LİES- BÖLÜM 4
/Erin'in Gülü\ 4: Kalbinin yarısı
Gittikçe büyüyüp serpilen Halilintar'ın utangaçlığında gram azalma olmadı. Aksine, daha da sessizleşti ve yetim çocuklarla birlikte kalırken, kız kardeşinin dibinden ayrılmaz oldu.
Ancak Bayan Erin ile olan bağı hala oldukça kuvvetliydi.
"Anne!"
Bir akşam daha, Erin onları almaya geldiğinde, Halilintar kız kardeşini geride bırakarak, koştu ve annesinin kollarına atıldı.
Bayan Erin gülümseyerek, hala sadece altı yaşında olan Halilintar'ın yüzünü avuçladı ve etkileyici kırmızı gözlerine baktı.
Ondan bir yaş kadar büyük olan kız kardeşi Aurora gülümseyerek yaklaştı. Annesi bir koluyla onu kendine çekerken, Aurora annesine baktı.
"Lin bugün ilk defa başkasıyla konuştu."
Halilintar'ın gözleri kocaman açıldı ve kız kardeşinin ağzını kapatmaya çalıştı.
"Hayır, Lin yapmadı!"
"A-aaah, ağlama Lin... Neden bu kadar utangaçsın?"
Halilintar gözlerini sildi ve annesinin kucağından yere atladı.
"Utangaç değilim!... Ben yatmaya gidiyorum, konuşmak istemiyorum."
Aurora Halilintar'ın üzerine atıldı ve onu yere serdi.
"Ahahaha! Yapma! Ablaa~ beni gıdıklamayı kes!"
Bayan Erin şefkatle gülümserken, gözü saate çarpınca durdu.
"Ah, hadi bakalım, yatma vakti. Vakit geç oldu."
Halilintar yatarken bile, Aurora'ya çıkışmaya devam etti. Hıh, anlaşılan Aurora onu gerçekten kızdırmıştı.
Halilintar annesinin uyarısı üzerine susarken, kıkırdamadan edemedi.
"Lin güçlü, abla beni yenemez!"
Buna karşılık annesi onun minik burnunu sıkıştırdı ve şakayla karışık tehdit etti.
"Lin uyumazsa zayıflayacak!"
...
Bir kaç uzun yıl daha geçti. Halilintar dokuz yaşına bastığında, uzun boylu ve gerçekten güçlü bir çocuk olmuştu. Aslında ondan bir yaş büyük olan ablasından bile uzundu.
Utangaçlığını tolare etmeyi öğrenmişti. Ciddi ve sakin bir ifadesi vardı. Yetim çocuklarla hala konuşmuyordu ama en azından kız kardeşine yalnız kalması için zaman verebiliyordu.
Onun gözleri önünde serpilişi, Bayan Erin'in duygulanmasına ve endişelenmesine neden oluyordu. Duygulanıyordu, çünkü sadece 3 aylıkken bakmayan başladığı bebek, gözleri önünde büyümüştü. Endişeleniyordu, çünkü er ya da geç, kendisinin onun gerçek annesi olmadığını anlayacaktı.
...
"Hey Halilintar, bize katılmak ister misin?"
Halilintar bir oyun teklifini daha başını sallayarak reddetti.
Küçüklüğünden beri başkalarıyla takılmayı sevmezdi. Büyüdükçe daha da içine kapanık bir tip olmuş, ablasından bile uzaklaşmıştı. Ne yazık ki kız kardeşi hala çok yapışkandı.
Omuz silkti. Zamanla o da, Halilintar'ın bir erkek olduğunu anlayacaktı—
"Oh, evet? Sen bilmiyor muydun? O, onun gerçek evladı değil. Aralarında yalnızca süt bağı var, yoksa Halilintar'ın Bayan Erin'le bir ilgisi yok."
Halilintar'ın nefesi kesildi. Köşeye saklanarak iki genç kadını dinlemeye koyulurken, eliyle ağzını kapattı. Neler dönüyordu?
"Bayan Erin yakında buradan ayrılacağını söyledi. Gerçeği Halilintar'a söylemeye yüzü yokmuş."
Halilintar daha fazlasını duymadı. Yavaşça yere çöktü ve sessizce hıçkırmaya başladı.
Annesi... Aslında annesi değil miydi? Peki neden ona söylememişti? Neden onu—
"Şuraya bakın, kimler de buradaymış? Erin'in kırmızı gülü~"
Halilintar lakap yüzünden aşağılandığını hissetti. Zayıfça başını kaldırıp etrafında toplananlara baktı.
10'lu yaşlarda 5-6 çocuk başına hiç de iyi olmayan bir niyetle toplanmışlardı.
Büyükleri öne çıktı ve Halilintar'ın çenesini okşadı.
"Canın sıkılıyor gibi görünüyor. Hayret, Erin'in kırmızı gülü de sıkılabiliyor muymuş? Lüks yaşamına rağmen hem de?"
Halilintar, çocuğun hala çenesinde olan elini ittirmeye çalışırken, kısık bir sesle konuştu.
"Gidin buradan..."
Bakışları aniden kötüleşen genç, Halilintar'ın çenesini hiç de nazik olmayan bir şekilde kavradı.
"I-ıııh, önce görmemiz gereken bir hesap var."
Halilintar bu sefer sertçe çocuğun elini ittirdi.
"Ne hesabı?! Benden ne istiyorsunuz—ah!"
"Ooh, bülbülüm sonunda şakıyor."
Halilintar'a vurduğu için hiç de pişman olmayan genç, onun yüzünü incelerken fısıldadı.
"Elbette ki, haksız yere Erin tarafından yetiştirilmenin hesabı."
...
"Halilintar! Ne oldu sana?!"
Aurora Halilintar'ı ıssız koridorlardan birinde, kenarda neredeyse baygın bir şekilde bulduğunda, neredeyse çığlık atıyordu.
"Abla..."
Halilintar'ı kucakladığı sırada, kardeşinin inlediğini duyunca, yüzüne baktı.
"İyi olacaksın Lili, tamam mı? Sadece biraz sabret."
"Lin'in bir suçu yoktu, onlar—"
"Kendini zorlama kardeşim. Zaten canın yanıyor."
Halilintar'ı güçlükle, yetimhanedeki özel odalarına götüren Aurora, kardeşini dikkatlice yatağına yatırdı. Ancak bu kadarcık bir hareket bile, Halilintar'ın inlemesine neden oldu.
"Abla..."
"Biliyorum kardeşim, acıyor. Bekle biraz, sana temiz kıyafetler getireceğim."
Aurora dikkatle Halilintar'ın yırtılmış ve kirlenmiş giysilerini çıkardı ve yaralarıyla ilgilendi ki, en zor kısmı da bu olmalıydı.
Son olarak getirdiği kıyafetleri giymesine yardım etti ve yanına oturdu.
Halilintar gözlerini silerken, kederli bir ifadeyle kız kardeşine baktı.
"Abla... Annen neden bana yalan söyledi?"
Aurora durdu. Halilintar bu gerçeği öğrenmiş olamazdı değil mi?...
"Ne, ne konuda Lin?"
"Annem değilmiş... Ablalar öyle söylüyorlardı... Bana zarar veren... Bana zarar veren çocuklar da öyle dediler... Neden bana yalan söylediniz?"
Aurora derin bir iç çekti.
"Bunu annem anlatsa olur mu?"
Halilintar çaresizce başını eğerken, Aurora odadan çıktı. Çok geçmeden içeri zarafetli Bayan Erin girdi.
Son dokuz yılda biraz daha yaşlanmış, dudaklarının etrafındaki sabır göstergesi çizgilerin sayısı artmıştı. Ancak sevgi dolu gülümsemesi ve gözleri ilk günkü parlaklığını koruyordu.
Ama bu gülümseme, Halilintar'ın canını acıtıyordu sadece.
Bayan Erin Halilintar'ın yüzündeki yara bantlarını okşadı. Yüzünde suçlulukla hüznün bir karışımı vardı.
"Beni affet Halilintar..."
Halilintar titrek bir iç çekerek, süt annesinin ellerini ittirdi. Artık müsamaha göstermek için bir sebebi yoktu.
Süt annesine soğukça bakarken, gözlerinde hayal kırıklığı ve inanmazlık karışımı bir ifade vardı.
"Neden?... Neden bilmiyordum?! Neden bana söylemedin? Gerçek annem değilsen, annem nerede?... Ailem nerede?"
"Çok üzgünüm Halilintar..."
Bayan Erin derin bir iç çekti ve Halilintar'a kararlı bir bakış attı.
"Gerçeği öğrendiğine her şeyi anlatacağım."
...
"Senin nerede doğduğunu, ya da ailenin kim olduğunu bilmiyorum. Nerede doğduğun kimliğinde belirtilmemişti. Ailene gelince, öldükleri söyleniyordu. Kimliklerinde isimleri yazıyordu ama onları tanıyan kimsecikler yoktu. Seni yetimhaneye başka birisi bırakmış olmalıydı."
"Senin özel bir çocuk olduğunu sezerek, himayemde yetiştirmeye karar verdim. Küçükken seninle ilgilenmek kolaydı, ama sen büyüdükçe sırrı saklaması zorlaştı. Korkuyordum... Senden ve senin vereceğin tepkiden..."
"Ve karar aldım... Sana bir mektup bırakarak uzaklara gidecektim. Üzücü ama ikimiz için de en iyisi bu olacaktı. Ama... artık her şeyi biliyorsun."
Terk edilme düşüncesi, Halilintar'ın ruhunda, iyileşmesi yılları alacak bir yara açtı. Hıçkırarak ağlamaya başladı ve yatağına gömüldü. Elbette eskisi gibi yüksek sesle ağlamıyordu ama hala sakinleştirilmesi zor biriydi.
"Sana... Sana bunları vermeliyim."
Bayan Erin küçük çantasından iki şey çıkarttı ve Halilintar'a uzattı.
"Bunlar... Kimliğin ve..."
Halilintar durdu. Gözyaşları akmayı durdururken, merakla fotoğrafa baktı.
Halilintar, Annesi, Babası. 2012, 28 Ağustos.
Halilintar başını kaldırıp süt annesine baktı.
"Ben... Ben aslında 10 yaşındayım."
Bayan Erin gülümsedi. "Elbette öylesin."
Halilintar, tekrar odaya giren kız kardeşinin elindeki valizleri görünce, süt annesine son bir kez sıkıca sarıldı.
"Şşş, iyi olacaksın..."
Bayan Erin gülümsedi ve Halilintar'ın şapkasını tekrar taktı.
"Seni her zaman hatırlayacağım canım, sen benim süt oğlumsun. Seni unutmam mümkün değil..."
...
Halilintar yatağında tek başına uzanırken, Bayan Erin'in kendisine verdiği fotoğrafa baktı. Bu fotoğrafta... Bir şey vardı. Boğazının düğümlenmesine neden olan bir şey.
İç çekerek fotoğrafı baş ucunda duran komodine attı. Neden bir fotoğraf ona acı versindi ki? Annesiyle babasını hiç görmemişti ve aralarında bir bağ yoktu. Ama Erin'e dökmediği gözyaşları, bu fotoğrafı görünce akmaya başlıyordu. Bakınca onları özlemek saçmaydı, anormal derecede saçmaydı ama... Doğruydu.
Halilintar bundan nefret ediyordu.
Artık tek başına yattığı odaya bakarken, daha da karamsar hissetti. Kız kardeşiyle olan kavgaları, Bayan Erin'in arabuluculuğu olmadan, burası çok boş ve anlamsızdı. Gri duvarlardan ibaretti.
Ayağa kalktı ve aynaya baktı. Yüzündeki izler geçiyordu. Peki kalbindeki iki büyük yara? Hayır, hayır, onlar asla düzelmeyecek iki hasardı.
Yetimhane hayatıysa, artık sinir bozucu olmaya başlamıştı. Onu koruyacak kimsesi yoktu ve bu, kendini korumayı öğrenmesinden başka hiçbir işe yaramadı. Çocukların her gün onu kırmızı gül diye aşağılamaları, kitaplarına, eşyalarına zarar vermeleri, onunla alay etmeleri Halilintar'ı çileden çıkarıyordu.
Aynı zamanda, masum, çocuksu ama olgun ruhuna zarar veren, yabancı şeylerdi bunlar.
Halilintar farkında olmadan yıpranmaya başlamıştı ve daha ne kadar sabredebilirdi, bilmiyordu.
Devam edecek...
Yorumlar
Yorum Gönder