LONG HAİR- 2
Gempa:
"Geeem! Bana yardım eet!"
Banyonun kapısında duran Gempa gözlerini ovuşturmayı bıraktı ve saçlarını taramaktan çok, tarağa dolamaya çalışıyor gibi görünen Halilintar'a uykulu bir bakış attı. "Ne oldu?"
"Argh, taraklardan nefret ediyorum!" diye bağırdı çocuk. "Bana yardım et, şu tarağı saçlarımdan kurtarayım."
Gempa hala uykulu olmasına rağmen, hafifçe gülümsedi. "Sana demiştim, saçlarını sık taramalısın. Böyle daha çok karışıyor."
"Sık mı?!" Halilintar nefesi kaçarken, ona inanmaz bir bakış attı. "Her sabah! Daha ne yapmam gerekiyor?!"
"Ugh, tamam, daha fazla bağırma lütfen... Başım ağrıyor." Gempa başını iki yana salladı ve Halilintar'ı banyonun kapı eşiğine çöktürdü (eşikle yer arasına bir yarım karış, bir karış kadar fark var). "Ah, en azından yapamadığında bana söyleseydin, şimdi canın yanacak..."
"Umurumda değil. O tarağı çıkarmaya çalışmak çok yorucu." dedi Halilintar suratını asarak. "Canımın acımasını, tarağı çıkarmaya çalışmaya tercih ederim."
"Orası belli oluyor." dedi Gempa ifadesiz gözlerle.
...
"İşte, oldu mu?" Gempa kardeşine bakarken, yüzünde memnun ve biraz da gururlu bir ifade vardı. "Bence çok güzel oldu."
"Hmm, teşekkürler." dedi Halilintar kısaca ama Gempa onun memnuniyetini gözlerinden okuyabiliyordu.
Tüm bunlar yaşanırken uyuyan Taufan, gerindi ve uykulu gözlerini kırpıştırdı. Yanlış mı görüyordu? Halilintar ve Gempa odadaki boy aynasının önünde durmuş, alçak sesle konuşuyorlardı. "Hey—hey siz ikiniz— ne yapıyorsunuz?"
Hemen yataktan atladı ve iki kardeşinin arasına girdi. Sırıttı ve kollarını iki kardeşinin omuzlarına doladı. "Bensiz eğlence yok!"
"Eh, her zaman ortamıza girmen gerekir." dedi Gempa yumuşakça kıkırdayarak. "Sonuçta sen ortancasın."
"Bazen bebekken nasıl bizden ayrı uyuduğunu merak ediyorum." diye homurdandı Halilintar alaycı bir tonda ama ikisi de onun Taufan'ın yapışkanlığından rahatsız olmadığını biliyordu.
"Eee, hadi hadi, daha okula gideceğiz!"
"Heheheh, terbaik~!"
Blaze:
"Hey! Beni dinle!" dedi Blaze, yüz bininci kez bağırarak.
Halilintar uzandığı koltuktan ona ifadesiz bir bakış attı. "Vicdanını suçlarını bana anlatarak hafifletemezsin."
Olay şuydu: Halilintar ve Blaze evde baş başa kalmışlardı. Halilintar Blaze'i kişiden saymazken, Blaze en büyük kardeşiyle -aynı yaştalar ;P- yalnız konuşabilme fırsatını kaçırmak istemiyordu. Ona anlatması gereken çok fazla macerası vardı (Hali'nin tabiriyle: 'suçları').
Ama Halilintar'ın onu dinlemeye niyeti yok gibi görünüyordu ve görmezden gelinmek, Blaze'i çileden çıkartan şeylerden biriydi.
"Beni dinlemek zorundasın!" diye bağırdı; kardeşinin odak noktası olduğunu fark ettiği telefonu kaptı ve son derece hızlı bir şekilde geri çekildi.
"Ne yaptığını sanıyorsun—" Halilintar'ın elinde küçük bir kıvılcım belirdi, ancak sadece elini uzattı. "Telefonumu ver. Hemen."
"Beni dinleyene kadar olmaz." dedi Blaze onun öfkeli bakışlarına aldırmadan. Telefonu havaya kaldırdı ve atabileceği bir pozisyona getirirken, dilini çıkardı. "Bir hareket—çat, telefonun artık yok!"
"Urgh..." Halilintar öfkeyle inledi ancak yapabileceği bir şey yoktu. Blaze dediğini yapardı, hem de gözünü bile kırpmadan. Başını ellerinin arasına alarak iç çekti ve Blaze'e bıkkın bir bakış attı. "Tamam... Seni dinleyeceğim."
"Akıllıca." Blaze sırıttı ve parmağındaki küçük alevi yok etti. "Telefonunu parçalamak ve yakmak çok hoşuma giderdi ama onu başka bir zamana saklayacağım."
"Sen—bu—" Halilintar iyice öfkelenirken, ileri atılacak oldu ancak Blaze gözünü bile kırpmadı. "Hadi ama, dinleyeceğini söyledin! Sen sözünden dönmezsin değil mi~?"
"Anlat ve git o zaman." diye homurdandı Halilintar öfkeli bir şekilde ve kıstığı kızıl gözlerini kardeşinin üzerine dikti.
Blaze karşısındaki kanepeye oturdu ve telefonu rehin olarak sıkı sıkıya tutarken, düşünceli bir şekilde dudaklarını büzdü.
"Hmm... Aslında çok şey var..." diye başladı ve bu şekilde devam etti.
İlk başta ilgisiz görünen ve esneyen Halilintar, onu dinledikçe kardeşinin coşkusunun kendisine de bulaştığını hissetti. Kardeşi öfkelendiğinde ciddi bir ifadeyle, "Senin yerinde olsam oracıkta bir yumruk atardım," diyerek kardeşine hak veriyordu.
Bazen ise, dayanamayarak kahkahalara boğuluyordu ve karşılığında Blaze onun suratına bir yastık fırlatıyordu. "Hey! Gülmek yok demiştim!"
Sonunda başka bir konuya geçtiğinde, Blaze'in coşkusu aniden söndü. "Ve geçen gün Iwan'la konuşurken... Senden bahsediyordum. Saçların-saçlarının çok güzel olduğundan yani... Ve o da... Haklı olduğumu söyledi..." dedi Blaze, sesi yavaşça kısılırken. Hafifçe kızarması, aslında Halilintar'ı övdüğünün bir kanıtıydı— ne var ki övülen de, en az onun kadar kızarmıştı.
"Sen, diyorsun ki..." dedi Halilintar zar zor, bakışlarını kaçırdı. "Saçlarım... Güzel mi?"
"Evet... Parlak ve yumuşak!" dedi Blaze bir an tereddüt ettikten sonra, cesurca. "Taufan saçlarını kuyruk yaptığında, daha da hoş görünüyor. Bence bu konuda bir yeteneği var, çünkü Iman'ın saçlarını bazen onun ördüğünü görmüştüm."
"Blaze—! Telefonumu ver ve— ve hemen git!" diye bağırdı Halilintar zar zor, yanakları bir ton daha koyulaşırken, ve Blaze şaşkınlıkla telefonunu uzatırken, kardeşine bakmadı.
Bu gerçekten utanç vericiydi. "Uf Blaze!"
Ais:
"Ais! Kucağımdan hemen kalk! Yatmak için başka yer yok mu?!"
"Mhm, belki... Ana ben burayı tercih ediyorum..."
Ais, başını Halilintar'ın bacaklarına koymuş, yüzünde belirgin derecede bir kızarıklıkla kitap okuyan kardeşini izliyordu. Belli etmese de, muziplik ve muzırlık konusunda Blaze'e benziyordu. Ama ikizinin aksine, gök mavisi gözleri sular kadar kıpırtısız, kayıtsız ve dingin görünürdü.
"Ais. Yeter. Kalk." diye inledi Halilintar- dayanamayarak kardeşine yalvaran bir bakış attı— demek ki Ais, Halilintar'ın söz geçiremediği o nadir ve kısmetli kişilerdendi.
"Devam et... Uyuyacağım." Ais mırıldandı ve Halilintar'ın tüm bakışlarını görmezden geldi.
Halilintar ısrar etmenin bir anlamı olmadığını anlayarak, iç çekti ve kitabını okumaya devam etti.
Ais sessizce onun satırları takip eden gözlerini izledi. Halilintar'ın dünyayla olan bağlantısını kestiği nadir anlardan biri...
Eh, düşününce mantıklıydı. Hangi büyük kardeş, sorumluluğu altında olan -öyle iddia edilen- 6 kardeşi varken dünyayla bağlantısını kesip, kendi kendine bir şey yapabilirdi ki? Halilintar da haklı olarak yapamıyordu.
"Hey Hali."
Halilintar o ana kadar üzerindeki bakışları farkında değildi—öyleydi ama umursamamıştı. Şimdiyse bakışların sahibini biliyordu ve bu onu daha da bezdirdi.
"Aisss... Sabrımı sınadığının farkında mısın?"
"Bekle, bir şey söyleyeceğim." Ais kardeşinin daha fazla çıldırmasını istemediği için doğruldu vegeri çekilerek ona alan bıraktı.
Halilintar derin bir iç çekti— daha sonra Ais'a ilgisiz bir bakış attı. "Evet?"
Ais hafifçe gülümsedi ve onun ifadesini gören Halilintar'ın kaygılı bakışlarını görmezden gelerek, "Blaze geçen gün senin saçlarının çok hoşuna gittiğini söyledi." dedi. "Ben de bunun nedenini—"
"Boş— boş ver!" Halilintar panikle ellerini çırparken, başını çılgınca iki yana sallıyordu. "Cidden, Blaze'e bakma, o sadece—"
"Hepimiz biliyoruz ki, saçlarınla ilgilenmemizi seviyorsun. Bence bunu bir an önce kabullenmelisin."
"Ne-ne demeye çalışıyorsun?" diye mırıldandı Halilintar, elleriyle yüzünü örterken, sesi kısıktı.
"Hiçbir şey." Ais omuz silkti ve tekrar bacaklarına uzandı.
Halilitar suratını astı. Neden herkes saçlarıyla bu kadar ilgileniyordu?
Duri:
"Bugün hava gerçekten güzel değil mi?"
Duri neşeli bir sesle kardeşiyle konuşurken, Halilintar da ara sıra başını sallayarak onu dinliyordu.
İki kardeş birlikte bahçedelerdi. Duri Halilintar'dan bahçe işlerine yardım etmesini istemişti, Halilintar da kabul etmişti. Duri'nin kendisine verdiği bir çift siyah lateks eldiveni takmış ve toprakta çukurlar açmıştı. Güç gerektiren işleri o yaparken, Duri de ekeceği tohum ve fideleri getirmişti.
"Ah, işte oldular!" Duri ellerini çırptı ve sonra Halilintar'ın ellerini tutarken, parlak bir şekilde gülümsedi. "Teşekkür ederim Hali!"
Halilintar Duri'ye şaşkınlıkla bakarken, yüzünde şefkatli bir ifade oluştu. "Bir şey değil... Sadece yardım ettim, hepsi bu. Hem sen, daha fazlasını yaptın."
"Olsun!" Duri neşeyle kıkırdadı ve neredeyse annelerinkine benzer bir gururla, bitkilerine baktı (elbette o bir erkek).
"Eh, artık içeri girelim. Hava kararıyor ve daha yapmamız gereken başka şeyler var." Halilintar eldivenleri çıkarıp kenara bırakırken, kızıl renklere bürünmüş gökyüzünü işaret etti. "Hadi gel."
"Tamam!" Duri hasır şapkasını bahçe eşyalarını koyduğu küçücük ahşap kulübeye -çok küçük- bıraktı ve normal, yeşil-siyah şapkasını alarak onu takip etti—tabii bu sırada bir şeyler anlatmaya devam ediyordu.
O gün Gempa evde yoktu ve dikkatlice yemek hazırlayabilecek tek kişi Halilintar'dı, bu yüzden Halilintar mutfakta kaldı. Şaşırtıcı bir şekilde, Duri masaya oturdu ve o yemek hazırlarken, konuşmaya devam etti.
"Hmm, gayet iyi." Halilintar ellerini beline dayarken, memnun bir ifadeyle yemeklere baktı. Beklediğinden daha iyiydi.
"Duri." Tabakları doldururken, hala masada oturan kardeşine eliyle işaret etti. "Diğerlerini çağır. Yemek hazır."
"Tamam!" Duri neşeyle kendisine söyleneni yaptı.
Halilintar ise, farkında olmadan, annelere özgü bir otoriteyi hissetti.
Herkes hızlıca yedi— yani en azından çoğu—ve dağıldılar.
Halilintar da, salondaki bir kanepeye uzanmış, telefonuna bakıyordu.
"Hali!"
"Wah!" Halilintar aniden arkasından kendisine seslenilince, irkildi ve onu korkutan kişiye—Duri'ye baktı. "Duri??"
"Saçlarınla oynayabilir miyim Hali? Lütfen~" Duri oldukça masum görünüyordu ama Halilintar onu çok iyi tanıyordu—bu işin arkasında bir iş vardı.
Gözlerini kıstı.
"Bana öyle bakma, gerçekten sadece saçlarınla oynamak istiyorum!" dedi Duri somurtarak—haklı olduğunu belirtmek gerek.
Sonunda Duri'ye izin vermek zorunda kaldı ve hevesli kardeşinin önünde çöktü. O telefona bakarken, Duri saçlarıyla uğraşıyordu.
5 dakika sonra, kardeşi neşeyle ellerini çırptı ve Halilintar'a bittiğini söyledi
Halilintar aynaya baktığında kıkırdadı, kendini kız kardeşi olan bir ağabey gibi hissediyordu.
Duri saçlarını örmeye çalışmıştı ve ortaya çıkan görüntü son derece komikti. Ama Halilintar bunu ona söylemeyecek kadar nazikti.
Solar:
"Her zaman nasıl havalı göründüğünü merak ediyorum." dedi Solar, bir öğleden sonra, dışarı çıkacakları sırada.
"Özel bir şey yapmıyorum, sadece havalı görünmemeye çalışıyorum." Halilintar hafifçe sırıttı ve göz kırptı: "Ayrıca kendim oluyorum."
"Uuf! Kendim olduğumda insanlar bana gıcık biri olduğumu söylüyorlar ama sen sadece kendin olduğunda, çok çekici oluyorsun. Bu nasıl oluyor?!" Solar mantığa isyan ederken, suratını astı.
"Belki de bu seninle alakalı değildir, biraz da insanlarla alakalıdır." dedi Halilintar omuz silkerek ve, "Neredeyse beraber doğduk, ve bazen sinir bozucu olsan da her zaman öyle olduğunu düşünmüyorum." diye de ekledi. "Sadece sürekli banknotları fırlatan bir ATM gibi bilgi dağıtıp durduğun zaman çekilmez oluyorsun."
"Ben asla—uf..." Solar homurdandı ve kapıyı açtı. "Ben çıkıyorum, sen de gelirsin."
"Hey, Solar, aslında kızgın değilsin, biliyorsun." dedi Halilintar, sokakta yürüdükleri sırada. Solar öfkeli görünmeye çalışıyordu—çalışıyordu ancak başarısız oldu. "Öf..."
"..." Halilintar sadece sessizce kıkırdadı.
"Her neyse... Duri saçlarını kestirmeye gittiğini söylediğinde -evet, evden çıktığın an beni aradı- şaşırdım."
"Öyle olmak zorundaydı." diye homurdandı Halilintar gözlerini devirerek. "Saçlarım çok uzun olmaya başladı ve hepinizin ilgisini çekiyor gibi görünüyor. Bu yüzden kestirmenin uzatmaktan daha iyi olduğunu düşündüm."
"İşime geliyor..." diye mırıldandı Solar kıskanç bir ifadeyle.
Halilintar kahkaha attı ve Solar'ı hafifçe ittirdi. "İtiraf et, kıskançlıktan çatlıyordun."
"Hiç de değil! Ugh, ne zamandan beri Taufan'la bu kadar benziyorsunuz?!"
"Hah, o ve ben ikiziz, biliyorsun. Elbette benziyoruz. O da huysuz olabiliyor, özellikle de son zamanlarda..." (A Moody Guy)
Son.
Embéria Aéris.
Eaomalie, "Embéria ve sivrisinekler, çok uyumlu bir hikaye." dedi.
Yorumlar
Yorum Gönder