KAYIP FIRTINA - 21. BÖLÜM (FİNAL)
21 (Final): Gün doğarken...
"Gempa, bir şey sorabilir miyim?"
Emily heyecanlı ama sessiz bir şekilde sordu ve şaşkınlıkla başını sallayan Gempa'yı mutfağa sürükledi.
"Ah... Bir sorun mu var? Diğerleri seni rahatsız mı etti?"
Gempa şaşkınlıkla kaşlarını çatarken, Emily hızla çevreyi kontrol etti. Kimsenin olmadığından emin olunca, alçak sesle, "Hali'yi sahil götürmem gerek..." dedi. Hafifçe zıplarken, beklenti dolu gözlerle Gempa'ya baktı. "Lütfen lütfen lütfeeen!"
Gempa kıkırdadı.
"Olabilir. Benim açımdan bir sorun yok. Ama onu Taufan'dan ayırman gerek. O ikisi gece birlikte uyumuşlardı— Taufan'ın Hali'ye ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun."
"Ah, o sorun değil."
Emily sırıttı ve gururlu bir ifadeyle duruşunu dikleştirdi.
"Onu ikna etmek çok kolay."
Gempa gülümseyerek, koşarak yukarı çıkan Emily'nin arkasından baktı.
"Sanırım gerçekten de onu ikna edecek."
...
Emily Ori'nin odasına girerken, bir tilki kadar sessizdi. Yani, şeye kadar— oturarak uyuyan Halilintar'ı görene kadar.
"Pffft— neden böyle uyuyor ki?"
Aslında sebebi yaslandığı yatağını işgal eden Taufan'da saklıydı. Yani, uyurken çok hareketliydi ve Halilintar asla o kadar harekete gelemezdi. Bu yüzden oturarak uyumayı tercih etmiş olmalıydı.
"Eh, öyleyse Taufan'dan izin almama gerek yok..."
Emily omuz silkti ve bakışları yavaşça Halilintar'a kaydı. Hahaaa, bu çok eğlenceli olacaktı!
Halilintar kollarını kavuşturmuştu, başı göğsüne eğikti ve ifadesi gündüzden çok daha farklı olarak huzurluydu.
Emily onun önüne çökerken, sırıttı. Aklına birçok şaka fikri gelmişti ama hepsi Halilintar'ı çıldırtırdı. Yok yok, şimdilik çıldırmamalıydı.
Bu yüzden tek yaptığı arkadaşının omzuna dokunmak oldu.
"Hali... Hali, ben kimim biliyor musun?"
Ohh, işte uyanıyordu!
Halilintar gözlerini ovuşturdu ama uyanmaya niyetli görünmüyordu. Uykulu bir tonda mırıldandı.
"Sen kimsin... Ne bileyim ben?..."
"Gözlerini aç, görürsün... KALKASANA HALİ!"
"Woi!"
Halilintar Emily'nin bağırışı üzerine şoka uğrayarak gözlerini açtı ve sersemlemiş bir şekilde ona baktı.
"Ne oluyor be?"
"Diyorum ki... KALK ÇABUK!"
"Ah, kulaklarım..."
Halilintar yüzünü buruşturdu. Bu şekilde uyandırılmaya alışkın olduğu söylenemezdi.
Emily Halilintar'ı bileğinden tutarak ayağa kaldırdı ve banyoya sürükledi. Sonunda banyoya girdiğinde, memnun bir şekilde gülümsedi ve...
"Çabuk ol Hali! Fazla bekleyemem!"
Bu banyodaki Halilinntar'ın öfkeyle bağırmasına yetti:
"Kapa çeneni artık!!"
...
Birlikte sahile geldiler. Burası denizin derin olduğu taraflardı, bu yüzden sadece kaldırım vardı. Plaj yapılmamıştı (Beykoz sahili gibi düşünebilirsiniz).
İkisi de deniz kenarına çöktüler ve ayaklarının altındaki suya bakarken, sessizce durdular.
"İyi ki gelmişiz değil mi?"
Emily sessizliği bölerek konuşurken, iç çekti ve kahverengi gözlerini ufka dikti.
"Tabii tabii, hem de daha güneş doğmamışken daha iyi oluyor."
Halilintar onu iğnelemekten geri durmadı ve gözlerini devirdi.
"Neden bu saatte buraya gelmek isteyesin ki?"
"Çünkü bu saatte burası çok güzel." dedi Emily, yerden bir taş aldı ve denize fırlattı. Bacaklarını sallarken, yüzünde hafif bir gülümseme oluştu.
"Duygularımı anlatmak için en uygunu..."
Halilintar onu ciddiye almış gibi görünmüyordu. Yavaşça yaklaştı ve o da Emily'nin yanına çöktü. Denize bir an tereddütle baktıktan sonra, bacaklarını uzatabileceğine karar verdi. Ayakkabılarını ıslatacak kadar yüksek görünmüyordu.
Kısa bir süre sonra, ufukta güneş belirdi ve ikisinin yüzüne vurdu.
"İşte, sonunda güneş doğdu..."
Emily gözlerini kapattı ve gülümsedi.
Halilintar kayıtsız bir ifadeyle onu izliyordu.
"Ne düşünüyorsun? Aniden fazla neşeli gözüktün."
"Oh, edebiyat yapmaktan pek hoşlanmam ama, seni düşünüyordum, evet." Emily kıkırdadı ve tepkisini görmek için ona baktı.
Halilintar'ın ifadesinde bir değişiklik olmadı. Hatta, "Ben ne alaka?" diyerek onu tersledi.
"Bilmem. Gün doğumu ve gün batımında oluşan o kırmızı tonlar bana seni hatırlatıyor. Sen ve senin her şeyin, saymakla bitmiyor da. Kırmızı bağımlısı..."
Emily onun suratını astığı halde kızaran yanaklarını görünce, keyifle dilini çıkardı. İşte bu kadar kolaydı.
"Buraya oturmaya geldim, gün batımına benzetilmeye değil." diye homurdandı Halilintar ama dudaklarının kenarındaki o gülümseme sayılabilecek kıvrılma Emily'nin gözünden kaçmadı.
"Ama bunu seviyorsun Halilintar."
"Sevmiyorum."
"Seviyorsun."
"Sevmiyorum dedim!"
"Tamam tamam, öyle diyorsan öyledir."
Emily küçük bir iç çekti ve bakışlarını tekrar denize, ufka dikti.
"Ama... Aslında ciddiydim."
Halilintar kaşlarını kaldırdı. "Ne konuda?"
"Gün batımına bakınca gerçekten seni hatırlıyorum. Aslında düşününce, Solar'ı hatırlamak mantıklı olurdu. O da Güneş, ve bu da güneş."
Halilintar homurdandı ve sıkıntıyla yanaklarını şişirdi.
"O zaman öyle yap. Mantıklı olur."
"Hmm, peki. Bir şey soracağım... Sevgi mantıklı bir şey mi sence?"
Halilintar bu işin nereye varacağından emin değildi ama, yine de itiraf etmek zorundaydı.
"... Hayır. Sevginin mantıkla alakası yok."
Emily gülümsedi.
"İşte bu. Başından beri tüm mesele buydu. Seni hatırlıyorum çünkü... Mantıklı bir şey değil bu. Benim isteyerek yaptığım bir şey değil."
"Of..."
Halilintar iç çekti. "Yani başından beri işin Amourbot'la alakası yok muydu?"
"Hayır." Emily gülümseyerek başını iki yana salladı. "Ben seni sevdiğim konusunda asla yalan söylemedim."
"Önce beni kardeşin olarak gördüğünü söylüyorsun, sonra başka türlü sevdiğini söylüyorsun. Amacın ne senin?"
Halilintar bir kez daha iç çekti. Kendini on yıl daha yaşlanmış gibi hissederek, denize bir taş attı.
"İlk böyle yorumlamıştım. Ama sonra... Seni gördüğümde heyecanlandığımı fark ettim. Ama diğerlerinde böyle bir şey olmuyordu."
Emily yuvarlak, pürüzsüz bir taşı aldı ve atabildiği kadar uzağa attı.
"Ve bu, karmaşık duygular hissetmeme neden oldu. Bunu sana nasıl diyecektim? 'Kendimi kabul ettirebilecek miyim? Ya reddedilirsem?' gibi sorular aklımı kurcalıyordu. En kısa sürede sana söylemeli ve buna göre seni unutmalıydım ya da seni bilerek yaşamalıydım."
"Oldukça büyük bir karar..." diye itiraf etti Halilintar. "Açıkçası, benim için sevgiyi kabullenmek her zaman zor oldu. Buunn sadece hissedilebilen bir şey olduğunu, dillendirmeye gerek olmadığını düşünüyordum. Eminim ki hiç çekinmeden seni seviyorum dediğim tek kişi annemdir. Ama, ama... Bilemiyorum, buna şuan karar vermek istediğimden emin değilim."
"Aslında... Bir açıdan doğru. Öyleyse söz vermeye ne dersin? 6 yıl sonra burada buluşabiliriz."
Emily neşeyle serçe parmağını uzattı.
"Akıllıca."
Halilintar başını salladı ve arkadaşına serçe parmak sözü verdi.
"Ama o zaman için söz veremeyeceğim. Umarım seni unutmam." Güldü ve ekledi: "Malum, çok unutkan biriyim."
"Ish, Hali!"
Emily gülerek onun omzuna vurdu ve ayağa kalktı.
"Hadi eve dönelim. Diğerleri uyanmış olmalı..."
...
"—"
"—li!"
"Hali!"
"WAh!"
Halilintar irkildi ve gözlerini açtı. "Ne oluyor?!"
"Off, iki saattir seni uyandırmaya çalışıyorum, ne olacak?"
Taufan söylenerek iç çekti. "Hadi, çabuk kahvaltıya gel artık!"
Taufan aşağı inerken, Halilintar odada yalnız kalmıştı. Neler olduğunu bilmiyordu. Az önceki her şey... Rüya mıydı? Bir rüya için çok anlamlı değil miydi?
Ama...
Hoşlanmıştı...
Emily'le olan sözü ve sakince konuşmak...
Acaba Emily ne düşünürdü?
Halilintar kimse yokken utancını boşaltmak için dilediğinde güldü.
Son.
Oh, bu güzel ve tatlı bir sondu. Yeterince duygusaldı ah. Ağlayacağım sanırım. Mendili olan var mı?
Yorumlar
Yorum Gönder