DAİMA YANINDA

  Heyya~ HaLy yazmayalı uzun zaman oldu değil mi?

Damia Yanında (Halilintar/Emily)

Günlerden bir gün, tüm olayların üzerinden 2 hafta geçtikten sonra bir Cumartesi günü, diğer olay tekrarlandı (bkz Kayıp Fırtına side stories-painful). Ama daha farklı bir şekilde.

Yedizlerin hepsinin gitmesi gereken bir yer vardı— arkadaşlarla bir buluşma, Kokotiam, yürüyüş, kütüphane vb. bir şey. Halilintar da ev boş olacağı için Emily'i çağırmıştı—aslında, kız gelmek istiyordu ve ancak bugün müsait olabilmişti.

Sıradan bir gün olacaktı—ama aynı zamanda sıra dışı.

.....

"Merhaba Hali!" Emily içeri girerken elini hafifçe salladı ve eteğinin üzerine giydiği küçük ceketi çıkararak askıya astı.

Halilintar sessizce onu izliyordu. Belli etmese de, detaylara dikkat eden biri olarak, Emily'nin yeni bir şey giydiğini fark etmişti. Aslında sadece bununla ilgisi yoktu— çünkü ona bunu Iman hediye etmişti ve bunu almak için çarşıya gittiğinde, onu en iyi tanıyan kişi olarak Halilintar'ı da yanında götürmüştü (ugh).

Anlaşılan o ki Emily ilk kez onun yanında giymek istemişti.

"Eee, bugün ne yapıyoruz?" Emily ellerini çırptı ve bu, Halilintar'ın düşüncelerinden sıyırılmasına neden oldu. Eliyle mutfağı işaret ederken, omuz silkti. "Ben kahvaltı edeceğim, istersen sen de otur."

"Ah, olur, ben de kahvaltı etmemiştim zaten!" Emily onu kenara ittirerek, mutfağa hızlı bir giriş yaptı ve— ağzı açık kaldı. "Ack—Hali, hiçbir şey hazırlamadın mı?!"

"Ah... Hayır?"

Emily acılı iç geçirdi ve el alışkanlığıyla buzdolabını açtı. "Hmm... Yumurtaya ne dersin?... Bir de başını sallıyor, Allah'ım bana sabır ver—Haliiii!"

"E—ama ne yapmam gerektiğini söylemedin..." diye itiraz etti Halilintar ancak Emily gözlerini kıstı ve Halilintar'ın tüm insanlar arasında en çok korktuğu kişi olmasına neden olan o bakışı attı. "Kütük gibi durmasan bile yeter! Tereyağı nerede?!"

"Kapaklı kısımda... Kütük gibi durduğumu kim söyledi?! Ayrıca otursaydın bir şeyler hazırlayabilirdim!" diye çıkıştı Halilintar—bu sırada tavayı ısıtması ama!

"Kahvaltıyı ben gelmeden önce hazırlamalıydın! Yapılması gereken bir şey olduğunda yerimde duramadığımı biliyorsun... Kaşık?" Emily öfkeli tonundan sakinine hemen geçti ve elini uzattı.

"Ama yerinde durmayı da öğrenmelisin!... Al."

Kahvaltı hazır olana kadar bu şekilde atıştıkları söylenebilir.

Hızlıca kahvaltı ettiler—neyse ki kahvaltı ederken tartışmalarına imkan yoktu.

Daha sonra Emily, Duri için getirdiği bitkiyi bahçeye götürdü ve kendi elleriyle toprağa yerleştirdi.

Halilintar bu sırada onu izlerken, beklenmedik bir şekilde, "Eteğin çamur olacak." dedi sessizce.

"Hm?" Emily Halilintar'a bakarken, bir an sessizlik oluştu. Sonra dudaklarına duygusal bir gülümseme yerleşti—sanki bunu söylemesini beklemiyormuş gibi. "Bir şey olmaz. Yıkayabilirim."

"İyi..."

Bu küçük işten sonra, tüm vakit onlarındı.

....

Emily düşünceli bir şekilde ellerini sıktı. Bir süredir nedense Halilintar'dan çekiniyordu. Başını ne zaman kaldırsa... Onu kızıl gözlerinde yoğun bir parıltıyla yakalıyordu. Bu, bu tuhaftı... Eski Halilintar neredeydi?

Elbette, sevimli rüyasını ona anlatmıştı ama Emily onun gerçekten de söylediklerini kast ettiğini düşünmemişti. Ayrıca sorunun bu olmadığından emindi... Aslında, bir sorun olup olmadığından emin değildi. Sadece... O ifade bir şekilde gergin hissetmesine ve çekinmesine neden oluyordu.

Mesela şuan mutfak masasında karşılıklı oturuyorlardı, ancak Emily başı eğik olmadığı halde, tüm dikkatini onun ellerine, eldivenlerine odaklamıştı. Gerçi... Halilintar da farklı sayılmazdı ama...

Uzun bir sessizlikten sonra, Halilintar yavaşça başını kaldırdı -Emily de aynı anda başını kaldırdı- ve yavaşça konuştu. "Sıcak çikolata... İster misin?"

"Ah, olur, tabii..."

Halilintar ustaca -ve son derece ciddi bir ifadeyle- sıcak çikolatayı hazırladı. Öyle ki, bardağını önüne koyduğunda, Emily şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırıyordu. "Vay canına... Bu yeteneğin nereden geliyor?"

"Tamamen genetik." Halilintar çikolatadan bir yudum alırken, omuz silkti.

"Konuyla alakası yok ama... Yorgun görünüyorsun." Emily elini uzattı ve endişeli bir ifadeyle, Halilintar'ın eldivenli elini okşadı. "Uyumadın mı?"

"Uyudum... Ama..." Halilintar bir an konuşacak gibi göründü, ancak sonra tereddütlü göründü. Yüzü biraz solgunlaşmıştı. "Ben, şey... Gece uyurken... Nefesimi... Uzun süre tutuyorum. Bu beni yoruyor. Elimde değil..."

"Oh, anladım... Uyku apnesi mi?" Halilintar yavaşça başını sallayınca, düşünceli bir iç çekti. "Hmm... Yaşadıkların tetiklemiş olabilir mi?"

"Bilmem, olabilir..." Halilintar başını eline dayarken, iç geçirdi. Aslında gerçekten yorgundu ve başı ağrıyordu.

Emily onun iyi bir ruh halinde olmadığını gayet farkındaydı elbette. "Hali... Biliyorsun, senin için buradayım. Burada olacağım... Anlatmak istersen dinlerim."

"Ben rüyamda hep... O kadının -dişlerini gıcırdattı- sana zarar verdiğini görüyorum ve... Her seferinde ölüyorsun. Seni kurtaramadığım için büyük bir acı çekerken, her seferinde uyanıyorum. Ama her gece bu tekrarlıyor."

"Hali..."

"Ben beni uyandırmamalarını söylemek istedim! Ama beni dinlemiyorlar. Teori oluşturmadan önce beni dinlemeleri gerekirdi!"

"Hali." Emily sertçe sözünü kesti. "Sen akşam ne düşünüyorsun? Uyumadan önce?"

"Seni kaybettiğimi göreceğimi." dedi Halilintar aynı sertlikle (cidden sert bir çift).

"Bunu yapmayı bırakıyorsun Hali. HEMEN." Emily aynı tonda devam etti. "Bugünden itibaren akşam yattığında kabusundan bir şey düşündüğünle ilgili bir şey duymayacağım. Ne düşünürsün bilemem, ama güzel şeyler olmak zorunda."

"Ugh, tamam..." Halilintar iç geçirdi ama mutlu hissediyordu. Sonunda biri onu dinlemiş ve anlamıştı.

...

Güzel bir rastlantıyla, akşam eve dönen yedizler ve Iman, kalması için ısrar ettiler. Emily ilk başta tereddüt etti ancak tüm kalabalığın arasında, Halilintar'ın sessiz ama talepkâr bakışlarını yakalamak zor değildi.

Kızıl gözleri her zamanki gibi sakindi, ama Emily onun hevesli ama usulca mırıldanan sesini gayet net duyabiliyordu. "Lütfen kal."

Bu yüzden başını salladı ve Halilintar'ın, başını çevirmeden önce dudaklarında oluşan küçük gülümsemeyi yakalamayı başardı. Bu da yalnızca mutlu hissetmesine neden oldu.

...

Gece yarısına doğru, yukarıdan sesler geldiğini ve birinin merdivenleri hızlıca çıktığını duydu.

Yavaşça doğrulurken, uykulu gözlerini ovuşturdu. "Haah, saat kaç?  Neden uyanıklar?"

Hızlıca siyah eldivenlerini -ince bir kumaştan ve hoş- ve başına hızlıca bir eşarp sardı. Sonra da yukarı kata çıktı.

Herkesin Ori's room'a doluştuğunu görünce, maceranın oradan biri, muhtemelen Halilintar hakkında olduğunu tahmin etti. Kapıda durup kendisini fark etmelerini bekledi ancak herkesin dikkati Halilintar'daydı. Bu yüzden boğazını temizledi. "Yardım edebilir miyim?"

Hepsi durdu ve ona döndü. "Emily?"

"Ah, seni uyandırmış olmalıyız... Üzgünüm." dedi Iman kaygılı bir şekilde gülümseyerek. "Hali eminim anlatmıştır... Bu yüzden..."

Emily başını iki yana salladı. "Sorun değil, onu bana bırakın."

Diğerleri Iman'ın işaretiyle uyumaya geri dönerken, Emily yatağın yönüne çöktü. "Hali..."

"E-Emily..."

"Ah, sana demiştim değl mi? Ben her zaman burada olacağım." Emily gülümsedi ve Halilintar'ın elini sıktı.

"..." Halilintar tekrar konuşmadı ama yavaşça rahatladı ve hatta hafifçe gülümsedi.

"İşte." Emily sessizce kıkırdadı ve Halilintar'ın saçlarını karıştırdı. "Hali, senin sorunun her şeyi içine atıp asla şikayet etmemen." dedi gencin kendisini duymadığını bilmesine rağmen. "Biraz daha açık sözlü olmalısın."

Sessizce onu izleyen Iman gözlerini devirdi. "Tabii ya, bay huysuzu ikna etmek bu kadar kolay zaten, biz denemedik sadece..."

İki kız gülüştüler ve herkes odasına geri döndü.

Halilintar ise derin ve huzurlu bir uykuya dalmıştı.

Son.

Embéria Aéris.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11