kişiyi görünce neşelendiler ve el salladılar. Ama hareketlerinde hafif bir alaycılık vardı.
Çünkü bu kişi, aralarındaki en genç kişi olan Renji'ydi. Ve en çok dalga geçilen.
Sert ve keskin yüz hatları, soğukkanlı ve disiplinli yapısı yüzünden, esprileri asla anlamazdı ve ciddiye alırdı; bu yüzden daima "おバカ レンジ (O-baka Renji- Aptal Renji)" olarak anılırdı. Ancak adı geçen özellikleri, tüm bu alayları kâle almaması için yeterliydi.
"Eee, kiminle konuşuyordun az önce? Bu sefer seni anlayan çıktı mı bari?"
Gençlerden biri öne hafifçe eğilerek, sakince bir yere oturan Renji'ye baktı ve alaycı tonunu örtbas etmeye çalışarak sordu.
Renji alayı yine anlamadı ve aynı ifadeyle arkadaşlarına (şüpheli?) baktı. "Hayır. Japonca bilmiyorlardı. Öğretmen öyle dedi."
Gençlerin hepsi güldüler ve bir tanesi çenesinin altını okşadı.
"Çok safsın. Kim bilir nereliler, neden Japonca öğrensinler ki?"
"Buraya geleceklerse öğrenmek zorundalar."
Renji ciddiyetle cevap verdi ama bu ciddiyeti yalnızca daha fazla gülüşmeye neden oldu.
"Küçük Shiroken asla büyümeyecek."
Büyüklerden biri gülerken, Renji'nin saçlarını karıştırdı ve aslında zaten sabrının son demlerinde olan gencin patlamasına neden oldu.
"Bana bebek gibi davranmayı kesin! Ben büyüdüm, siyah kuşaktayım ve en genç kılıç ustası lakabını alan da bendim! Sizin aksinize!"
"Sakin ol 小さな日本人 (Küçük Japon). Biz senin üstleriniz."
"Hahaha... Kılıç ustasıymış... Bu ne işe yarıyor ki? Hala saf ve masumsun, küçük."
Renji suratını asarken, tekrar çıkıştı.
"Küçük değilim! 17 yaşımı bitirdim!"
"Hala reşit sayılmazsın."
Gençlerin cevabı bu oldu ve çocuksu bir öfke yaşayan Renji'yi aralarına oturttular.
"Sizi aptallar... Dersten başka her şeyi düşünün..."
Renji kollarını kavuşturdu ve homurdandı ama bir tanesi şaka yollu alnına vurdu.
"Tamam, yeter artık küçük Shiroken. Hocamız senin argo konuştuğunu duymasa iyi olur. Hepimizi yeminle kovar bu dojodan."
...
"Evet, yeni öğrenciler. Hemen derse başlamayacaksınız. Önce burada eğitim görenlerle tanışın."
Öğretmen -ki adı Akira'ydı ama herkes ona "偉大な剣士 (Idene Kenshin)", yani Büyük Kılıç Ustası derdi.
Öğretmen Akira keskin bakışlarıyla yeni öğrencileri süzdü ve arkasında büyükten küçüğe sıralanmış 10 genci işaret etti.
"Bu Daiki, en büyüğünüz. Kendisi 26 yaşında bir kılıç ustası. Kılıç eğitmenlerinden biri. Bu Aoi, Daiki'nin kardeşi ancak o ilk seviye Judo eğitmeni ve öğrencisi. Arata, Enkai, Kaimen, Suiiki, Aiko, Asahi, Haru. Orta ve ileri seviye Judo eğitmenleri."
Akira son öğrencisine dönerken, diğer gençler belli etmeden gülüyorlardı.
"Bu Renji. En küçüğü ancak En Genç Kılıç Ustası lakabını alan kişi. Orta ve ileri seviye kılıç eğitmeni ve aynı zamanda tüm seviyelerde Judo eğitmeni. Birçok lakabı var ama bunları zamanla kendiniz keşfetmelisiniz."
Sonra yeni öğrencileri ciddiyetle süzdü.
"Şimdi kendinizi ve nereli olduğunuzu belirtin lütfen."
Thiago gururla gülümsedi.
"Thiago; Brezilya'dan."
Sayan nötr ifadesiyle uyumlu bir tonda konuştu.
"Sayan; Moğolistan."
"Prasert; Tayland."
"Tjoren; İsveç."
"Diego; Meksika~"
"Aryan; Hindistan."
"Pekala, isimlerinizin yerine yakında lakaplar yerleşebilir... Hepiniz Judo ve Kılıç eğitimi almayacaksınız, önce kabiliyetiniz test edilecek."
Yedi genç de başını salladı.
"Sorusu olan?"
Kimseden çıt çıkmadı. Sadece bir el havaya kalktı.
Akira kaşını kaldırdı. "Renji?"
"Japonca öğrenecekler mi?"
Gençler gülmemek için birbirlerini çimdiklerken, Akira başını iki yana salladı.
"Hayır, Küçük Shiroken. Sen İngilizce öğreneceksin. Diğer arkadaşların gibi."
...
"Vay canına yorgunluktan ölüyorum."
Thiago dojoda kendilerine verilen odadaki yatağına yıkılırken, derin bir iç çekti.
"Yarın sabah ilk eğitim var ve çok erken başlıyor... Uf, kabiliyet testi bile bu kadar yorucuysa, eğitimi hayal edemiyorum... Üstelik telefonumu kullanamayacağım..."
"Yarın sabah eğitim var ve dediğin gibi erken başlayacak. Bu yüzden eşyalarını yerleştirir yerleştirmez susarsan çok mutlu olurum Thiago."
Bu sırada kendi valizini yerleştirmekte olan Sayan, Thiago'ya uyarıcı bir bakış attı.
Thiago bir an valizini bıraktı ve dolabının önüne çökerken özlemle iç çekti.
"Ah, şuan bu azarlayıcı ton sadece iyi geliyor... Geleli yalnızca 12 saat oldu— yani, hayır. Saō Paulo'dan buraya gelmek 1 gün 2 saati alıyor ama... Her neyse işte, anladın... Brezilya'yı özlüyorum... O sıcaklığı, insanları... Annemi, babamı, kardeşlerimi... Eğer buraya gelmeseydim şuan birlikte neşeli bir akşam yemeği yiyor olabilirdik."
"Zaman farkı vardır muhtemelen."
Sayan anın tadını bir anlığına kaçırdı ve bunu fark edince, bir an durdu ve iç çekti.
"Özlemedim desem yalan olur... Ama at çiftliğinde çalışmayı kesinlikle özlemedim. İğrenç ve sıkıcı bir iş. Aileme gelirsek... Eh, pek konuşkan değiller, yani düşündüğün aile sofrasını özlemiyorum. Ama benimle aynı odayı paylaşan erkek kardeşimi özlüyorum."
"Oh, bu tuhaf ve mesleğin ilginç."
Thiago kıkırdadı.
"Ben kahve ağaçlarından kahve topluyor, onları, bildiğimiz kahve haline getirilmesi için fabrikaya götürüyor ve sonra paketleyip yerli üretim olarak satıyordum. Ara sıra birkaç paket aşırırdım ve annem beni azarlardı."
"Çok eğlenceli bir ailen var. Benim ailem sade ve sessiz insanlardır. Hatta seni yadırgıyor olma nedenim de bu sanırım."
Sonunda eşyalarını yerleştiren Sayan, düşünceli bir şekilde mırıldandı.
"Biz Brezilyalılar öyleyizdir, inan bana. Rahat, neşeli ve sıcakkanlı ki, bunun nedeni de ortada. Ekvator bölgesindeyiz."
Thiago Sayan'a göz kırptı ve eşyalarını yerleştirmeye devam etti.
"Ah, bunlar çok fazla değil mi?"
Sayan yeni arkadaşına inanamayarak bakarken, Thiago kıkırdadı.
"Boş ver, ben çok renkli giyinirim... Hadi yatalım artık, geri kalanını sonra yerleştiririm."
"Tamam..."
Thiago odada yanan mumu -odalar böyleydi- üfleyerek söndürdü ve yatarken, kendi kendine mırıldandı.
"İyi geceler kardeşim..."
Sayan 19 yaşında olan ama çocuksu davranan gence sessizce güldü. Ancak bir karşılığa ihtiyacı olduğunu düşünerek, mırıldandı.
"İyi geceler..."
Devam edecek...
Eminim birini hatırladın.
Yorumlar
Yorum Gönder