LİES- BÖLÜM 12

 Dikkat: İki bakış açısının da yer aldığı bölüm!!

Bölüm 12: Yüzleşme

Halilintar'ın hayatı yavaş yavaş parçalanmaya başlamıştı. İlk başta pozitif, utangaç, biraz haşarı ama kızıl gözleri neşeyle parlayan çocuktan eser kalmamıştı.

Yüzünde büyük bir zorlamayla bile gülümseme belirmiyordu, yapamıyordu. Aşırı yıpranmıştı ve desteğe ihtiyacı olduğu halde, herkes onu yalnız bırakmıştı.

Sırf yalnız başına daha kolay iyileşir diye...

O olayın üzerinden henüz bir hafta geçmişti ama durum içler acısıydı. Kardeşler -özellikle de Blaze, Ais ve Solar- evlatlık kardeşlerini dışlıyor, onunla hiçbir şekilde konuşmuyorlardı. Halilintar'sa...

Ah, Halilintar...

Halilintar bir gül gibi soluyordu. Önce yüzünün rengi, sonra bakışlarındaki canlılık; yok olup gitmişlerdi... Daha sonra da aniden... Zayıflamaya başladı. Ama sıra dışı bir kilo kaybıydı, aşırı zayıflamıştı.

Bunun sebebi muhtemelen yemek yer yemez kusmasıydı. Bir haftadır doğru düzgün beslenememişti bile. Hiçbir şey yemediği halde kusması ise, aileyi endişelendirdi—ayrıca birkaç kez merdivenlerden inerken bayılma tehlikesi geçirmesi de onların dikkatini çekmişti.

Onu doktora götürdüklerinde, elbette aşırı zayıflaması yüzünden halsiz düştüğü, ama yemek yediği anda kustuğu için serum takılması gerekti. Ancak doktorun söylemine göre, Halilintar aslında hasta değildi, ama psikosomatik bir rahatsızlık yaşıyordu. Kısa tabirle içine attığı duygular, bedensel semptomlarla kendini dışarı vuruyordu.

Bu yüzden doktor onun için bir terapist aramalarını tavsiye etti.

Bunun üzerine aile, Halilintar için terapist arayışına girdi.

...Ve tabii inanılmaz derecede kıskanan kardeşler için de.

...

/Taraf: Mavi Kelebek\ "Üç Yıl Sonra"

Taufan sık sık neden hala yaşadığını sorguluyordu.

12 yaşına geçenlerde basmıştı ama kendini hala 9 yaşında hissediyordu. Hala 9 yaşındaki o olaydaydı, kendini çekip çıkaramamıştı. Geçmişe takılıp kaldığı için değil, ama acısını yeterince yaşayıp boşaltamadığı için.

Ve şimdi bu ona depresyon ve yılgınlık olarak geri dönüyordu.

Ama neden? Yani onu önemseyen bu kadar insan varken neden?

Taufan onu geçen 3 yıla rağmen hala düzenli olarak ziyaret eden Shaed'e bir şey diyemiyordu. Her seferinde söylemek için ağzını açıyor, ama sonra susuyor, ya da başka bir şey söylüyordu.

3 yıl içerisinde inanılmaz derecede zayıflamıştı. Zaten beyaz ellere, ince, beyaz parmaklara sahipken, şimdi elleri neredeyse transparandı. Eskiden hayatla parlayan mavi gözleri şimdi solmuş, birer gri taştan farksız hale gelmişti. Dudakları bile rengini kaybetmişti.

Ve Taufan çok az yemek yiyebiliyordu. 3 yılda çok fazla kilo vermişti. Ayrıca uyku eksikliği çekiyordu—ki gözlerinin altındaki koyu renk halkalar da bunun bir işaretiydi.

Arish'le ilgili korkunç anısından sonra, bir daha arkadaş edinmemişti. Aksine insanlara sanki onu yiyeceklermiş gibi ürkmüş bir şekilde bakıyordu.

Yetimhane iyi kalpli ve sevecen insanlarla doluydu ama Taufan'ın hassas kalbi o kadar yaralıydı ki, kimseyi görmüyordu.

O gün Taufan için kırılma noktası oldu.

Taufan'ın, çalan alarmına rağmen zar zor uyanabildiği bir gündü.

Normalden daha halsiz ve cansız adımlarla dolabını açtı ve boş, amaçsız gözlerle dolaba baktı.

"Ne yapacaktım?... Ah, tabii, kıyafetlerim..."

Taufan bir an düşünceleri karıştıktan sonra, askıdan lacivert takımı aldı ve pijamalarını çıkarıp takımı giydi. Daha sonra da yetimhanenin yemekhanesine indi—her ne kadar sabah nöbetçisine aç olmadığını söylemiş olsa da, ikna edici biri sayılmazdı.

Yemekhane her zamanki gibiydi, kalabalık, gürültülü ve rahatsız edici. En azından onun gözlemleri buydu.

Taufan boş ve daha sessiz bir köşeye yerleşirken, başının şimdiden dönmeye başladığını hissetti.

Gürültülü yemek vakti sona erince, çocukların hepsi -ve Taufan da- yetimhanenin okuluna çıktılar.

Zaten sorun o zaman başladı.

Dersin yarısında, öğretmen Taufan'ı bir soru için tahtaya çağırdığında, arkadaşlarının en arka sıradaki Taufan'ı hafifçe sarsmaları gerekti. Çünkü çenesini avucuna yaslamış olan Taufan, uyanık gibi görünse de, aslında düşüncelere dalmıştı.

Arkadaşlarının uyarısıyla ayağa kalktı ve sersemce tahtaya yürüdü. Ancak kalemi kaldırdığı anda, tahta beyaz değil, siyah göründü ve bir an sendeleyerek tahtaya yaslandı.

"İyi misin Taufan?"

Taufan baygın gözlerle öğretmene bakarken, aslında dışarıdan robot gibi görünen bir ifadeyle başını salladı. Sonra duraksadı. Elleri yavaşça tahtadan kayarken, istemsizce bir adım attı. "Hah?... Öğretmen...Shaed?..."

Ve yere çöktü.

Görüşü tamamen karanlığa boğulmadan önce, bir çift kolun kendisini sardığını hissederek gözlerini araladı. Bir an Shaed'in endişeli bakışlarını yakaladıktan sonra, gözleri tekrar kapandı.

"Aaaaa, bayıldı öğretmenim!"

"Panik yapmayın çocuklar, yerlerinizde kalın."

Taufan bilinci sürekli gidip gelirken, bu bulanık seslerin de bilincine dahil olduğunu hissediyordu.

"Taufan... İyi misin? Beni duyabiliyor musun?"

Taufan Shaed'in çağrısına karşılık verebilmeyi çok istiyordu elbette, ama neredeyse bilinçsizdi, bu yüzden tek kelime edemedi. Tüm çabalarına karşın, yalnızca parmaklarının hafifçe seğirdiğini hissediyordu.

"Peki—Neyi var—"

"Bu—psikosomatik—"

Taufan yakalayabildiği kelimelerden, sır gibi sakladığı travmasının su yüzüne çıktığını anlamıştı. Ve bu hiç de iyiye alamet değildi—en azından onun için.

Bu yüzden en iyisi kendini tekrar uykuya teslim etmekti.

...

Uyandığında, kendini orada bulmaya çok alışkın olduğu bir yerde, yani revirdeydi.

Yavaşça doğrulup etrafa bakmak istediğinde ilk fark ettiği şey, koluna bağlı olan serumdu.

Tabii ki, yıllardır buraya kaç kez gelmişti -sadece Shaed'in dersinde olmaması için çok dikkat ediyordu- ve her seferinde aşırı güçsüz olduğundan serum takılıyordu.

Çok bunalmıştı—her açıdan. Acaba yetimhanenin çatısından atlasa rüzgarla birlikte esip buralardan gidebilir miydi?

Haih...

Kimsenin olmadığını görünce, tutmakta güçlük çektiği gözyaşlarını bırakabileceğini düşündü ve sessizce akmalarına izin verdi.

Keşke böyle saçma fikirler düşünmek yerine Shaed'le konuşsaydı... Ama onu üzmek istemiyordu...

"Taufan, uyanmışsın... Ah, sorun ne?" Odaya giren Shaed, onun ağladığını fark etmişti. Böyle durumlarda bir kartaldan daha keskin gözlere ve bir tilkiden daha kurnaz bir düşünme kabiliyetine sahip olabiliyordu. Ama aynı zamanda bir anne gibi şefkatli ve dikkatliydi.

"Tamam Taufan... Sadece rahatlamaya odaklan.... Buradayım..." Kollarını çocuğun zayıf ancak gergin bedenine sardı ve omzunu okşadı. "O kadar zayıf ki... Ah, o bu durumdayken sen neredeydin Shaed?..."

Taufan bir süre nefessizce ağladıktan sonra, geri çekildi ve koluyla gözlerini sildi.  "Ö-özür dilerim... Yük olmak istememiştim..."

"Şuan sorunumuz bu değil. Bana bak Taufan." Shaed Taufan'ın çenesini tutup kaldırdı ve gözlerini kısarak çocuğun her şeyiyle solgun çehresini inceledi. "Nasıl bu duruma düştün Taufan? Ve neden bana söylemedin?"

"Ben... Arish'le ilgili olaydan beri... böyleyim..." diye mırıldandı Taufan kısık bir sesle, bakışlarını kaçırırken. "Ama öğretmenim, söyleyin... Unutulabilir bir şey miydi? Ben o zamandan beri—"

"Taufan, bana bak. Derin bir nefes al tamam mı?" dedi Shaed çocuğun paniğinin yükseldiğini hissederek ve elini başına koydu. "Arish'ten çok uzaktasın Taufan. Onu başka bir yere götürdüler."

Taufan tekrar Shaed'e yaslanırken, Shaed düşünceli bir şekilde çocuğun saçlarını okşuyordu. "Hmm... Hemşire kızın dediği gibi onu terapiye mi götürmeliyim acaba?..."

...

"Merhaba Le'lé."

"Merhaba, hoş geldiniz Bayan Shaed."

Le'lé isimli genç kız gülümsedi ve kibarca içeri girmelerini işaret etti.

"Aniden geldiğim için üzgünüm. Ama senin tabirinle bir 'terapi kampı' ayarlamak istiyorum." dedi Shaed kaygılı bir sesle, Le'lé'nin işaret ettiği berjere otururken. "Öğrencim Taufan'ı tanıyorsun... Yakınlarda psikolojik olduğu tahmin edilen bir rahatsızlığı olduğunu keşfettik. 3 yıl öncesi gibi bir tarihe dayanan onun gibi biri için büyük bir travma."

"Ya da PTSD de diyebilirsiniz." dedi Le'lé nazikçe araya girerek. "Bu büyük ihtimalle bizim Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB- ya da İngiliççe Post Traumatic Stress Disorder) dediğimiz şey olabiliyor."

"Ne olduğunu bilmiyorum, ama gerçekten ciddi bir durum. Yardımını rica edebilir miyim?"

"Tabii ki,  bu ayki terapi kampıma katılabilir." dedi Le'lé gülümseyerek. "Bu sıralar bir kişi daha olacak, umarım Taufan sorun etmez. Onunla çok benzer sorunları var—en azından duyduklarım bana öyle olduğunu düşündürttü."

"Tamam, öyleyse onu yarın getireceğim. Teşekkürler Le'lé, canım." dedi Shaed ve gönlüne su serpilmiş bir şekilde yetimhaneye geri döndü.

...

/Taraf: Erin'in Gülü\

Halilintar koruyucu ailesinin onu buraya getirerek ne amaçladıklarını merak ediyordu. "Le'lé" dedikleri genç kızın biriyle bir süre yaşayacaktı ve geri döndüğünde eskisi gibi olacaktı öyle mi? Hah! Halilintar yabancıları istemiyordu ki! Yalnızca ölmek ve insanlardan kurtulmak istiyordu. Özellikle de kadınlardan.

Ama birkaç saat geçmemişti ki, Halilintar'ın yüreği kuş gibi hafiflemişti. Le'lé'nin aslında ne kadar sevecen olduğunu, hiç baskı yapmadığını ve sürekli keyifli şeyler anlattığını fark ettiğinde, genç kızdan hoşlandığını hissetti.

Ayrıca ona nasıl seslenmesini istediğini sormuş, ve sadece "Hali..." deyip kalınca, ona Hali diye hitap etmeyi sürdürmüştü.

...

İlk kahvaltılarında, Halilintar genç kızın yemek teklifine hızla başını salladı ve kesinlikle yemeyeceğini belirtti.

"Ah, emin misin Hali? Yemek istemiyorsan seni zorlamam, ama eğer çekiniyorsan, lütfen böyle yapma, olur mu?"

Halilintar kadının ince düşünüşünden çok etkilenmişti. Ayrıca hiçbir zorlama olmaması onu daha da ısındırmıştı.

Ve ikinci günün akşamı kendini yemeye zorladığı için kustuğunda, ona karşı yüksek bir tolerans göstermişti.

"Tamam, tamam, sorun yok... Hayır hayır, üzülme, senin suçun değil... Sıcak bir çay ister misin? Midene iyi gelebilir."

O an yalnızca uzanan ve Le'lé'nin getirdiği örtüye sıkıca sarılan Halilintar, başını iki yana sallamıştı. Ancak kadının hoşgörülü tavırları onu gittikçe daha da iyi hissettiriyordu. 'Erkekler kötüdür, ama kadınlar daha da kötüdür' fikri aklından çıkmaya başlamıştı.

Halilintar ayrıca birini daha keşfetmişti. Yani, buna 'keşfetmek' diyordu, çünkü bu çocuğu 3 gününe kadar hiç görmemişti. Onu geleli 3 gün olduktan sonra, banyodan çıkarken gördü.

Koyu mavi, yüzünü örtecek kadar çektiği kapüşonlusu yüzünden onu görememişti ama boyuna bakılırsa yaşları aynıydı—ya da en azından yakındı.

Ama bu çocuk, ondan çok daha kötü durumdaydı; asla odasından çıkmıyor ve konuşmuyordu. Kapüşonlu giyiyor ve yüzünü asla göstermiyordu.

Onun da sık sık kendisi gibi, ama açken bile kustuğunu, daha sonra da bir tür ağlama krizi geçirdiğini duymuştu. Bu... Biraz dehşet vericiydi.

...

/Taraf: Mavi Kelebek\

Taufan yeni geldiği yeri sevmeyeceğini düşünmüştü. Ancak düşüncelerinin aksine, Le'lé'yi sevmişti.

Canlı ve sevecen genç kız, onu gördüğünde kibarlığını ve nezaketini bir yetişkinle konuşuyormuş gibi korumuş ve ciddiyetle ona nasıl hitap etmesini istediğini sormuştu.

Taufan mutlulukla -elbette bu depresif ruh halinde ne kadar mutlu olabilirse- "Taufan demen yeterli." demişti.

Le'lé ona asla baskı yapmıyor ve oturup konuştukları zamanlarda, onun sorularına gülümseyerek cevap veriyor veya kendisi bir şeyler soruyor, anlatıyordu.

Ama yeni terapi arkadaşından hiç bahsetmemişti, evet.

O orada kalalı bir hafta 10 gün olmuştu ki, yeni bir çocuk kalmaya başladı. Adı neydi?... Açıkçası hiç sormamıştı. Ama gözlemlerine bakılacak olursa, çocuk da onunla aynı durumu yaşıyordu. Doğru düzgün yemek yemediğinden emindi -eğer öyle olsaydı Le'lé bir de üst kata gelip seslenmezdi- ve ayrıca bir kez de kustuğuna şahit olmuştu.

Tek bildiği, onu ölesiye korkuttuğuydu, çünkü... Taufan'ın neredeyse tamamen aç olmasına rağmen kustuğu bir akşam, başını uzatıp açık banyo kapısından içeri bakmıştı.

Tevafuk ki, ellerini yüzünü yıkamayı bitiren Taufan da kapıya dönmüş ve bir adım atmıştı.

Çocukla göz göze geldi.

Taufan çocuğun saf yakuttan gibi görünen kızıl gözlerindeki dehşeti görünce, donup kaldı. Ancak o tepki veremeden, çocuk kızardı, gözleri kocaman açıldı ve hızlıca odasına kaçtı.

Taufan daha sonra bu olayı hatırladıkça kahkahalarla güldü. Yeterince korkmuştu, muhtemelen bir daha ona asla bakmayacaktı.

Ama zaten bir daha görüşmeyeceklerdi değil mi?:..

...

Yaklaşık 4 aylık kesintisiz bir terapinin ardından Taufan toparlamaya başladı ve yakında yetimhaneye dönebileceğini öğrendi.

Eski canlılığı yerine gelmişti, ayrıca nadiren kusuyordu. Kaybettiği kiloları tekrar kazanmıştı, yüzü bile daha dolgundu.

Ama en güzeli, artık okyanuslar kadar mavi olan gözlerinin canlılığı ve parlaklığıydı.

Yapılması gereken çok fazla şey vardı ve Taufan artık o hayat zevkinin tadını alabiliyordu.

...

/Taraf: Erin'in Gülü\

Halilintar yaklaşık 2-3 ay içerisinde toparlanınca, Le'lé'ye kesintisiz terapiyi bırakabileceğini ve düzenli olarak her hafta gelebileceğini söyledi (elbette uzun bir tereddütten sonra, kızara bozara).

Bunun üzerine, Le'lé koruyucu ailesine haber verdi ve Halilintar'a da eşyalarını toparlamasını söyledi.

Halilintar çantasını toparladıktan sonra, ailesinin gelmesini beklerken, uzun boylu, zayıf çocuğu hatırlayarak, hızla başını kaldırdı.

Her ne kadar inanılmaz çekinse ve utansa da... ona veda etmesi gerektiğini hissediyordu.

Çocuğun odasının kapısını tıklattığında, kapı hemencecik açıldı.

"Şe-şey, ben—"

"Gidiyor musun?..." diye sordu çocuk fısıldayarak ve o başını sallayınca, beklenmedik bir sıcaklıkla sarıldı. "Tamam, kendine iyi bak."

"Tamam." Halilintar çocuğun aksine normal bir sesle konuşunca, çocuk başını iki yana salladı. "Şşş, bu gizli bir veda."

"Ah... Tamam?" diye fısıldadı Halilintar şaşkınlıkla ve Le'lé'nin, "Ailen geldi Hali!" diye bağırdığını duyunca, çantasını almak için odasına yöneldi. Ancak çocuk kolunu tuttu ve ona bakmasını sağladı. "Kendine iyi bak Halilintar."

"Oh, adımı biliyor...muydun?" diye kekeledi Halilintar ama hemen sustu.

Çocuk kapüşonunu açmıştı.

"A-ah..." Halilintar çocuğun arada sarımsı parıltılar bulunan, kestane rengi saçlarını, koyu mavi, gülmekten kısılmış gözlerini şaşkınlıkla inceledi. Le'lé'nin, "Hadi Halilintar!" diyen sesi, onu trans halinden çıkardı ve çantasını almaya gitti.

Bu onu mutlu eden bir vedaydı.

Devam edecek...

Tamam, biliyorum. Gizemli bir senaryo var. Ama cidden, hala bir teori oluşturamadınız mı?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11