LİES- BÖLÜM 8

 /Taraf: Erin'in Gülü\ Lies 8: İstenen Şey... Ya da Kişi.

Halilintar hayatından nefret ediyordu.

Normal bir hayat gördükten sonra, yetimhane hayatının ne kadar sefil, ne kadar yorucu olduğunu farkına varabilmişti.

Ve... Üstüne üstlük, onuruna leke sürülmüştü.

Bu da zorbaların işine geliyordu tabii.

"Eee Erin'in Gülü, kendine bir arkadaş mı buldun?" diye sordu Arish, okul dolabına yaslanırken.

Halilintar okul kitaplarını yerleştirmeyi çarçabuk bitirdi. Dolabının kapağını çarparak kapattı ve ceketini çıkarıp bir omzuna asarken, Arish'e sert bir bakış attı. "Size dedim ki... Beni rahat bırakın."

"Seni neden dinleyelim?" Arish ona yaklaştı ve uzun boyuyla tam anlamıyla ona yukarıdan baktı. "Konuşsana, neden susuyorsun?"

Halilintar ona korkutucu bir ifadeyle baktı ve aniden çocuğun göğsüne sert bir yumruk attı. Sonra da koşarak uzaklaştı.

"Hey! Bekle!" Arkasından koşan Arish, öfkeyle bağırıyordu.

...

"Hh hh hh!" Halilintar tüm gücüyle koşarken, tuttuğu ceketini daha sıkı kavradı. Arkasına baktığında, paniğe kapıldı ve daha hızlı koşmaya çalıştı ancak yolun sonuna gelmişti: yetimhanenin çevresini saran  yüksek duvarlar.

Zar zor durdu ve sırtını duvara yapıştırdı. Nefes nefeseydi— hem koştuğu için, hem de panikten. "Yaklaşmayın! Uzak durun benden!"

"Ooooo Erin'in Gülü~" Arish yüzü panikten kızaran Halilintar'ın kaçmasını engellemek için bileğini yakalarken, ölümcül bir şekilde gülümsedi. "Bizimle uğraştığın için pişman olacaksın, biliyorsun."

"Ben kendimi savunabilirim!" diye bağırdı Halilintar ancak Arish bileğini fazlasıyla sert bir şekilde sıktığında, acıyla bağırdı.

"Şimdi... Sana bir ders vermek çok kolay olurdu ama..." Arish durdu ve yavaşça eğilerek kulağına fısıldadı. "Neden en büyük korkun, bizim için bir zorbalık aleti olmasın ki?"

Halilintar gözleri şokla irileşirken, başını iki yana salladı. Rüzgarda sallanan bir yaprak gibi titriyordu. "Ha-hayır..."

"Oooh~ Tahminim doğru demek? Balonlardan korkuyorsun." Arish 'balon' kelimesine bile yüzünü buruşturan Halilintar'a sırıttı.

"Bu yaptığınız—yanınıza—kalmayacak— ah!" Halilintar, Arish şişirdiği balonu aniden patlatınca, bağırdı ve elleriyle yüzünü örttü.

"Bu halde hiçbir şey yapamazsın, solgun Gül." dedi Arish neşeyle. "Seni zayıf."

Halilintar onlara karşı çıkmak istedi ama çok fazla titriyordu, başı dönüyordu ve midesi bulanıyordu. Onlara bir şey yapamazdı, en büyük zayıflığını kullanırlarken yapamazdı.

"Bizimle uğraşmaman gerektiğini söylemiştim Halilintar." Sonunda tüm balonlar bittiğinde Arish kahkaha attı ve yere çökmüş, korkunç derecede titreyen Halilintar'a zafer işareti yaptı. "Elveda, sevgili Gül~"

Halilintar hiçbir şey söyleyemedi. Çok kötü hissediyordu ve bir an önce tuvalete gitmezse, oracıkta kusacaktı.

Ancak başka çaresi de yoktu, çünkü bu halde tuvalete yürümeye çalışırsa yarı yolda bayılması daha olasıydı.

Bu yüzden boğazından yükselen şeyi hissettiğinde, kendini durdurmak yerine, duvarın dibine eğildi.

Eh, tabii ki kusmak hiçbir şeyi değiştirmiyordu, sadece migrenini daha da kötüleştirdi ve görüşünü bulanıklaştırdı.

Hava kararmaya başlıyordu ancak Halilintar kıpırdayamıyordu. Hava soğumuştu, sert bir rüzgar esiyordu ve kesinlikle üşüyordu ama soğuğu hissedemiyordu.

"Halilintar!? Burada ne işin var çocuğum?"

Yetimhanenin baş aşçısı Bayan Sarah'tı bu. Halilintar'a değer veren nadir kişilerdendi ve omuzlarındaki şalı sıkıca tutarak yanına koşma nedeni de, bu annelere benzer şefkati ve endişesiydi.

"Neyin var oğlum, konuşsana! Endişeden öldürecek misin beni?" Bayan Sarah şalını titreyen Halilintar'a sıkıca doladı ve ayağa kalkmasına yardım etti. "Geç içeri geç, ne yapıyorsun ki bu soğukta? Hay Allah seni iyi etsin evladım, nasıl da titriyorsun?"

Alacakaranlıkta, Halilintar'ın ağladığını fark etmemişti tabii. Halilintar'sa, Bayan Sarah'ın varlığı için şükrediyordu, çünkü o olmasaydı geceyi dışarıda geçirirdi ve kötü bir zatürreyr yakalanırdı.

...

"Gel oğlum, yat yatağına... Titremen niye geçmedi ki?" Bayan Sarah endişeyle kaşlarını çattı ancak Halilintar başını iki yana salladı. "İ-i-iyiyim, b-bu s-sa-sadece—"

"Yok yok, iyi değilsin." Bayan Sarah ikna olmamış bir şekilde bakarken, elini Halilintar'ın alnına koydu. "Yanıyorsun bak... Yok, sen kesinlikle üşüttün."

Halilintar bu sefer iyiyim diyemedi, çünkü kendisi de hasta olduğunu hissediyordu. Bu yüzden Bayan Sarah'ın getirdiği sıcak -ve çok acı- çorbayı itiraz etmeden içti. Daha sonra da tamamen uykuya teslim oldu.

...

Ertesi sabah kalktığında, daha iyiydi. Ateşi düşmüştü ve titremesi geçmişti. Ancak korkunç bir öksürüğü vardı ve sesi kısıktı.

Boynuna bir eşarp sardı ve derse böyle gitti.

Arish ve takımıyla olabildiğince göz göze gelmemeye çalışıyordu ama sonuncu dersin çıkışında, kitaplarını dolabına yerleştirirken etrafını sardılar.

"Demek gerçekten gül gibi hassasın ha?" Arish güldü ve Halilintar'ın boynundaki eşarbı çekmek için uzandı ama Halilintar bileğine sertçe vurdu ve kendi işini yapmayı sürdürdü.

"Bakıyorum da bugün havanda değilsin?" dedi Arish sırıtarak, Halilintar'ın omzunu tuttu ve sertçe kendine çevirdi.

"Sesim kısık aptallar!" diye bağırdı Halilintar dayanamayarak—ki çatallı sesine ve hemen ardından girdiği öksürük krizine bakılırsa haklı olduğu da anlaşılırdı.

Arish her ne kadar bir zorba olsa da, hasta insanlarla uğraşacak kadar zalim değildi. Bu yüzden takımını da alarak uzaklaştı.

Halilintar ise, müdirenin odasına gidiyordu. Çağırılmıştı.


"Girin!"

Halilintar kapıdan içeri başını uzattı ve müdirenin kendisini fark etmesini bekledi.

Müdire başını kaldırıp baktı. Onu görünce hafifçe gülümsedi ve eliyle girmesini işaret etti. "Gel Halilintar. Şuraya otur.'

Halilintar tereddütle kapıyı kapattı ve müdirenin işaret ettiği koltuğa oturdu.

Müdire imza atılması gereken şeylere imza atarken, gülümseyerek konuşuyordu. "Bunu duymaktan hoşlanmayacaksın ama, tekrar evlat ediniliyorsun."

Halilintar'ın gözleri kocaman açıldı ve başını hızla iki yana sallarken, "Hayır! Ben bir daha gitmeyeceğim!" diye bağırdı.

"Halilintar—"

"Hayır! İstemiyorum!"

"Halilintar, dinle—"

"Zaten geri dönmeyecek miyim!?"

"Yeter!" Müdire elini masaya vurunca, Halilintar sustu ve başını eğdi. Ancak kucağına koyduğu ellerini yumruk yapmıştı.

Müdire derin bir nefes aldı ve yumuşak bir sesle devam etti. "Halilintar. Bu aile öyle değil. Sadece erkek çocukları var ve kesinlikle şerefli bir geçmişleri var. Ve seni aile üyesi olarak istiyorlar, yardımcı olarak değil. Senin yaşadıklarını duyunca, yardımcı olmak istediler Halilintar."

Halilintar sessizliğini sürdürdü.

"Bir hafta sonra seni almaya gelecekler. Yani kendini zihinsel olarak da hazırlayabilirsin."

"..."

"Çıkabilirsin canım."

Halilintar odasına geri döndü ve korkutucu derecede sakin bir şekilde günlüğünü aldı.

"Evlat ediniliyorum... 2. kez. O kadar istemiyorum ki, yarın tüm gün yaramazlık yapacağım. Hayır, tüm haftayı böyle geçireceğim."

...

Halilintar o hafta, yıllarca içinde tuttuğu tüm yaramazlıkları yaptı. Öyle ki, bir hafta içinde tüm öğretmenler ondan yaka silkmişti. Defalarca müdirenin odasına gönderilmiş, müdire ona acıdığı için hafif cezalarla sıyrılmıştı.

Ancak müdirenin otoritesi de bir yere kadardı.

Sonunda yaşlı ve öfkeli bir öğretmen, Halilintar'a gerçek bir ceza verilmesi gerektiğini savundu—ne yazık ki diğer öğretmenler de aynı fikirdeydi.

Her şeyden habersiz olan Halilintar, sonuncu kez huysuzluk yaptı ve cezası da, bodrum katının yerlerini silmek oldu. Elbette karanlıktan fazla korkmuyordu ama örümcekler...

Halilintar o gün defalarca çığlık attı.

Eh, bunun sonucunda, öğretmenlerine karşı büyük bir öfke hissetti ve giderken hepsine somurtkan bir ifadeyle baktı.

...

Halilintar yeni evini sevmişti. Ailenin beş erkek çocuğu vardı— hepsi de aynı yaştaydı. Ayrıca onu evlat edinen çift de, sevgi dolu ve samimiydi.

Halilintar onları sevmişti, Halilintar'a büyük evlerindeki odalarından birini vermişlerdi. Bu oda çocuklardan biri kalıyordu.

İlk geldiği akşam tanışmışlardı hatta.

...

"Çocuklar, kardeşinizle tanışmayacak mısınız?"

Evin annesi, Halilintar'ı elinden tutarak evin salonuna çekerken, çocuklarına seslendi.

Salonda oturan çocuklar, Halilintar'a meraklı bir bakış attı ancak çekinen Halilintar, kadının arkasına saklandı.

Şimdilik bu kadarıyla yetinmeleri gerekiyordu. Halilintar onlara alışana kadar sessiz ve çekingen duracaktı.


"İşte burası senin odan." Kadın gülümsedi ve eliyle işaret etti. "Gir hadi, çekinme."

Halilintar odaya girer girmez, ağlamak istediğini hissetti—ama mutluluktan. O kadar güzeldi ki...

İlk mutluluğu geçtikten sonra, ikinci yatağı fark etti. "Burada kim kalıyor?"

"Ah, o mu?" Kadın bir an şaşırdıysa da, hemen ardından gülümsedi ve birazdan geleceğini söyleyerek aşağı kata indi.

Geri geldiğinde yanında bir çocuk vardı.

"Bu Gempa." dedi gülümseyerek, ona cesaret vermek ister gibi elini tuttu. "Sen Gempa'yla birlikte kalacaksın. Daha doğrusu... Gempa senin onunla birlikte kalmanı istedi."

Halilintar çekingence elini uzattı ama beklenmedik bir şekilde, Gempa ona sarıldı.

"Ah, Halilintar, tatlım, alış buna. Kardeşlerinin hepsi cana yakın ve sevgi dolular, inan bana." Kadın kıkırdadı ve kızaran Halilintar'ın yanağını sıktı. "Hadi, eşyalarını yerleştir. Sonuçta artık burada kalacaksın."

-----

Halilintar yeni evinden memnundu. Henüz her şeyin çok içindeydi ama ilerledikçe orayı sevip sevmeyeceğini anlayacağından emindi.

Devam edecek...

Heyyy Lies'ı seviyorum. Aslında bugün İn White yazacaktım ama Eanomalie'nin şarjı bitti ve... Öyle. 12. Bölümü planlayamadık.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11