KAYIP FIRTINA- 20. BÖLÜM

 20. Bölüm: Yine hep Birlikteyiz, Her Zaman Olduğu Gibi!

"Assalamualaikum~! Biz geldik~!"

Taufan oldukça gür bir sesle bağırarak eve girdi. Halilintar'ı taşıyor olmasına rağmen son derece dinçti ve eve en önde girmişti.

"Waalaikumusselam... Eh? Halilintar'a ne oldu?"

Iman şaşkınlık içerisinde sordu ve sorgulayan bakışlarını Taufan'a dikti.

"Yoksa onu öptün ve gerçekten bayıldı mı?"

(Gizli not: Taufan bir keresinde sırf şaşırtmak için Halilintar'ı öpmüştü ve Halilintar bunu yaptığında bayılmak istediğini söylemişti.)

"Hayır abla, saçmalama!! Kendisi bayıldı tabii ki..."

Taufan kıkırdadı ve Halilintar'ı Gelap'a, biraz endişeli gözüken Iman'a ve gizlice gülen Emily'e gösterdi.

"Abla, rica etsem sadece bakmak yerine onu alabilir misin? Yoksa korkarım düşüreceğim..."

"Hahaha, onu bir bebek gibi yere düşürdüğünü hayal edemiyorum... Ama alacağım, çünkü gerçekten çok yorulmuş gözüküyorsun."

Iman somurtan kardeşinin yanağını sıktı ve Halilintar'ı aldı. Yukarı çıkmadan önce, kucağında her şeyden habersiz bir şekilde baygın yatan Halilintar'a baktı ve kendi kendine mırıldandı.

"Gerçekten de geri döndü ha?..."

Bu kez alay etme sırası, mırıldanmayı duyan Taufan'daydı.

"Ah, sanki geçtiğimiz bir ay yoktu?"

Iman onun bu kinayesine gülerek yukarı çıkarken, diğerleri de rahatlayabilmek için yukarı çıkıyor— daha doğrusu çıkmaya çalışıyorlardı.

"Ufff, beni eziyorsun Blaze!"

Solar kendisini, merdivende duran biri için fazla tehlikeli bir şekilde ittiren Blaze'e bağırdı. Blaze'se, döndü ve parmağı gözüne dayayarak, 'pışıık' diyerek resmen onu kâle almadı.

Duri kıkırdadı.

"Sanırım birileri duş sırasını kaptıracak."

"Aih, her zamanki gibi..."


Gempa iç çekti ve başını iki yana salladı.

...

"Öf, birazdan duş gerçekten çok pis olacak."

Iman derin bir iç çekti ve duş sırası bekleyen yedizlere baktı.

"Biriniz boş durmasın da Hali'yi aşağıdaki banyoya götürsün. Az önce uyandı ve çarşafları yeni değiştirdiğim için yatağına oturmasına izin vermeyince, bana kızdı— yani, bu halde ne kadar yapabilirse tabii."

"Yok artık abla..."

Blaze gözlerini devirdi.

"Ne 'yok artık abla'? Çarşaflarla sen boğuşmuyorsun tabii." dedi Iman azarlarcasına ve devam etti. "Dediğimi yapın. Hali önümüzdeki günlerde yatacak gibi gözüküyor ve onun çamurlu haliyle kalmasını istemiyorum."

"Tamam abla, sen merak etme. Taufan çıksın, ondan isterim."

Gempa evdeki en sorumlu kişi olarak, Iman'ı geçiştirmeyi başaran kişi oldu (ne yazık ki pek takdir görmedi).

(Bir süre sonra)

"Hey Gem..."

Blaze son zamanlara kıyasla son derece gözüken üçüncü yedizi dürttü ve sadece Gempa'nın karşı koyabileceği bir bakış attı (Blaze genellikle yalvarmaz, bu yüzden yalvardığı zaman kimse ona karşı koyamaz).

"Çok üzgünüm Blaze ama sıramı sana veremem. O duşa ihtiyacım olduğunu sen de en az benim kadar iyi biliyorsun. Kavga etmeseydin benden önde olurdun. Bak, Ais bile senden önde."

"Ahh..."

Blaze suratını astı ve inledi. Ne yazık ki konu tartışmaya kapalıydı.

"Ah, sıra demişken..."

Gempa düşünceli, biraz da kaygılı bir ifadeyle konuştu.

"Hali duş sırasını bekleyemez ki. İlk sırayı ona mı vermeliydik?"

"Bence onu aşağı kata yönlendirelim."

Beklenmedik bir şekilde, bu fikir Solar'a aitti.

"İyi fikir."

...

15 dakika sonra, banyodan çıkan Taufan, tüm yedizlerle karşılaşınca, korkuyla çığlık attı.

"Ne oluyor ya— Siz ne bekliyorsunuz burada? Ödümü patlattınız!!"

Solar gözlerini devirdi.

"Sence ne bekliyor olabiliriz?"

Taufan bir an dondu. Sonra aydınlandı— ve gergince kıkırdadı.

"Ah, tabii ki de beni bekliyorsunuz değil mi? Tamam, ben gidiyorum o zaman... Size iyi beklemeler!"

...

Taufan inatla ayağa kalkmayan Halilintar'ın kolunu aynı inatla çekerken, kaşlarını çattı.

"Uuuuf, kalk Halii! Bu inatla bir yere varamazsın kardeşim! Sen inatsan, ben senden daha inadım!"

"Yürüyemeyeceğimi söyledim ve sen hala ısrarla inat ettiğimi söylüyorsun."

Halilintar boş bir ifadeyle Taufan'a baktı— ama tek aldığı cevap, küçük bir fiske oldu.

"Bahane üretme! Seni iyi tanıyorum, bu yüzden hemen kalk!"

Halilintar iç çekti ve Taufan'ın kendisini ayağa kaldırmasına izin verdi. O bitkince merdivenlere yürürken, Taufan onu itelemeye devam etti.

"Hadiii, daha hızlı! Birazdan gireceğin sıcak duşu düşün!"

"Beni. İtelemeyi. Hemen. Kes... Ayrıca duşun sıcak olduğunu nereden biliyorsun?"

Halilintar gözlerini kıstı ve Taufan'a kuşkulu bir bakış attı.

"Genellikle senden sonra banyoya ben giriyorum ve her taraf buhar içinde oluyor. Ayrıca her zaman sabunu köpüklü bırakıyorsun— hey, konuyu dağıtma!"

"Tamam, neredeyse başarılı bir girişimdi..."

Halilintar iç çekti ve merdivenlerden inerken düşüyormuş gibi yaparak Taufan'ı korkuttu.

"A-a-a-a-a HALİİİİ!! Seni bu merdivenlerden aşağı yuvarlamak çok iyi olurdu biliyor muydun?! Bir kez daha ısrar edersen fena olur! Şimdi yürü!"

"Sanırım tacımı kaptırdım."

Taufan'dan bir fiske daha yiyen Halilintar homurdandı.

"Son zamanlarda herkes bana emir vermeye alışmış gibi gözüküyor."

"Tek kelime daha edersen yemin ediyorum—"

"Öf, tamam, girdim işte bak!"

...

Tabii ki sonraları Taufan'a bol bol şükretmesi gerekti, çünkü o akşam daha da kötüleşti.

"Hali?"

Gempa aralık kapıdan başını uzattı ve tabiri caizse yatağa düşmüş olan Halilintar'a endişeli bir bakış attı. "İyi olduğundan emin misin?"

"Sana dedim, ben iyiyim— ergh..."

Gempa gözlerini kıstı.

"Diyorsun... Bana pek öyle gelmedi nedense. Niçin inlediğini sorabilir miyim o zaman?"

Halilintar sızlandı ve başını yastığına gömdü.

"Oouuuf Gem... Zaten yanıyorum... Üzerime gelme..."

"Duygu sömürüsü yapmayı kes. Sana hasta olduğunu söylemiştim değil mi?"

Gempa Halilintar'ın ellerini ustaca savuşturdu ve alnına dokundu. Kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı.

"Demiştim değil mi? Hastasın."

"Tamam... Ama ölmeden önce ben kurtar..."

Gempa güldü.

"Seni ablama havale edeceğim."

Halilintar gözlerini hızla açtı ve doğruldu. Belirsiz bir şekilde nefes nefese kalmıştı.

"Hayır hayır! Onu istemem! Ouf, felaket..."

...

"Hali. Umarım uyumadın?"

Iman odaya girerken, ürpertici derecede sakin ama içinde bir sorgulama kıvılcımı taşıyan bir tonda sordu.

"Evet evet... Az önce, 'sakın uyuma' dememiş miydin?"

Halilintar gözlerini devirdi ve karşılığında Iman omzuna bir tane çaktı (çok da sert çakamıyor ama olsun).

"Bana gözlerini devirme! Daha dur, sen iyileşene kadar başından ayrılmayacağım..."

Tüm bu kızmalarına rağmen, Iman Halilintar'ı, gece, uykusunda huzursuz olduğunda, onun için son derece kaygılanacak kadar umursuyordu aslında.

"Ah... Umarım ateşi düşer, umarım ateşi düşer..."

Iman elini Halilintar'ın alnına koyarken, kaygıyla dudaklarını kemirdi. Aslında çok da endişelenmesine gerek yoktu, çünkü Halilintar bağışıklığı zayıfladığında bile, diğerlerine kıyasla son derece güçlüydü.

Ama yine de, tüm gece Halilintar'ın başında beklemeye karar verdi ve elini alnından çekmedi.

"Abla..."

Halilintar neredeyse uykusunda sayıkladı ve bu bile Iman'ın makineli tüfek gibi soru sormasına neden oldu.

"Hah— İyi misin Hali? Daha iyi hissediyor musun?"

"Abla... Çok sıcak..."

"Hufh... Tek sorun bu olsun yeter ki... Bu geçecek tamam mı? Sen uyumaya çalış..."

"Git yat... Yanımda beklemeyi bırak artık, saat gece yarısını geçti..."

Halilintar ona sırtını döndü ve mırıldandı.

"Pekala... Ama bir şey olursa lütfen bana söyle, tamam mı?"

"Uff, bi' git abla..."

Iman suratını astı.

"Besle kargayı oysun gözünü. İstesen de gelmek istemeyeceğim muhtemelen."

...

Tüm bu şımartmalarla birlikte -herkes onu ölesiye özlemişti çünkü- Halilintar yavaş yavaş iyileşti ve eski, dik duruşu geri geldi. Sert ve affetmez bakışlar? Hayır hayır, o Halilintar artık yoktu.

Elbette Taufan kadar sırıtmıyordu ve kesinlikle gülümsemekte beceriksizdi (sürekli eliyle ağzını kapatırdı ama herkes onun gülümsemesini değil, gamzelerini sakladığını bilirdi). Ancak bakışları kesinlikle yumuşamıştı— davranışları gibi (Blaze bu davranışlara layık olmadığı gerekçesiyle, farklı davranışlardan pay almadı). Ara sıra kardeşlerinin başını okşamak gibi küçük jestler göstermeye başlamıştı. Espri anlayışı hala kuru ve bayattı -öğ- ama en azından bazı şakalara gülebiliyordu.

Ama en önemlisi şuydu. Kardeşlerinin değerini bilerek hareket ediyordu. Evet, Blaze'le hala deli gibi kavga ediyorlardı ama asla onu incitmiyordu. Asla (şüpheli haber). Hikayeden çıkarılan ders diyeceğim— klişe olduğu için güleceksiniz ama aslında doğru. Halilintar tüm bunlardan öncesine baktığında, kendini gördü:

"Bencil. Bencil. Düşüncesiz. Belki biraz da saf."

Hayır hayır, kesinlikle kendine haksızlık etmemişti. O tam olarak buydu. Şimdi de mükemmel değildi, -asla da olamayacağı bir şeydi mükemmellik- ama en azından daha iyiydi. Taufan onunla konuşurken daha da rahattı (eh, o her zaman rahat gözüküyordu ama Halilintar onun gergin gülüşüyle içten kahkahasını ayırabiliyordu).

Ehem, ve tabii ki komik bir gerçek daha. Tsundere özelliği yavaş yavaş siliniyordu.

— Eee, Solar için aynı şeyi söyleyemem.

"Ngh! Şunu yapmayı keser misin?! İğrenç~!"

Solar yanağını sildi ve sırıtan Halilintar'a son derece pis bir bakış attı.

"Ne yapacaksın Sunshine? Beni uzaya mı fırlatacaksın?"

Solar öfkeyle homurdandı ve sonra beklenmedik bir şekilde Halilintar'a çıkıştı.

"Travmamı bana karşı kullanmaya mı çalışıyorsun?!"

Halilintar parmaklarının ucunda durarak kendi boyuna yetişen Solar'a güldü ve onu ittirdi.

"Evet, tam olarak bunu yapıyorum."

"Ve az önce beni öptün."

"Evet, çünkü gıcık oldun. Ve kızman çok eğlenceli."

"(¬_¬")"

Solar öfkeli bir bakış attıktan sonra, çalışma masasına geri oturdu ama kaos henüz başlıyordu.

"Halii!! Seni rahat bırakacağımı sanıyorduysan çok fena yanıldın."

Odanın kapısını pek de medeni bir şekilde açmayan Taufan, kulağa çılgınca gelen bir kahkaha attı ve resmen şok geçiren Halilintar'ı yere serdi.

"Ders çalışmaya çalışıyorum ve— odaklanmaya çalışıyorum ve— siz ikiniz kavga ediyorsunuz!"

Solar başını masaya koydu ve yumruğuyla masaya vurdu.

"Oooouuuf, gidin başka yerde kavga ediin!"

"Kavga etmiyoruz, yani etmiyor, ben onu zorluyorum haha!"

Taufan kıkırdadı ve üstüne oturduğu için inleyen Halilintar'ın yanaklarını sıktı.

"NGAAA ÇEK ELLERİNİ—! Bekle, hayır— KALK ÜZERİMDEN!"

"Oooh, ben hafif gelmiş olmalıyım...."

Taufan Halilintar'ın tüm itirazlarını görmezden gelerek onun üzerine uzandı ve Solar'a göz kırptı.

"Hadi Sol, ne bekliyorsun? Pastanın üçüncü katı ol!"

Solar iç çekti. "Sanırım başka bir şey yapmama imkan yok... Tamam..."

"Hayır, hayır, hayır, saçmalamayın, BEN O AĞIRLIĞI KALDIRAMAm— oooww!"

Halilintar'ın sesi, ağırlık yüzünden zayıfladı ve bu yüzden dikkate alınmadı.

"Oh, bensiz eğleniyor musunuz? Hem de pastacılık oyunu oynayarak? Geliyorum, bekle Hali!"

Odaya giren Duri, herkesin soğuk terler dökmesine neden olarak, Solar'ın üstüne çıktı— hayır atladı ve bu diğer ikisinin de inlemesine neden oldu.

"AAAAH!! ÖLMEDEN ÖNCE ÜZERİMDEN KALKIN, YALVARIYORUM KALKIN! NEFES ALAMIYORUM!"

Halilintar tüm gücüyle bağırırken, onları üstünden atmaya çalıştı ama ağırlık çok fazlaydı.

"Elli beş kilo, elli bir kilo daha 106 kilo, ve yüz altı kilo 48 kilo daha—"

"EZİLMEM İÇİN YETERLİ DEĞİL Mİ SENCE?!!"

Halilintar inledi ve son bir güçle bağırdı.

"GEMPAAAAAA KURTAR BENİİ!"

"Ne oluyor burada, deminden beri bağırıp duruyorsunuz—"

Gempa manzarayı gördüğünde, dondu. Sonra gözlerini kapattı ve karanlık gülümsemesi geri geldi.

"Öhöm? Ona ne yapıyorsunuz?"

Herkes hemen toz oldu ve Gempa'nın olmadığı bir yere kaçtı.

Gempa Halilintar'ın bileğini tutarak kalkmasına yardım ederken, kıkırdadı.

"Seni gerçekten özlediler. Gerçek seni özlediler."

"Ben buna saplantı derdim ama neyse..."

Halilintar suratını astı ve biraz yalnız kalmak için odasına gitti.

Ama kardeşleriyle oynamayı özlemişti gerçekten. 14 yaşında olmak, tsundere olmak, hiçbir şeyi değiştirmiyordu.

Kayıp Fırtına Final'de görüşmek üzere!

Vaktini ayıran herkese teşekkür ederim!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11