SHOULD HURT YOU- 2

Her bölüm uyarmam gerekmeyecek. Ancak bu bölüm hala biraz vahşi.

Bölüm 2: Kim o?

Halilintar çenesinde küçük bir morlukla, prensesin odasının önünde, kapıda dikilmiş, bekliyordu. Yüz ifadesi kayıtsız olsa da, yüzü, özellikle de yanakları yağmurda kalmış gibi ıslaktı.

Onu yaraları sarılmış bir şekilde, huzurlu bir uykuda bulan prenses çılgına dönmüş, her şeyden sorumlu tuttuğu Halilintar'ı iyice hırpalamıştı.

Halilintar yumruklarını sıktı. Öyle ki, tırnakları avuçlarına batıyordu, ama umurunda değildi.

Prenses yüzünden kesikleri iyileşmeden tekrar açılmıştı ve sızlıyordu. Aslında ayakta duramayacak haldeydi ama onun durumunu umursayan kimse yoktu.

Güçlü durmak istiyordu ancak sabah yaşadıkları aklına geldikçe, gözyaşlarını engellemekte zorlanıyordu.

...

Tahmini 13-14 yaşlarındaki çocuk, gözlerini ovuşturdu ve yavaşça doğruldu. Etraftaki bağırış çağırışın ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir el kolunu sıkıca kavradı ve onu zorla ayağa kaldırdı.

Halilintar gözlerini kırpıştırarak karşısındaki kişiyi görmeye çalışırken, yanağındaki yara bandının hızla çekildiğini hissetti.

Kesiğinin acıdığını hissederek elini yanağına götürdü ancak aynı kişi eline vurarak uzaklaştırdı.

Halilintar'ın tüm sersemliği geçmiş, yerine büyük bir yılgınlık gelmişti. Elbette, bu prensesin ta kendisiydi.

Muhtemelen prenses onu bu halde bulmuş ve çok öfkelenmiş olmalıydı—ki hareketleri de bunu kanıtlıyordu.

Onu koruyacak kimsesi olmaması ne yazık.

Prenses Kira'na, kolundaki ve omzundaki sargıları sertçe çekerek yırtarken, "Sen ne cesaretle kendini sargıladın?! Sana yapabileceğini söyledim mi?!" diye bağırdı.

"Majesteleri, ben yapmadım—" diyebildi ancak Kira'na çocuğun çenesine vurdu. "O kadar malzemeyi nereden buldun?! Sana kim yardım etti?!"

Halilintar konuşmayınca, prenses daha da öfkelendi ve itiraf edene kadar kapının önünde ayakta bekleyeceğini söyledi.

...

Halilintar kederle dişlerini sıktı, bunu yapana kadar yere bile oturmasına izin yoktu. Ancak işin kötü tarafı, ortada itiraf edecek hiçbir şey yoktu. Sadece gizemli bir kadın yaralarını sarmış, şefkatle başını okşayıp onu sakinleştirmişti.

Bunda ne suçu vardı?

Halilintar kararlılıkla elini kaldırdı. Bir an tereddüt ettikten sonra, kapıya vurdu. Ne olursa olsun, suçsuz olduğunu kanıtlayacak ve Kira'na'yı dinlemeyecekti.

Kapı yavaşça açıldı ve Halilintar içeri alındı.

Kira'na onu görünce memnun göründü. "Oh, sonunda itiraf etmeye mi geldin canım?"

"Ortada itiraf edilecek bir şey yok." dedi Halilintar kaşlarını çatarak.

"Güzel." Kira'na'nın gülümsemesi genişledi. Ayağa kalktı ve Halilintar'a yaklaştı. "Öyleyse tüm o sargıların nereden geldiğini de bilmiyorsun?"

Halilintar bakışlarını kaçırmamak için gayret ederken, başını salladı.

Prenses neşeyle ellerini çırptı. "Ah, ne yazık ki yalan söylediğin gözlerinden okunuyor. Seni kimin tedavi ettiğini gerçekten bilmiyor musun?"

"Göremedim... majesteleri..." diye fısıldadı, sonunda dayanamayarak başını eğmişti.

"Kim olduğunu bilmiyorsun yani?"

"Göremedim... gözlerim acıyordu majesteleri..."

"Ah, tamam, gidebilirsin." Prenses Kira'na elini salladı. Ama Halilintar hiçbir şey söylemeden odadan çıkarken, kaşlarını çatmıştı. "Bilmiyorsun öyle mi?... Urgh, çok da umurumda... Sonuçta hala yaralısın..."

...

Halilintar sarayın koridorlarında yürümekteydi. Ara sıra saraylılarla karşılaşıyor, onların küçümseyici bakışlarını üzerinde hissediyordu ancak umurunda değildi. Ne saraylılar, ne de prenses onun umurundaydı.

Sarayın bahçesine çıktığında, saraylı çocukların oynadığını gördü. Onlara özlemle baktı.

"İşte özlemini çektiğim özgürlük..." diye düşündü.

O kadar dalgınlaşmıştı ki, çocukların onu fark ettiğini ve yüzlerinde beliren uğursuz sırıtışları fark etmedi.

"Sen de kimsin?" Çocukların hepsi ona doğru koşarken, böyle bağırdılar.

Halilintar şaşırdı, hatta çekinerek birkaç adım geriledi ancak çocuklar sayıca fazlaydılar. Onun etrafını sardılar ve el birliğiyle onu yere serdiler.

Halilintar çocukların kendisine attığı bakışlardan rahatsız ve tedirgin olmuştu.

Ancak ilk başta tehditkâr görünen çocukların hepsi, şuan ona meraklı bakışlar atmaktaydı.

"M... Merhaba?" dedi gülümsemeye çalışarak.

"Vaay, bakın, onun gözleri kırmızı!" diye bağırdı bir oğlan parmağıyla gözlerini işaret ederek (Halilintar parmağı gözüne girmesin diye çocuğu uyarmak zorunda kaldı).

"O bir kahraman! Bakın, her yerinde eski veya taze yara izleri var! Kesinlikle savaşta yaralandı!" dedi bir kız çocuğu, hayranlıkla Halilintar'ın kollarını ve yüzünü işaret etti.

"Öyle mi? Sen bir asker misin gerçekten?" diye sordu ciddi görünen bir oğlan, şüpheyle.

"Ben kahraman değilim. Asker de değilim." dedi Halilintar üzgünce. Onlara hayal kırıklığı yaşatmak istemiyordu ama gerçek buydu. "Ben sadece yetim ve sefil bir çocuğum. Prensesin isteği üzerine burada tutuluyorum."

"Ah, bu... Bu o!" diye bağırdı çocuklar aynı anda ve bu Halilintar'ı ürküttü. Bu kadar popüler miydi?... "B-beni tanıyor musunuz?..."

Ancak çocuklar kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı. "Size demiştim! O bir kahraman, zalim prensese dayanmaya çalışan bir prens! Tıpkı hikayemizdeki gibi!" diye bağırdı kız.

"Ama yetim! Bizim hikayemizde annesi ve babası vardı ve eninde sonunda kavuşuyorlardı. O ise yetim!" diye itiraz etti oğlan.

Halilintar her şeyi şimdi anlıyordu. Bu çocuklar onun hakkında duydukları sınırlı bilgilere dayanarak Halilintar'ın baş karakter olduğu bir hikaye oluşturmuşlardı.

Bu düşünce komikti ama... Yaşadıkları hiç de komik şeyler değildi. Keşke hayat onların düşündüğü kadar masum ve basit olsaydı...

"Hey, bakın, onu üzdük!" dedi daha küçük çocuklardan biri üzüntüye kapılarak. Halilintar'ın fark etmediği gözyaşlarını işaret etmişti.

"Ah, ben iyiyim—" demeye çalıştı ancak çocuklar çoktan onun üzerine yatmışlardı. Hepsi ona sarılmış, küçük kollarını ona sarmışlardı.

Çocuklardan biri Halilintar'ın boynuna sarılıp, kulağına, "Ağlama, biz seni seviyoruz..." diye fısıldadı ve bu, çocuğun daha da duygulanarak daha fazla ağlamasına neden oldu.

"A-aaa, işe yaramadı." dedi kız ve Halilintar'a meraklı bir bakış attı. "Yoksa canını mı acıttık?"

Halilintar gözlerini silerken, hafifçe kıkırdadı ve çocuklara minnettar bir bakış attı. "Teşekkür ederim... Gerçekten çok teşekkür ederim..."

"Sorun değil! İhtiyacın olursa biz her zaman buradayız." dediler hep bir ağızdan, ki bu Halilintar için dünyalar demekti.

"Bekle!" Kız elini tutarak onu durdurdu ve Halilintar'a meraklı bir bakış attı. "Adını söylemedin!"

Halilintar gülümsedi. "Madem bir tek sen bu kadar merak ediyorsun..." Bir dizinin üzerine çöktü ve kızın kulağına ismini fısıldadı.

"Ah, bu çok güzel!" Kız neşeyle ellerini çırptı ve diğerlerine heyecanla baktı. "Onun adı Halilintar!"

Halilintar ilk kez yoğun bir şekilde hissettiği merhamet ve şefkatle gülümseyerek onlara bakarken, çocuklar aniden tekrar üzerine atıldılar. Halilintar tepki bile veremeden, hepsi Halilintar'a sarılmışlardı.

Kız yanağını Halilintar'ın yanağına bastırırken, kocaman gülümsedi. "Seni gerçekten çok sevdik... Yine gel."

Halilintar da gülümsedi ve hayatında ilk kez—evet, ilk kez o kızın yanağına küçük bir öpücük kondurdu. "Teşekkür ederim... Ve bunu hatırlayacağım."

"Haaa, beni öptüü!" diye bağırdı kız ve neşeyle diğerleriyle konuşmaya daldı.

Halilintar mutlu bir iç çekti. Kız o kadar tatlıydı ki, onu öpmekten kendini alamamıştı. Eh, bu yeni bir deneyimdi.

Artık akşamı, geceyi daha kolay geçirecekti.

...

Kira'na ilginç bir şekilde ona zarar vermedi. Sadece zindana kilitledi ve giderken yıldırım kürelerine ek olarak yanan tüm meşaleleri söndürdü.

Halilintar bir süre karanlıkta sessizce oturdu. Bu gece mutluydu. Ağlama ihtiyacı hissetmiyordu. 

Çocukların ona olan sevgileri, hayranlıkları... Müthiş hikayeleri... Halilintar kendi kendine gülümsedi. Çok hoşlardı.

Bu şekilde uykuya dalacağı sırada, bir ses onu irkiltti ve tüm uykusunu dağıttı.

"Halilintar..."

"Ha?... Ki-kim var orada?..." Halilintar yavaşça ayağa kalktı ve başını parmaklıklara bastırarak görmeye çalıştı ama tek görebildiği karanlıktı.

"Korkma Halilintar, benim."

Halilintar bir elin kendi eline değdiğini hissedince ürpererek geri çekildi. Bu... Korkutucuydu. Özellikle de anıları yüzünden karanlıktan çekinen biri için.

"Korkma, sadece açılan kapıdan dışarı çık ve elimi tut."

Halilintar hücrenin kapısından gelen 'tık' sesini duyunca, tereddüt etti. Özgürlük bir adım ötedeydi ama... Eğer sabaha dönmezse özgürlüğüne asla kavuşamazdı.

"Korkma, Kira'na hiçbir şey anlamayacak."

Halilintar şaşırsa da, güven duyabileceğini anlamıştı. Bu yüzden derin bir nefes aldı ve ilk kez Kira'na'nın bilgisi dışında hücresinden çıktı.

Yumuşak elin, kendi elini tuttuğunu ve onu çektiğini hissetti. "Buradan bir an önce çıkmalıyız küçüğüm."

Halilintar kadını takip ederken, tereddütle, "Şey... Kim olduğunuzu sorabilir miyim hanımefendi?..." diye sordu. Sonra yanakları kızardı ve başını çevirdi. Urgh, insanlarla konuşmada tam bir fiyaskoydu... Hanımefendi değilse ya?

"..." Kadın durdu ve başını çevirdi. Yüzü yıldırım kürelerinin loş ışığında aydınlandı.

Halilintar şaşkınlıkla ve biraz da utançla kadının kızıl gözlerine bakakalmıştı.

"Ben Satriantar Ratna'yım Halilintar. Ya da senin bildiğin isimle, Kraliçe Satriantar."

"Ma-majesteleri!" Halilintar şaşkınlığını atlatırken, tüm yüzü utançtan alev alev yanıyordu. "Beni affedin, b-bilmiyordum—"

Kraliçe çenesini nazikçe tutarak kendisine bakmasını sağladı ve gülümsedi. "Sorun değil çocuğum. Bana majesteleri demek zorunda değilsin. Bana saygı göstermek zorunda da değilsin."

Yüzünde Halilintar'ı her zaman mest eden sakinleştirici gülümsemesiyle, Halilintar'ın çenesini okşadı. "Bir yürüyüşe var mısın?"

Halilintar kalbine yayılan ılık hissin huzur olduğunu düşündü. Yüzünde meraklı bir ifade oluşurken, başını salladı.

Fark etmediği şeyse, Kraliçe önüne dönmeden önce gizlice eğilip saçlarına kondurduğu öpücüktü.

Devam edecek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

SHOULD HURT YOU- 4