HALİLİNTAR...AND A DRAGON STORY

 (Yazar notu: Kesinlikle Ejderhanı Nasıl Eğitirsin izlemedim, bilmiyorum, ondan ilham aldığımı da kimse iddia etmesin 🙄)

Sıradan bir görevdi. Draco gezegenine gitmişlerdi.

Amaçları volkanik bir gezegen olan Draco gezegeninde sürekli bitkiler oluşmasına neden olan arızalı bir güç küresini TAPOPS istasyonuna götürmekti.

E tabii bu gezegenin de müdavimleri vardı. Örneğin gezegendeki ejderhalarla beslenen yerli kabileler, ejderhaları korumak isteyen ve bu yüzden yerli kabileyle savaşan bir grup ve güç küresini alıp ejderhalardan tamamen kurtulmak isteyen bir grup.

Hal böyle olunca, gezegene öyle ellerini kollarını sallayarak girmelerine imkan yoktu.

Son zamanlarda onlarla birlikte sık sık göreve gelen Emily -ki gizli işler, özellikle de casusluk işleri için birebirdi- gemilerini bu uzaylılara yakalanmadan, gezegenin daha sıcak bir noktasına indirdi.

"Harika iş Emily!" Duri neşeyle ellerini çırparken, Taufan elini alnına koyarken, dramatik bir iç çekti. "Ah evet, sıcak harika..."

"Söylenmeyi kesin ve gelin. Planı kaçıracaksınız." diye onları sertçe uyardı Halilintar ve bir çember oluşturmuş gruba gelmelerini işaret etti.

Gempa hepsinin dinlediğinden emin olunca, saati aracılığıyla gezegenin holografik haritasını açtı ve işaretli bölgeleri göstererek anlatmaya başladı. "Gezegenin çok geniş arazileri var. Bu arazilerin güney kısmındakiler neredeyse tamamen volkanik dağlarla kaplı. Kuzeydekiler ise, buzların olduğu bir yer, Dünyadaki kutup gibi. Aradığımız güç küresi ise, tam olarak güney ve kuzeyin kesişiminde. Sürekli bitkiler oluştuğu için o bölge yavaş yavaş kuzey ve güneye doğru yayılıyor."

"Ama aynı zamanda bizi engellemeye gönüllü çok fazla kişi var." diye araya girdi Halilintar ciddiyetle—o konuşmaya katılınca, hepsi -ilgisiz görünen Blaze dahil- dikkat kesildi.

Halilintar üzerindeki bakışlara aldırmadan, birkaç yeni hologram açtı. Gezegeni bölgelere ayırdıktan sonra, bir de birkaç belli grubun bilgisini içeren hologramı açtı. "Bunlar gezegende aktif olan çalışanlar. Bu grup güneyde konuşlanmış durumda. Blaze, Solar." Halilintar iç çekti ve iki kardeşine döndü.

"Siz güneydesiniz. Mümkünse onların olduğu bölgelerden geçmeyin ve savaşma gibi bir durumda yolunuzu değiştirmeyi deneyin. Ama güç küresini almışlarsa, onlardan geri alın veya almaya gidiyorlarsa onları engelleyin. Bu durumda savaşabilirsiniz."

"Bzzt—bzzzt! Anlaşılamadı." diye araya girdi Blaze suratını asarak. Parmağını Solar'a dikerken, yüzünde Halilintar'a yeni bir baş ağrısının yaklaştığını hatırlatan inatçı bir ifade oluşmuştu. "Ben onunla gitmem. Çok can sıkıcı."

Solar altta kalamazdı tabii.

"Ben asla seninle gelmeyi kabul etmedim." dedi ifadesiz gözlerle. "Sadece Halilintar öyle dediği için itiraz etmedim. Seninle yolculuk etmek diğerlerine kıyasla yüzde 70 daha riskli. Volkanik patlamalara neden oluyorsun."

"O tamamen kazaydı! VE—bekle, o volkanın zaten patlayacağını söylemiştin!"

"Yine de eşyalarımızı yaktığını hatırlıyorum—"

"KESİN!"

Hem Solar, hem Blaze hemen sustular. Ancak mırıldanmayı sürdürüyorlardı—ve birbirlerine alttan alttan korkunç bakışlar attılar.

"Kesin dedim. İtiraz yok. Yola çıkın." dedi Halilintar emredici bir tonda—ikisinin de duraksadığını görünce, gözlerini kısarak onları süzdü ve bu ikisinin de ürpermesine neden oldu. "Çabuk. Sabrımı denemeyin."

İkili hızla başlarını salladılar ve koşmaya başladılar.

"Güzel, devam edelim." dedi Gempa yumuşak bir sesle. "Ais ve ben kuzey tarafına gideceğiz. Ais soğuktan rahatsız olmuyor ve ben de gerekli durumlarda kendimi soğuktan koruyabilirim."

"Pekala, öyleyse Duri ve ben de—" Halilintar ciddiyetle devam edeceği sırada, bir bağırış sözünü kesti.

Çok tanıdık ve onun bile kaçış yolu aramasına neden olacak birine ait bir bağırış.

"Ben?! Affedersiniz ama deminden beri beni fark etmenizi bekliyorum!!"

Hayır, Emily değildi. Bu Taufan'dı. Ve görmezden gelinmek, ya da unutulmak onu son derece incittiği için son derece öfkeli görünüyordu.

Halilintar bakışlarını ondan uzak tutmaya çalıştı—kardeşinin yeni haline alışmak zordu. Son zamanlarda gerçekten öfkelenebilmesi onun gibi genellikle kaygısız ve gülümseyen biri için...korkutucuydu.

Bu yüzden alttan aldı.

"Tamam... Duri'yle sen gidebilirsin. Ben yalnız da idare edebilirim."

"Hali, emin misin? Bu gezegen tehlikelerle dolu, yalnız gitmen senin için iyi olmayabilir." dedi Gempa endişeyle omzuna dokunarak. "Emily seninle gelebilir."

Halilintar eliyle yüzünü örterken, iç çekti. Hayır, en son isteyeceği şey onu tehlikeye atmak olurdu.

...Yani, hayır. Risk almak istemiyordu—hayır, yanında birini istemiyordu. Ugh.

Başını iki yana salladı. "Gerek yok. İşe koyulma zamanı."

Uzay gemisinde beklemesi gereken Emily'nin ise, çok harika planları vardı.

...

Halilintar güç küresinin oluşturduğu o derin ve karanlık ormana gidiyordu. Yani, hayır—koşuyordu, yıldırım hızını kullanarak.

Ancak bu ormana dair bilmediği çok fazla şey vardı.

Ormanın karanlık kısımlarında yürürken, bir baykuş sesi duyunca, yanına meşale benzeri bir şey almamakla hata edip etmediğini düşündü.

O bunu düşünürken, arkasında bir hışırtı duydu ve bu, hızla kılıçlarını çekmesine neden oldu.

Ancak ses kesilmişti. Kılıcından gelen uğultu ve kendi nefes alıp verirken çıkan hafif ses dışında bir kıpırtı yoktu. Kılıcı sadece dar bir alanı aydınlattığı için, görüşü de kısıtlıydı.

Temkinli bir şekilde bir adım attığında botlarından gelen gıcırtı bile onu irkiltti.

Beş adım atmamıştı ki, arkasında bir hareketlenme hissetti ve tepki vermesine kalmadan, ayak bileğine bir şeyin dolandığını hissetti. Kaçmaya çalıştığındaysa, yere düştü.

"Ha?... Bu da ne?" Başını çevirip bileğini saran şeye baktığında, kafası karıştı. Bir kök... Ama ne tür bir kök insanları durdururdu ki?

Halilintar düştüğü sırada ileri savrulan kılıcına baktı. Onu almak zorundaydı...

"Hııh..." Elini olabildiğince uzağa uzatmasına rağmen, başarılı olamadı. Üstüne üstlük, bir de bileğine de bir kök dolandı. Çaprazlama bağlıydı artık.

Nasıl kurtulacağını düşünürken, tekrar bir hışırtı duyuldu. Ama bu seferki daha da büyük bir şeye ait gibiydi.

Halilintar birinin varlığını hissederek başını kaldırdığında... Onunla göz göze geldi.

...Bir ejderha.

Şaşkınlıkla donup kaldı.

Ejderhaysa, temkinli görünen bir ifadeyle, onu süzüyordu.

Neden sonra, yine aynı temkinli adımlarla yaklaştı ve başını Halilintar'ın eline yaklaştırdı.

"Ne yapıyor?..." diye düşündüyse de, soğukkanlılığını korumaya çalışarak hareketlerini izlemeyi sürdürdü.

Bir erkek olduğu anlaşılan ejderha, heybetli denebilecek adımlarla bağlı ayağına yürüdü. Daha sonra dişlerini aniden Halilintar'ın ayak bileğindeki köke geçirdi— köke, bileğine değil.

Ve çekerek koparttı.

Halilintar daha da şaşırdı. Ejderha onu... Kurtarıyor muydu?

Çekingence ayağını çekti ve ilerideki kılıçlarına tekrar uzanmayı denedi. Başarılı olmuştu! Şimdi tek yapması gereken bileğindeki kökü de kesmekti.

Siyah-beyaz renklerin karışımındaki ejderha, ona kısaca baktıktan sonra, arkasını döndü.

"Bekle, nereye gidiyorsun?" Halilintar ayağa kalktı ve ejderhaya doğru bir adım attı. Ancak ejderha hızla ona döndü ve dişlerini göstererek hırladı.

Halilintar onun tam olarak neye baktığını fark ettiğinde, kaşlarını kaldırdı. "Ah, evet, doğru..." Kılıçlarını yok etti ve ejderhaya baktı. "Şimdi?"

Ejder yavaşça yaklaştı -o yaklaştıkça Halilintar birkaç adım geriledi- ve onu aniden kuyruğuyla yakalayarak kaldırdı.

Halilintar ayaklarının yerden kesildiğini hissettiğinde, yutkundu ve gergince gülümsedi. "Errm... Ne yapmayı planlıyorsun?..." diye sordu biraz korkuyla kaşlarını çatarak—yani, hayır, bayağı bir korkuyla, öyle ki gülümsemesi yavaşça dişlerini sıkmaya dönüşmüştü.

Düşünün, 14 yaşındasınız, karşınıza kocaman bir ejderha çıkıyor, tek savunma silahınızdan rahatsız oluyor ve onu yok ettiriyor. Sonra da sizi kuyruğuyla yakalayarak boyunuzdan iki-üç kat daha yukarı kaldırıyor.

İtiraf edin, korkutucu.

Ancak ejderha hiçbir şey yapmadı. Sadece Halilintar'ı hafifçe havaya fırlattı ve sırtına düşmesini sağladı.

"Woooiii!—ugh..." Halilintar ofladı ve bulunduğu durumdan kurtulmaya çalışmayı bıraktı. Nasıl olsa yine yakalanacaktı:

Ejderha başını ona çevirdi ve göz kırparak, anlamadığı bir ses çıkardı. Ve kanatlarını açtı.

"Yo hayır... Uçma! Uçma—" Halilintar uçmaya başlayan ejderhanın uzun boynuna sıkıca sarılmaktan başka bir şey yapamadı. Aslında belli etmediği yükseklikle ilgili travması yüzünden -yani, bunun Taufan'la ilgisi olabilir- aşağı bakamadı ve gözlerini sıkıca kapattı.

Ancak çok geçmeden, ejderha üstünde durmaya alışmıştı.

...

"Hmm... Burada oturalım mı?" diye sordu Halilintar kaşlarını çatarak, ejderha bir uçuruma konunca.

Ejderha oturdu ve kuyruğunu ön bacaklarına doladı.

Halilintar güldü ve o da dizlerini göğsüne çekerek, kollarını bacaklarının etrafına sardı. "Pekala, beni neden buraya getirdin? Kardeşlerimin yanına gitmem gerekiyor."

Ejderha yumuşak bir ses çıkarırken, gözleri yumuşadı ve başını, karşılarındaki güneşin arkasında kızıl bir çizgi bırakarak yok olduğu batıya çevirdi.

Halilintar gözlerini kısarak onun neye baktığını anlamaya çalıştı. Sonra onu fark etti... Bir ejderhanın gölgesi onlara yaklaşıyordu.

"O...mu?" diye sordu Halilintar, ejderhanın şefkatle yumuşayan bakışlarını fark ederek. "Eşin?..."

Yeni gelen ejderha yaklaştıkça, rengi de belli oldu. Koyu mavi-beyaz renkliydi. Pençeleri ve kuyruğunun ucu beyaz renkteydi. Ayrıca burnunda da beyaz bir nokta vardı. Tek farkı, kanatlarının ve başının daha zarif ve vücudunun neredeyse pürüzsüz olmasıydı. Ve üzerinde...

"Hah?..." Halilintar şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı—sonra yanakları ısındı. "Emily??"

Dişi ejderha Halilintar'ın içine ılık bir his yayılmasına neden olan bir ses çıkardı ve onların yanına zarif bir iniş yaptı.

"Merhaba Hali!" Dişi ejderhanın sırtından yere atlayan Emily, ona göz kırptı ve şaşkın çocuğu omuzlarından tutarak sarstı. "Hadi amaaa canlı ol biraz! Bir buluşmaya katıldığının farkında değil misin?"

"Değilim!" diye patladı Halilintar aniden—cidden kafası karışmış gibi görünüyordu. "Burada neler oluyor?!"

"O... Eşiyle buluşuyor." dedi Emily omuz silkerek. Sonra tekrar gülümsedi ve kolunu omzuna attı. "Ben de seni arıyordum zaten!"

Halilintar dikkatini ejderha çiftine yönelttiğinden, ona tepki verememişti. Açıkça keyifle sırıtıyordu—yani, hayır, alaycılıkla.

Ejderha onun bu bakışlarını fark etmiş olmalı ki, kuyruğuyla başına vururken, öfkeli bir ses çıkardı.

Dişi ejderha, sanki onu sakinleştirmek istercesine mırladı ve kanatlarını açarak uçmaya başladı.

Erkek olansa, sakince onu izliyordu.

"Oh... Bu gerçekten, sadece bir buluşmaydı yani?"

Ejderha dilini çıkarıp soktu. Sonra da başını hafifçe eğdi.

"Pekala... Ama bizi geri götürmek zorundasın. Akşam oluyor." diye iç geçirdi Halilintar. "Şimdi düşüncesizce hareket eden biri sayesinde, bizi buradan alacak kimse yok."

"Ah, böyle olma Hali." dedi Emily gülümseyerek ama Halilintar gerçekten bozulmuş olmalıydı ki, cevap bile vermedi.

"Hali."

"..."

"Tamam, haklısın."

"..."

"En azından cevap verebilirsin."

"..."

"Öf, yeter ama!" Emily ani bir hareketle, kollarını kavuşturmuş, çocuk gibi surat asan Halilintar'ın omzuna vurdu. "Haklısın dedim işte! Uzatma!"

Halilintar iç geçirdi ve bakışlarını Emily'e çevirdi. Farkında olmadan, onun da bakışları yumuşadı ve Emily'e, tıpkı o ejderhanın baktığı gibi baktı. "Tamam... Öyleyse... Geri dönmek için bir yol bulalım."

"İşte bu sensin!" Emily sırıttı ve Halilintar'a sarıldı—gerçekten kısacık bir andı. Ama değerliydi.

Ve tabii ki bu anı bozmak için yeterince fesat -gerçekten değil- biri vardı.

Ejderha aniden hırladı ve geri çekildi. İkili ne olduğunu anlayamadan, ağır bir şeyin üzerlerine düşerek onları yere serdiğini hissettiler.

Ağır, ama yumuşak bir şey... Çok tanıdık birine ait bir koku...

"Hali?! Emily?! Ah, inanamıyorum, ikinizi de aynı anda bulmayı beklemiyordum! Bir şeyi mi kaçırdım?" diye sordu Taufan şaşkınlıkla ikizine ve Emily'e bakarak.

"Üstümden kalk! Kalk dedim!" Halilintar'ın tepkisi ise bu oldu—yeterince utanmış, öfkelenmiş ve... o kadardı işte. Tüm bunlar yeterliydi.

"Ah, oh, özür dilerim... Buluşmanızı bölmek istemiyordum." Taufan geri çekildi ve yumuşak bakışlarla onları seyretmeyi sürdürdü.

"Buluşma yok!" diye bağırdı Halilintar iyice kızararak. "Sadece—"

"Ah, Hali ve duygusal tepkileri." Taufan gözlerini devirdi ve bezgin gözlerle ejderhaya baktı.

Ejderhaysa, Halilintar'a baktı ve soruyu andıran bir ses çıkararak başını yana eğdi.

"Ah, evet, ikizime merhaba de." diye homurdandı Halilintar suratını asarak.

Ejderhayı yeni yeni farkına varan Taufan şaşırsa da, neşeyle sırıttı ve kolunu Halilintar'a dolayarak zafer işareti yaptı. "Merhaba! Ben Taufan, Hali'nin ikiziyim! Belli oluyor mu?"

Ejderha tereddütlü bir ses çıkardı. Sanki çok zıt olduklarını söylüyordu.

"Sanırım bu bir 'hayır'dı." dedi Halilintar ifadesizce ve bu Taufan'ın suratını asmasına neden oldu. Aniden Halilintar'ın şapkasını çıkardı ve kendisininkini de çıkararak gösterdi. "Saç şekillerimiz, saç rengimiz, yüz hatlarımız, burun şeklimiz, kaşlarımız, dudaklarımınız kıvrımı... Başka ne demem gerekiyor, zaten belli!"

Ejderha eğlenmiş gibi görünüyordu.

"Ve şimdi!" Taufan aniden uçuruma yakın duran Halilintar ve Emily'i ittirdi. Kendisi de ejderhaya göz kırptı ve aşağı atladı.

Halilintar, onu ve Emily'i uçuruma fırlattığı için Taufan'a sinirlense de, ikizinin ne yaptığını bildiğinden emindi.

Az sonra, ejderha üçünü birden yakaladığında, şaşırmadı.

...

"Bu eğlenceliydi." Yere indiklerinde, Taufan neşeyle güldü ve ejderhaya el salladı. "Görüşmek üzere! Umarım bir daha karşılaşırız!"

Ejderha yumuşak bir ses çıkardı ve kanatlarını açarak gökyüzüne yükseldi.

"Ah...Ne gündü ama..." Taufan iç geçirdi ve neşeli bir ifadeyle diğerleriyle buluşma noktasına giderken, durdu.

"Bekle~ Önce bana uzun bir savunma yapman gerekecek~ Tabii eğer yıldırımla çarpılmak istemiyorsan..."

Halilintar kinayeli konuşunca korkunç oluyordu!

Son.

Bayramda 4 günlük bir ara vereceğimi söyledim mi? Belki Perşembe -Arefe- günü İnn White 12'yi düzenlerim ve huzura erersiniz!

Müjde: Yarın Lies 11 var!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11