LİES- BÖLÜM 7

/Mavi Kelebek\ 7: Korku ve Acılardan Uzak

"Hmmm~" Taufan doğrulurken, esnedi ve gözlerini ovuşturdu. "Ah... Günaydın..."

Ancak bir süre sonra, evin anormal bir şekilde sessiz olduğunu fark etti. Her sabah olan tabak çatal sesleri, çamaşır makinasından gelen sesler veya ağabeylerin gülüşleri yoktu.

"Ah... Alec ağabey? Webs ağabey?..." Taufan gergin bir tonda konuştu ancak bir cevap almadı. Bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı ve ellerini yatağa bastırırken, odayı süzdü. Alec ve Webs neredeydi?

Dikkatlice odanın kapısını açtı ve başını uzattı.

"Orada biri var mı?"

Ancak sesi çok hafifçe yankılandı ve etraf sessizliğe gömüldü.

Taufan ürkek adımlarla tüm odaları gezdiğinde, korkutucu bir his göğsüne çöktü.

Evde yalnızdı. Yapayalnız! Sadece o!

Taufan zihnindeki çığlıkları duymazdan gelmeye çalışırken, gözlerini kırpıştırdı. Korkuyor muydu? İyi ama, korkmak için bir nedeni yoktu ki. Mutfakta bulduğu nota göre, Alec ve Webs işe gitmişlerdi, onu da evde bırakmışlardı.

Taufan diğer ihtimali düşündü ve yüzünde hemen minnettar bir gülümseme oluştu. Yetimhaneye ya da öyle bir şeye gitmeyecekti demek ki!

"Ben yeterince büyüğüm." diye düşündü gururla göğsünü şişirerek. "Evde yalnız kalabilmeliyim."

Sadece 8 yaşındaydı!

Öğlen olana kadar, yemek yedi, kitap okudu, birkaç bir şey yaptı. Ve bu sırada hiçbir şey hissetmedi; bu da yalnızca gururunu arttırdı. Demek ki gerçekten de büyümüştü!

Ancak Taufan'ın gururlu havası, öğleden sonraya doğru uykusunun geldiğini hissettiğinde yok oldu. Tek kelimeyle ayakta uyumaya başlamıştı; muhtemelen geçen günlerde az uyuduğu ve bu sabah erken kalktığı için.

Yapması gereken tek şey yatağa gömülüp biraz uyumaktı ama sorun şuydu: daha önce hiç yalnız başına uyumaya çalışmamıştı.

Hayatında hiç hissetmediği bir duygu, uyumaya çalıştığı anda onu vurdu ve Taufan... Kaygıyla tanıştı.

"Ya Ann teyze ve Lewis amca gibi beni bıraktılarsa?... Ya bir daha geri gelmezlerse?..."

Uykusuzdu, biraz açtı ve zaten yeterince sorunu vardı. En savunmasız anında onu pençesine alan kaygı, daha da boğucu hissettirdi ve ağlamaya başladı. Sadece kaygıyı hissetmiyordu tabii, fark etmediği birçok duygu vardı. Korku, özlem, endişe...

Ne var ki, uykusu korkunun ve kaygısından daha ağır basıyordu.

Taufan ağlamaya bile mecali kalmadığında, yavaşça uykuya daldı. Korku ve acılardan uzak bir yere...

...

"Biz geldik~" Alec içeri girerken, neşeyle seslendi ancak beklediği karşılığı alamayınca, durdu. "Eh? Taufan?"

Onun paniklediğini hisseden Webs, "Sakin ol." diye inledi, elini alnına dayayarak iç çekerken. "Biraz düşün; ayakkabıları buradayken evden başka nerede olabilir?"

Alec'in şaşkın bakışları altında, odasına gitti.

Az sonra kapıdan başını uzattı ve Alec'e göz kırptı. "Ne demiştim? Burada, uyuyor."

Alec rahatlamakla endişelenmek arasında ikilem yaşıyordu. "Uyuyor mu?" diye sorarken, odaya girip Taufan'a bir göz atması gerektiğine karar verdi.

Taufan battaniyenin içinde, sevimli ve huzurlu bir ifadeyle uyuyordu.

"Hmm, belki de onu evde yalnız bırakmak kötü bir fikir değildir." diye mırıldandı Webs, Taufan'ın saçlarını okşarken.

"Bence kötü bir fikirdi." dedi Alec sertçe ve Taufan'ın gözlerinin kenarına dokundu. "Ağladığını görebiliyorsun. Sence neden bunu yapsın? Yalnız kaldığı için korkması dışında bir ihtimal yok."

"Yine de..." diye mırıldandı Webs ancak Taufan'ın kıpırdandığını fark edince sustu.

Uyanıyordu.

"Hngh..." Taufan inledi ve yavaşça doğruldu. Başını tutuyordu—muhtemelen feci şekilde ağrıdığı için.

"Taufan."

Taufan başını kaldırdı ve mahmur gözlerle Alec'e baktı— koyu mavi gözleri saniyeler içinde heyecanla parlamaya başladı. "Alec ağabey!"

Alec kollarına atılan çocuğun başını okşarken, Webs'e kaşla göz arasında, "Gördün mü?" bakışı attı. Sonra başını kaldırıp kendisine bakan Taufan'a döndü. "Biz yokken sıkıldın mı?"

"Çok değil..." dedi Taufan dudaklarını büzerek. "Kitap okudum, biraz oyun oynadım, sonra... Uykum geldi... Uyudum."

"Ne güzel..." dedi Alec ama içten içe Taufan'ın eksik anlattığını seziyordu. "Peki korktun mu?"

Taufan kısacık bir an tereddüt etti -aslında bakışları her şeyi anlatıyordu-. Sonra başını iki yana salladı. "Hayır, ben iyiyim."

Alec ve Webs birbirlerine baktılar. İkisi de aklından aynı şeyi geçiriyordu.

"Hayır, o iyi değil..."

...

Taufan onların kararını değiştirecek ne yaptığını, ya da ne dediğini bilmiyordu ama yatılı okula verileceğini duyduğunda şaşırmadığını hissetti. Sadece bu fikri duyduğu için yeterince kırılmış olan çocuk kalbinde saf bir nefret doğdu.

Demek ki kimse onu umursamıyordu! Evde durmaya alışabilirdi! Ama yatılı okula, asla.

Aslında ağabeyleri alışabileceğini düşünerek ona zaman vermişlerdi ancak sonuç hep aynıydı. Taufan her seferinde ağlamış ve bir yerlerde uyuyakalmış oluyordu ki— bu da yeni bir sonucu ortaya çıkardı: Taufan hayal kırıklığı, korku ve üzüntüsüyle uyuyarak başa çıkıyordu.

Yine de, Taufan alışması için yeterli zaman verilmediğini düşündü ve öfkeli, haksızlığa uğramış hissetti.

Yeni okulu çok da ilgi çekici değildi.

Onun gibi yatılı kalan öğrenciler genellikle ortaokul öğrencileriydi ama Taufan onlara aldırmıyordu. Okulun sıkıcılığını düşünüyordu sadece. Sürekli dersler, dersler ve dalgınlaştığı zaman onu azarlayan yetişkinlerin bulunduğu bir işkence evi gibiydi.

Taufan buradan tek kelimeyle nefret ediyordu. Yeni keşfettiği nefret, onu hem korkutuyor, hem suçlu hissettiriyor ama hem de tatmin ediyordu. 'Nefret ediyorum' duygularını anlatmak için çok iyi bir cümleydi.

Ama parlak gülümsemesini korumak zorundaydı. Bu onu bilinir kılan tek şeydi—herkes onu yalnızca gülümseyişinden tanıyordu.

Bu okulun bir de kötü bir tarafı vardı elbette: yaşadığı mahalleye yakındı, bu yüzden herkes onu tanıyordu ve zayıf noktaları da çok iyi biliniyordu.

...

"Hah?! Annemin kutusu nerede?!" Taufan okul dolabında elini kutunun olduğu rafa attığında, gözleri kocaman açıldı ve istemsizce panikle bağırdı. "Buraya koyduğumdan emindim! Nerede o?!"

Farkında olmadan sesini fazla yükseltmiş olmalıydı ki, koridordaki öğrencilerin meraklı bakışlarını üzerinde hissetti. Yüzü kızarırken, başını dolabına eğdi—dikkat çekmek istemiyordu ama annesinden hatıra olan tek eşyayı da kaybedemezdi.

"Bunu mu arıyorsun yetim?"

"Hah?"  Taufan hızla arkasını döndü ve ortaokullu bir grup öğrenciyle göz göze geldi.

Gençlerden en uzunu elinde bronz renkli metal ninni kutusunu tutuyordu.

"A-ah, e-evet?... Alabilir miyim lütfen?" Taufan onların kendisine verdiği lakabı görmezden gelerek, elini uzattı ancak genç kutuyu uzaklaştırdı. "Neden yapalım ki? Yoksa bu çok mu önemli bir şey~?"

"O benim bir—yapma!... o bana annemden kaldı!" Taufan gencin kutuyu atıp tuttuğunu görünce, panikleyerek gerçeği ağzından kaçırdı ve bu, genci daha da tatmin etti.

"Ooh, öyleyse bu kıymetli eşya düşmemeli! Çok kıymetli değil mi—aman!" Genç sanki kutu parmaklarının arasından kayıyormuş gibi yaptı ve Taufan'ın bağırışı ve panikli bakışlarının altında ninni kutusu yere düştü— ve kırıldı.

"Hayır—hayır, mümkün değil!" Taufan hızla yere çöktü ve titreyen elleriyle kutunun parçalarını toplamaya çalıştı.

"Hıh." Genç gözlerini devirdi ve grubunu da alarak uzaklaştı

Taufan gözlerinin yandığını hissetti. Elleri o kadar fazla titriyordu ki, parçalar ellerinden düşüyordu.

Acısını her zaman bu kutuyla, bu melodiyle hafifletirdi... Ama şimdi bu kutu da kırılmıştı...

"Taufan... Burada ne yapıyorsun?"

Taufan acısına o kadar dalmıştı ki, zilin çaldığını duymamıştı bile. Başını kaldırdığında, nöbetçi öğretmenlerden biri olan Shaed'la göz göze geldi.

Shaed, sert bakışlı, kalın kaşlı, Hazel yaşlarında -belki biraz daha genç- kadındı. Ama Taufan yeni olmasına rağmen, onun yumuşak tarafını keşfetmişti. Tabii ki bu tavrı ona değildi ama Taufan iyi anlaşacaklarını hissediyordu.

Shaed bir şey söylemeden bileğini kavradı -nazikçe- ve onu ayağa kaldırdı.

Ancak Taufan'ın aklı derste değil, cebine sıkıştırdığı kutunun parçalarıydı.

"Bir şey mi oldu?" Shaed kayıtsız bir tonda sordu ve bu Taufan'ın yıkılma noktası oldu.

"Ağlamak istemiyorum." dedi hıçkırırken. "Ama benim için en değerli olan şeyi kırdılar..."

"Bakayım." Shaed Taufan'ın, burnunu çekerek cebinden çıkarıp uzattığı parçaları aldı ve inceledi. Sonra başını kaldırıp Taufan'a hafifçe gülümsedi ki— Taufan onun gülümsediğini ilk kez o gün gördü.

"Daha fazla üzülme." dedi Shaed yumuşak bir sesle; neredeyse bir anneye benzer bir şekilde Taufan'ın gözlerini sildi. "Bunu tamir edip sana getireceğim."

Taufan şaşkınlıkla ona baktı, sonra gözlerinin tekrar dolduğunu hissetti. "Teşekkür ederim..."

"Ağlama. Sınıfına git ve derse odaklan, kutuyu düşünme." Shaed onu hafifçe ittirdi ve Taufan saçlarını bir rüzgar gibi okşadığını hissetti.

Artık o kadar da yalnız hissetmiyordu.

Devam edecek...

Heyy, bu hafta Lies üzerinde epey çalıştım gibi görünüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11