OVERLAPPİNG STORMS- 1
Düzenleme ;P
Bölüm 1: The Tempests
"Taufan~ Hadi uyan küçüğüm~"
"Ugh, bana şöyle hitap etmeyi kes..."
Taufan başını yastığına gömerken, homurdandı.
"Hadi Taufan~ Yoksa dünkü cezan yeterli olmadı mı?"
Onu uyandıran kişi, kibar ama tehditkar bir sesle kulağına fısıldadığında, Taufan'ın nefesi kesildi ve hızla doğruldu.
"Hayır hayır, kalkıyorum!"
Kişinin kaşları kalktı, sonra yüzüne tatlı ve memnun görünen bir gülümseme yayıldı.
"Hmm~ Neden? Beni uğraştırıyorsun."
Taufan panik içinde başını iki yana salladı.
"Hayır hayır hayır— yani, demek istediğim... Abang Bel, lütfen yapma..."
"Ne çabuk panikliyorsun, amaan, neden sabah sabah seninle uğraşayım ki?"
Beliung umursamaz bir ifadeyle elini salladı. "Neyse, aşağı gel. Kahvaltı zamanı."
"T-tamam, üstümü değiştirip geleceğim!"
Beliung küçük bir baş sallamasıyla onayladı ve aşağı kata indi.
Taufan odanın kapısını kapattı ve kapıya yaslanırken, yavaşça yere çöktü.
Beliung, onun travmalarının ve kabuslarının başlıca nedeniydi.
Nefesi tıkanırken, en azından bu sabah akmayacağını umduğu gözyaşları yanaklarından aşağı süzüldü. Beliung'la olan anıları çok kötüydü. Hayır, Beliung'tan nefret ediyordu. Yedi ağabeyinden biri olmasına rağmen.
"Taufan, geliyor musun?"
Taufan kardeşlerinden birinin sesini duyunca, hızla gözlerini sildi ve sesinin titremediğinden emin olarak konuştu.
"Evet Gem, aşağı inebilirsin!"
"Tamam."
Taufan tuttuğu nefesi bırakırken, biraz suçluluk hissetti. Gempa en yakın ikinci kardeşiydi. En yakın kardeşiyse, muhtemelen bebekliklerinden beri onlara bakan ağabeyleri kadar olmasa da, onlardan bir tık büyük olan Halilintar'dı. Üçü her zaman birlikte takılırlardı ve asla birbirlerinden bir şey saklamazlardı.
Şey, yani Beliung'la ilgili şeyler başlayana kadar Taufan da saklamazdı.
Taufan sonunda hazırlandığında, aşağı inmeden önce aynaya baktı ve iç çekti.
"Mutlu görünmek zorundayım... Abang Bel hep öyle söylemez mi?..."
Ondan nefret etse de, kardeşlerini ve onların güvenliğini umursuyordu.
Aşağı indiğinde, herkesin kahvaltı masasında oturduğunu gördü.
Yemekleri ağabeyler-kardeşler şeklinde iki masaya bölerek yiyorlardı, çünkü tam 14 kişilerdi. Hepsi bir masaya sığmaya kalkıştıklarında sıkışıyorlardı.
Taufan kardeşlerinin yanına otururken, fazla sıkkın gözükmemeye çalıştı. Ancak biri onun bu halini fark edecek kadar dikkatli ve tecrübeliydi.
"Taufan. İyi görünmüyorsun."
"Ha?"
Taufan hızla başını kaldırarak karşısında oturan Halilintar'a baktı.
Halilintar ciddiyetle ona bakmaya devam etti.
"İyi görünmüyorsun. Neyin var?"
Taufan gülümsemeye zorladı kendini.
"Ah. Sanırım sadece yorgunum. Bunun dışında iyi hissediyorum, inan bana."
Halilintar gözlerini kıstı. Ona inanmadığı her halinden belliydi ancak zorlamadı. Ama Taufan'ın zoraki tavırları herkes tarafından fark edilmişti. Her zamankinin aksine hareketsiz, dimdik bir şekilde oturması, gergin duruşu ve zoraki gülümsemeleri...
Yemek vakti bittiğinde, grup çalışmasıyla mutfak hızlıca toparlandı ve herkes dağıldı. Hepsinin yapacak önemli işleri vardı (daha sonra bahsedilecek).
Taufan'sa, koşarak odasına çıktı; saklanacak bir ter bulması gerekti!
"Nereye saklanmalıyım? Dolabım, yatağım, ve diğer her yere saklandım ve artık o da biliyor! Acaba diğerlerinin odasına saklanmayı mı denesem?"
"Sanırım," dedi bir ses. "Buna gerek kalmayacak Taufan."
Taufan çok iyi tanıdığı bu sesin sahibine bakmadı ve hızla odasının diğer ucuna giderek, oraya büzüldü.
"Abang Bel... Beni bırak, lütfen..."
"Disiplin zayıflığı kabul etmez Taufan. Ayağa kalk."
Beliung'un ses tonu aniden sertleşti ve küçük kardeşinin bileğini sertçe kavrayarak, onu zorla ayağa kaldırdı.
"Dik dur Taufan. Kimse en büyük zayıflığını, yani duygularını görmemeli. Tıpkı Voltra gibi. Asla kendi zayıflığını belli etmemelisin. Güçlü görünmek zorundasın."
"Ben, ben bunu istemiyorum Abang... Ben güçlü değilim ki öyle davranayım..."
"Olacaksın."
Beliung neon mavisi gözlerini kısarak Taufan'ı süzdü.
"Bir gün benden bile güçlü olacaksın."
Taufan bir an umutla Beliung'a baktı ama Beliung yüzünde küçümser bir ifadeyle devam etti.
"Ama önce eğitim. Git ve eğitim kıyafetlerini giy. Hemen."
Taufan süklüm püklüm kendine söyleneni yaparken, Beliung onu bekledi ve kaçmaya çalışmadığından emin oldu (çünkü bunu daha önce denemişti).
Sonunda Taufan hazır olduğunda, kaygılı bir tavırla Beliung'un eldivenli elini tuttu ve kendisini eğitim alanına götürmesine izin verdi. Her şeye rağmen, Beliung onun sahip olduğu tek yetişkindi. Eh, ona ne kadar yetişkin denebilirse tabii...
Taufan ve Beliung her zaman kimsenin bilmediği yerlerde eğitim yaparlardı. Bunun birinci sebebi, Beliung'un rahatsız edilmek istememesiydi. İkinci sebebiyse...
"Abang... Lütfen duralım artık!"
"Durmana izin verdiğimi kim söyledi? Taufan, devam et."
"Ama abang, ben zaten—"
"Bahanelere ihtiyacın yok Taufan. Onlar sadece seni zayıflatacak."
İkinci sebebiyse, Taufan'ın Beliung'un korkunç eğitim sistemini kimsenin görmesini istememesiydi.
"Abang, lütfen duralım artık..."
Artık koşmaktan tamamen bitkin düşmüş olan Taufan, zar zor konuştu. Ancak Beliung gözlerini kıstı ve başını iki yana salladı.
Taufan koşmayı sürdüremedi. Diğer turun yarısına bile gelemeden, bitkinlikle yere çöktü ve yorgunluğa daha fazla dayanamayarak bayıldı. Ve belki de biraz... Biraz acıdan.
Beliung, onaylamaz bir ifadeyle onu izledi. Daha sonra yavaşça yaklaştı ve daha 8 yaşında olan çocuğun bedenini hiç de nazik olmasa da kucakladı.
"Yine zayıf... Ama uyandığında sana ne yapacağımı biliyorum."
Taufann her şeyden habersiz, Beliung'un kollarının arasında baygın bir şekilde yatmaya devam etti.
...
"Hhh..."
Taufan gözlerini açarken, inledi. Bacakları ağrıyordu, ayakları ağrıyordu. Hayır, her yeri yorgunluktan ağrıyordu... Ama onu anlayacak kimse yoktu.
Bir ağacın altına yatırılmıştı. Muhtemelen Beliung tarafından.
"Taufan, kalk."
Aniden Beliung önünde belirdi— muhtemelen ağacın dallarında oturuyordu ve yere atlamıştı.
"Abang... Sana... Durmamız gerektiğini söyledim... Ve sen neden hala bana—"
Beliung'un yüzünde yine o tatlı ama sahte gülümseme belirdi. Taufan'ın çenesini kavradı ve yüzünü onun yüzüne eğerken fısıldadı.
"Burada eğitmen sen misin, ben mi kardeşim?"
Taufan yaptığı yanlışı fark ederek, nefesini tuttu ve korkarak bakışlarını kaçırdı.
"S-sensin abang..."
"Öyleyse buna göre davran." Beliung, bunu bir an sertçe söylese de, sonra yüzüne keyif dolu bir ifade yayıldı.
"Ah ama üzülme seni sevimli şey, biraz sonra olacaklar her şeyi telafi edecek... Peşimden gel."
Taufan korkarak Beliung'u takibe koyuldu.
Beliung'un onu nereye götürdüğünü anlaması uzun sürmedi ve birkaç adım gerilemesine neden oldu. Ancak Beliung kolunu sertçe kavrarken, sanki bir eşek şakası yapacaklarmış gibi sırıttı.
"Hey, ne olduğunu anladın değil mi? Sana her zaman adımlarına dikkat etmeni söylerim, değil mi?"
Taufan'sa, Beliung'un tutuşundan kurtulmak için çırpınıyordu.
"Abang, beni bırak! Görmeyeceğim, görmek istemiyorum!"
Beliung, kardeşinin omuzlarını iyice kavradı ve onu sürüklemeyi sürdürdü.
O alana geldiklerinde, Taufan artık çırpınmayı bıraktı. Yüz ifadesi Beliung'un tatmin olmasına yetecek kadar dehşet doluydu.
"Gördün mü? Seni cezalandırmak işte bu kadar kolay."
Beliung onu izlerken, yüzündeki o sinir bozucu gülümseme hiç kaybolmadı.
"Hayır, hayır, hayır, hayır, bunlar, bunlar doğru değil... Sadece kabuslarımdı..."
Taufan yere çökerken, ellerini saçlarına geçirdi ve anlamsız bir suçluluk ve pişmanlık, bir taş gibi göğsüne oturdu.
"Ooh, seni temin ederim ki tamamen gerçekti."
Beliung sırıttı ve Taufan'ın fotoğraflara bakmasını sağladı.
"Bu ilk öldürdüğün kişi. Onu hatırlıyor musun? Onu öldürmemen için sana yalvarmıştı ama bunu yaptın. Neden? Benden korkuyordun. Sonucunda ne oldu? Sen saatlerce ağladın, ve bana hiçbir şey olmadı. Bu senin en büyük zayıflığın, insanlardan korkmamalısın. Ve bu da—"
"Abang! Yeter!"
Taufan haykırırken, gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Ve yıllar sonra, bunları sana zorla yaptırmış olmama rağmen tekrar pişmanlık duyman... Garip. İsteyerek yapmadın bile."
Beliung karanlık bir gülümsemeyle, Taufan'ın önünde çöktü. Sekiz yaşındaki sıradan bir çocuğa göre çok daha tecrübeli olan Taufan onun gülümsemesini fark ederek hızla geri çekildi.
Beliung'sa, Taufan'ın kollarını tutarak, onu yere yapıştırdı.
"Neden Taufan? Neden beni öldürmeyi denemiyorsun?"
Taufan'ın küçük bedeni korkuyla titremeye başladı ancak Beliung onun titremesini engellemek için sıkıca tuttu. Yüzünde korkunç bir sırıtış vardı.
"Eğer beni öldürürsen, tüm bunlardan kurtulursun... İyi değil mi?"
"Hayır! Hayır, ben bunu yapmayacağım! Sen benim ağabeyimsin!"
Taufan kontrolsüzce hıçkırırken, Beliung'un tutuşundan kurtulmak için kıvrandı ancak Beliung onu bırakmadı.
"Gerektiğinde, en yakınlarını bile öldürmeye hazır olman gerek Taufan. Yüzleş bu gerçekle."
Beliung'un gitmeden önce söylediği şey buydu. Daha sonra üzerinden kalktı ve uzaklaştı.
Taufan'sa, hala kalkmamıştı. Hıçkırıklara boğulmuştu. Beliung onu cezalandırmak istediğinde, ya da eğitiminde başarısız olduğunda onu buraya getirirdi ve tüm geçmişini yüzüne vururdu ve— ve Taufan her seferinde yıkılırdı. Tekrar toparlanması uzun zaman alırdı ve sonra yine...
Uzun bir süre sonra, hıçkırıkları dinmeye başlayan Taufan, eve dönmek için yola koyuldu. Evdekiler onu endişeli bir şekilde karşıladılar. Taufan gecikmişti, yüzü gözyaşı izleriyle— ve tazeleriyle doluydu.
Ancak Taufan, tüm ağabey ve kardeşlerinin arasından, hayal meyal de olsa Beliung'un adi sırıtışını yakalamayı başardı. Bu sırıtış çenesini kapalı tutmadığı takdirde, daha korkunç şeyler olacağına dair yemin ediyordu ve Taufan mesajı çok iyi anlamıştı.
Taufan bir duş aldıktan ve günlük giysiler giydikten sonra, yatağına, battaniyesine gömüldü.
"Bunlar ne zaman sona erecek?..."
Devam edecek...
Ehehe, beni affedin.
İçerik gayet iyi ama başlık biraz yanlış çevirilmiş gibi, bunun haricinde çok iyi 8/10
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)) ve çeviri için yapay zekayı kullanmıştım sanırım. Eğer önerin varsa bekleriz :D
SilSerinin devamını da kontrol edebilirsin, başlangıçtan sonra olay örgüsünde çok fazla değişiklik oldu.