LİES- BÖLÜM 5

/Mavi Kelebek\ 5: Masum bir Blue Morpho

Tam tamına üç sene geçmişti. Taufan sekiz yaşını bitirmişti. Okuma yazmayı iyice öğrenmişti. Orta boyluydu ve zayıf denemeyecek kadar yapılıydı. Tabii, yüzü masumluğunu ve tatlılığını hala koruyordu. Eskisinden daha şakacıydı ve daha az ağlıyordu. Ama kalbi ve ruhu eskiden olduğu kadar hassastı.

Artık günlerinin çoğu Bayan Ann ve Bay Lewis ile geçiyordu. Hazel çalışmaya başladığı için onu yalnızca 1 gün görebiliyordu. Alec ve Webs'i ise hala iki gün görebiliyordu. Her şeye rağmen, Taufan hayatından memnundu.

Taufan'ın günleri şu şekilde geçiyordu: Haftada beş gün okula gidiyor, okuldan geldiğinde sızlana sızlana ödevlerini yapıyor- evet, sonra da istediği kadar tembellik yapıyordu ki, bu en sevdiği kısımdı.

"Taufan! Yemek hazır!"

Taufan okuduğu kitabı yavaşça bıraktı ve uçarcasına mutfağa gitti.

"Vaay, yemeklerin gittikçe daha da güzelleşiyor~"

Alec hayal kırıklığıyla iç çekti ve homurdandı.

"Keşke öyle olsa. Ama bu yemekleri ben değil, Webs yaptı."

"O zaman bundan sonra yemekleri Webs ağabey yapsın."

Taufan kıkırdayarak sandalyelerden birine otururken, Alec somurttu.

"Çok üzücü. Bundan sonra yemeklerimin kokusunu bile alamayacaksın."

Taufan çenesini avucuna yaslarken gülümsedi.

"Eee, hadi ama ağabey~ Şaka yaptığımı biliyorsun~"

"Hmph."

Alec dramatik bir şekilde başını çevirdi. Ne var ki aslında kırıldığı falan yoktu.

Taufan mutlulukla yemeğini yerken, iki ağabeyi sessizlik içinde onu izlediler. Aniden ciddileşmişlerdi.

Sonunda Webs yavaşça öne eğilerek Taufan'ın dikkatini çekti.

"Taufan... Sana şimdi bir şey söyleyeceğim ama... Çok iyi bir şey değil..."

Taufan daha önce duymadığı o ciddi tondan ürpererek, Webs'e baktı ve başını yana eğdi.

"Korkmanı gerektirecek bir şey değil."

Alec gülümsemeye çalışarak Taufan'a baktı.

"Sadece..."

"Bayan Ann ve Bay Lewis... Gittiler..."

Taufan dondu. Yüzünde büyük bir şok ifadesi oluşurken, elleri titremeye başladı.

"Ne... Nereye?..."

"Soru... Soru sormamanı istediler."

Bir Webs'e, bir Alec'e bakan Taufan'ın ifadesi yavaşça hüzne boğuldu. Sonra sandalyesinden kalktı ve Webs'in yattığı odaya koştu.

"Taufan—"

Alec endişeli bir ifadeyle ayağa kalktı ama Webs onun bileğini tuttu ve tekrar oturttu.

"Yapma. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var."

Alec otururken derin bir iç çekti.

"Haklısın..."

...

Taufan yatağa gömülürken, bir süre ani şok ve acının hıçkırıklarına boğuldu. Beş dakika kadar nefes almadan ağladıktan sonra, sırt üstü uzandı ve tavana bakarken düşündü.

"Neden?... Neden gittiler?... Niye bana söylemediler?... Onları incittim mi? Hoşlarına gitmeyecek bir şey mi yaptım?... Neden?..."

...

"Uyumuş."

Onu kontrol eden Alec, salondaki kanepelerden birine, 10 yıl daha yaşlanmış gibi bir bitkinlikle çöktü.

"Keşke ona söylemeseydik..."

Webs ders kitabından başını kaldırdı ve ona göz ucuyla baktı.

"Bunda pişmanlık duymamı gerektirecek bir şey göremiyorum. Ayrıca, öyle bile olsa, en azından bir an için bunu unutmaya çalış. Asıl sorunumuz başka... Yakında mezun olacağız ve işe başlayacağız. Hazel de bizim gibi çalışıyor olacak... Hadi bakalım, Taufan'a bakma görevini kim üstlenecek?"

"Onu birine emanet edemeyiz." dedi Alec düşünceli bir şekilde.

"Tanıdığım nazik biri yok ve Taufan'ın çocuksu ruhu fazlasıyla hassas. İncinirse neler olabileceğini hayal bile etmek istemiyorum... Hayır, bunu yapamayız."

Webs düşünceli bir şekilde alnını ovuşturdu.

"Onu yetimhaneye vermeyi de istemiyorum. Sonuçta kan bağımız olmamasına rağmen kardeşimiz gibi... Ailesi gibi gördüğü iki kişiyi kaybetti, bizi de kaybederse... Ah hayır, bu çok incitici olurdu. Yetim elbette, ama ona bakabilecek biri varken yetimhaneye vermek çok saçma olurdu... Hmm, peki ya yatılı okulu deneyemez miyiz?"

Alec aydınlanmış gibi gözüküyordu. Parmaklarını şaklattı ve Webs'e sırıttı.

"Hey, neden yetimhaneye veremiyoruz? Belki de koruyucu ailelerden biri onu evlat edinir?"

Webs aniden başını kaldırdı ve ona hayal kırıklığıyla öfke karışımı bir bakış attı.

"Hayır! Bu Taufan'ı ne kadar kötü etkiler biliyor musun?! O zaten ailesi gibi saydığı iki kişiyi kaybetti, bizi de kaybederse tamamen yıkılır. Ne olur bilmiyorum ama—"

"Tamam tamam, en iyi ihtimalle depresyona girer." diye itiraf etti Alec.

"Her neyse, tartışmamızı şimdilik sonlandıralım. Son devam ederiz. Taufan'ı mutfaktaki kanepeye götürmem gerekiyor." Böyle dedikten sonra kalktı ve odaya yöneldi.

...

"Taufan?... Taufan, yatağına gidelim..."

"Alec ağabey?..."

Taufan uykulu bir sesle mırıldandı ama gözlerini açmadı.

"Evet benim. Yatağına gitmeyecek misin?"

Taufan yarı uyur halde ayağa kalkarken, Alec hafifçe gülümseyerek onu tuttu ve mutfağa yönlendirdi. Yoksa ya bir yere çarpacaktı, ya da düşecekti.

Alec çocuğun başını okşarken fısıldadı.

"İyi geceler Taufan..."

...

Ertesi sabah Taufan, önceki günü hatırlamadı. Bu yüzden neşeli bir ruh haliyle uyandı. Eh, Hazel'e gidecek olmasının bu neşesindeki katkısı çoktu tabii.

Alec'in elini tuttu ve Hazel'in evine varana kadar neşeyle gevezelik etti.

Hazel her zamanki güzelliğini ve gençliğini koruyordu. Taufan'a olan tavrında en ufak bir değişiklik olmamıştı. Taufan 70 yaşına bile gelse, muhtemelen onun gözünde çocuk kalacaktı.

Gün her zaman olduğu gibi neşeyle geçti. Taufan Hazel'e bahçe işlerinde yardım etti; yabani otları ayıkladılar, almış oldukları tohumları ektiler...

Taufan tavuklarla olan ilişkisini de hala sürdürüyordu. Onları yemledi ve biraz da kovaladı. :)

Son olarak, Hazel yemek yaparken, o da sebzeleri doğruyordu.

"Ah..."

Hazel duyduğu inleme üzerine, hızla arkasına döndü ve Taufan'a baktı.

"Ne oldu Taufan?... Taufan! Elini kesmişsin..."

Hazel Taufan'ın ince ince kanayan parmağını inceledi ve ona endişeli bir bakış attı.

Taufan kıkırdadı. Ama gözleri hiç de mutlu olmadığını, aksine korkmuş olduğunu belli ediyordu.

Zaten Hazel de onun mutlu olduğu için gülmediğini biliyordu. Taufan dehşete düştüğünde veya üzüldüğünde gerçek tepkisini vermeden önce gülerdi.

"Sakin ol tamam mı? Şimdi parmağını saracağım."

Hazel Taufan'ın parmağını soğuk suyun altında tuttu ve kanama yavaşladığında küçük bir yara bandı yapıştırdı (kanayan bir bölgeyi soğuk suyun altında tutarsanız, o bölgedeki damarlar büzüşür ve kanama yavaşlar).

Taufan'ın yüzündeki tuhaf gülümseme yok olmuş, yerini salt şaşkınlık ve korkuya bırakmıştı. Ancak altında yatan başka bir şey vardı.

"Taufan?..."

Hazel şaşkınlık ve üzüntüyle Taufan'ın yüzünü avuçladı.

"Neden ağlıyorsun?... Taufan?..."

Taufan sanki kendini tutmaya çalışıyordu, ancak aniden kendini bırakarak hıçkırıklara boğuldu ve Hazel'e sarıldı.

...

"— Hazel de işe gidiyor. Hadi bakalım, Taufan'a bakma görevini kim üstlenecek?"

"Onu birine emanet edemeyiz. Tanıdığım nazik bir insan yok ve Taufan'ın çocuksu ruhu fazlasıyla hassas. İncinirse neler olabileceğini hayal bile etmek istemiyorum... Hayır, bunu yapamayız."

"Onu yetimhaneye vermeyi de istemiyorum. Sonuçta kan bağımız olmamasına rağmen kardeşimiz gibi... Ailesi gibi gördüğü iki kişiyi kaybetti, bizi de kaybederse... Ah hayır, bu çok incitici olurdu. Yetim elbette, ama ona bakabilecek biri varken yetimhaneye vermek çok saçma olurdu... Hmm, peki ya yatılı okulu deneyemez miyiz?"

"Hey, neden yetimhaneye veremiyoruz? Belki de koruyucu ailelerden biri onu evlat edinir?"

"Hayır! Bu Taufan'ı ne kadar kötü etkiler biliyor musun?! O zaten ailesi gibi saydığı iki kişiyi kaybetti, bizi de kaybederse tamamen yıkılır. Ne olur bilmiyorum ama—"

İki arkadaş yalnız olduklarını düşünerek rahatça tartıştılar. Ancak salon kapısının hemen dibinde, elleriyle ağzını kapatmış, omuzları hıçkırıklarla sarsılan çocuktan habersizlerdi.

Taufan.

Duyduğu her kelimede daha da fazla hıçkırırken, titriyordu.

Bir, onu istemiyorlardı! Göndereceklerdi!

İki, yetimhaneye verebilirlerdi!

Üç, öz kardeşleri değillerdi! Taufan şu zamana kadar tersini düşünmüş olduğu için, son derece hayal kırıklığına uğramıştı.

Dört... Yatılı okul?!

Ve beş... Eğer yetimhaneye verilirse bir aile onu evlat edinerek ait olduğu yerden sonsuza kadar koparabilirdi!

Yani aslında, Alec onu götürmeye geldiğinde, zaten uyanıktı. Sesi ağlamaktan zayıf düştüğü için, Alec'le konuşurken kısık çıkmıştı. Uykulu falan da değildi.

İki arkadaş onun huzurlu bir gece geçirdiğini düşünmüşlerdi. Halbuki Taufan hayatının en kötü gecesini geçirmişti. Sadece ağlayabilmişti ve çok az uyumuştu.

...

"Abla... Ben gitmek istemiyorum..."

Hazel kollarının arasında hıçkıran Taufan'ın başını okşarken, gözlerini hüzünle kısmıştı.

"Seni bırakmayacağım Taufan... Bunu nasıl düşündün?"

Taufan geri çekildi ve gözyaşları hala aktığı halde Hazel'e baktı.

"A-Alec ağabey ve... Webs ağabey çalışmaya başlayacaklarmış... Beni... Beni yetimhaneye ya da yatılı okula vereceklermiş... Ann teyze ve Lewis amca da yok... Abla, bana kim bakacak?" Taufan tekrar Hazel'e sarılırken hıçkırmaya devam etti.

Ta ki bir sesi duyana kadar.

"A-annemin kutusu..."

Taufan tanıdık melodiyi çalan ninni kutusunu, sanki kırılacak bir şeymiş gibi özenle tutarken, gözyaşları akmaya devam etti. Buna rağmen yüzünde sevimli bir gülümseme oluşmuştu.

"İşte böyle."

Hazel gülümsedi ve Taufan'ın gözlerini sildi.

"Üzgün olduğunda küçük şeylerle mutlu olmalıyız değil mi?"

"Peki şimdi... Ben ne olacağım?"

Taufan başını yavaşça eğerken, tereddütlü bir şekilde sordu.

Hazel Taufan'ın alnına küçük bir öpücük kondurdu ve çocuğu kendine çekti.

"Bilmiyorum tatlım. Ama sana söz veriyorum, hayatta olduğum sürece seni bırakmayacağım."

Taufan ona tekrar sıkıca sarılırken, Hazel sessizce onun ağlamasını ve rahatlamasını bekledi.

Gelecek kim bilir Taufan için neler planlıyordu? (Yoksa yazar mı demeliydim?)

Devam edecek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11