OVERLAPPİNG STORMS- 6

6: The Wind is Blowing/Rüzgar Esiyor

"Abang, dışarı çıkabilir miyiz?"

"Hayır, hava çok soğuk."

"Sadece 18 derece!... Kitabımı verir misin?"

"Hayır, yatma vakti."

"Abang, acıktım..."

"Akşam yemeğinde yersin."

"İsh, abang, bunlar temel ihtiyaçlarım!"

"Sabret."

2 ay Taufan için tam bir işkenceydi. Beliung'la birlikte kalmak zorunda olmasaydı, belki daha katlanılabilir olurdu. Ama öyleydi ve Beliung da tam bir huysuz inatçı, ihtiyar keçiydi. En azından ancak bu tabir içini soğutuyordu.

Sıradan bir gün böyle geçerdi. Ve bir de...

...

Güzel bir sabah, odaları yeni doğan güneşle aydınlanırken, Taufan esnedi ve başını yastığının altına soktuğu için çarşaf izi çıkan koluna gömdü.

Kısa bir süre daha uyuma çabasından sonra, iç çekti ve tembelce başını kaldırıp komodinin üzerinde duran saate baktı.

09: 17.

Normal bir saat.

Aslında sinir olduğu bir saat de denebilir. Çünkü saatlerdir uyuyordu ve saat ancak dokuzdu!

"Ah... Abang... Odada mısın?" Doğrulurken, kendisini duymazdan gelmediğini umarak Beliung'a seslendi.

"..." Ne var ki, onu kocaman bir sessizlik karşıladı.

Taufan iç çekti ve artık tek ayağı üzerinde de olsa yürüyebildiğinden, kendi başına kalktı (tabii yine bir yerlere tutunarak). Giysi dolabını ezberden bir hareketle açtı, ancak yanlış çekmeceyi açmıştı.

Kıyafetlerle değil, kitaplarla dolu bir çekmece. Yani, hayır... Gazete kupürleri, kitaplar ve... Albümler?

Taufan suçlulukla dolabı kapatması gerektiğini hissetti ancak fevri kalbindeki inceleme dürtüsüne engel olamıyordu.

Çekmecenin başına çökerken, tek umduğu bunların Beliung'a ait olmamasıydı.

...Yani, bu odada başka kimse kalmadığına göre, fazla umut yoktu.

Gazetelerden birini aldı ve sabırsızca açtığı gibi, okumaya koyuldu. "(Adı karalanmış) gezegeninin yöneticisi (yine adı karalanmış) öldü. Anlatıldığına göre, orayı korumaya çalışan (adı karalanmış) kontrolünü kaybederek, (adı karalanmış) sarayının, (adı karalanmış) köyünün, kısacası tüm gezegenin yıkımına neden oldu. Ayrıca kendisi yöneticiyi öldürmekle suçlanıyor, bu yüzden bir süre (adı karalanmış)'ın üssünde, göz altında tutulacak... İlginç."

Haberin devamı da vardı, ama Taufan'ın dikkati hepsinin yüzleri karalanmış biyometrik fotoğraflara yönelmişti. "Gezegenler... Bu gazeteler gezegenler arası mı yani?... Abang Bel ve diğerleri neden bize diğer gezegenlerde hayat olduğundan bahsetmedi acaba?... Peki ya bu kontrolünü kaybeden kişi kim?"

Kitaplardan birisini aldı ve açmaya çalıştı. Ama bunun yerine, kitaptan bir 'klik' sesi geldi ve bir kutu gibi açıldı.

Bu bir kutuydu. Kitap değildi.

"Ha?" Taufan şaşkınlıkla kutunun kapağını araladı ve içindeki eşyalara baktı. "Bunlar da ne?..."

Koyu mavi, rüzgar desenli bir yelek, beyaz, kısa kollu bir gömlek, mavi pantolon ve mavi tokalı, çelik burunlu ayakkabılar. "Bunlar... benim kıyafetlerim değil mi?... Neden buradalar ki?"

Hayır, değildi. Daha büyüktüler ve arada belirgin farklar vardı.

"Ah, bunlar da ne?" Kutunun içinde duran mavi topacı aldı ve heyecanla ipini dolayıp çekti. Ve beklenmedik bir şekilde, topaç hızla dönerken, pencere açık olmadığı halde, kuvvetli bir rüzgar esti.

"Errgh!" Taufan rüzgardan dolayı savrulmamak için dolaba tutunurken, bir koluyla de yüzünü korumaya çalışıyordu. Ama daha da beklenmedik bir şekilde, eşyaların hiçbiri rüzgarda savrulmadı ve rüzgar kısa süre içerisinde, yerini tatlı bir esintiye bıraktı.

"Vay be..." Taufan az önceki fırtınanın aksine sakince yerde duran topacı aldı ve inceledi. "Bunu kim kullanıyordu acaba? Abang Bel mi? Yo hayır, o asla böyle tehlikeli şeyleri kullanıyor olamaz... Başka biri, ama kim?..."

Kutunun içinde birkaç oyuncak araba, rüzgarı ve fırtınaları anımsatacak şekillerde aksesuarlar ve birkaç anıya sahip görünen altın renkli bir kemer dışında bir şey yoktu.

Taufan kitap kapaklı kutunun kapağını kapattı ve özenle yerine yerleştirdi. Daha sonra da albümlere yöneldi.

İlk olarak, ilgisini en çok çeken, mavi kapaklı ve son derece zarif işlemeli albümü aldı. Ama tüm bu zarifliğin kapağını açtığı anda, yüzüne büyük bir toz tabakası çarptı. "Öhö öhö! Ah... Bu neden bu kadar tozlu?"

Albümün ilk sayfasındaki ilk fotoğrafta, neşeli, hayat dolu mavi gözlere sahip, asil duruşlu bir çocuk ve zarif bir beşikte yatan, daha büyük çocuğa güldüğü belli olan bir bebek vardı.

"Mavi giysilerin sahibi..." Taufan hayranlıkla, olgun duruşlu, asil ama sürekli gülümseyen çocuğun fotoğrafına baktı. "Onunla tanışmak ne güzel olurdu..."

Bir sonraki fotoğrafta, yine aynı çocuk vardı. Ama bu sefer daha ciddiydi ve sanki... ayakları yere değmiyordu! Son derece zarif bir şekilde, sanki parmak uçlarının üzerinde duruyor gibiydi ancak ayakları yere değmiyordu!

Belki de bunun nedeni, ayaklarının çevresindeki rüzgardı.

Bir sonraki fotoğrafta, çocuk yine neşeliydi; yanında oturan ve ellerini çırpan, 1-2 yaşlarındaki bebek için sabundan baloncuk yapıyordu.

Yine bir başka fotoğrafta, başını muhtemelen annesi olan bir kadına yaslamış, gülümsüyordu.

Albümün bundan sonraki sayfaları tamamıyla boştu. Boş sayfalardan birinde bulduğu bir fotoğrafta, çocuk aynı kadının önünde diz çökmüş, başına kadın tarafından zarif işlemeli bir taç yerleştiriliyordu. 

Ama başını eğmiş ve perçemleri yüzünü örtmüş olmasına rağmen, Taufan onun ifadesinin boşluğunu, omuzlarının sanki tüm dünyayı taşıyormuşçasına çöküklüğünü fark etmişti. Ayrıca kıyafetleri daha değişmişti; artık beyaz bir atkı takıyordu ve mavi kıyafetlerinin yerini yavaş yavaş beyazlar alıyor gibiydi. Ama yine de, bu kırık beyaz kıyafetler bile, bir kelebeğin kanatlarını andıran zarif işlemeler içeriyordu.

Ve yine birkaç boş sayfadan sonra, artık tamamen beyaz giysiler giyen çocuğun, yere çökmüş, ağladığı bir fotoğraf vardı. Belinde az önce gördüğü, safir işlemeli altın kemer vardı ve saçları koyu maviydi. Kucağında sıkı sıkıya tuttuğu, kimsenin görmesini istemiyormuşçasına göğsüne bastırdığı biri vardı. Koyu mavi eldivenli ellerindeyse, koyu kırmızı lekeler vardı.

"Ha?... Bu kişi her kimse... Çok şey yaşamış olmalı..." İç çekti ve albümü yerine bırakıp çekmeceyi kapattı.

Ah. Şimdi dolabın önüne niçin geldiğini bile hatırlamıyordu, ne ironik.

"Bir süreliğine aşağıya indim ve hemen dolabımı mı karıştırdın?!"

"Alamak (oh hayır)..." diye fısıldadı Taufan donup kalırken. Nefesini tuttu, hatta yutkunamadı bile. Korkuyla başını çevirdiğinde, kapıda duran Beliung'la göz göze geldi.

Ağabeyinin yumrukları iki yanında sıkılıydı, kaşları inanılmaz derece çatıktı ve neon mavisi gözleri çakmak çakmaktı.

Taufan onun bakışlarına dayanamayarak, başını eğdi. "Şey... Ö-özür dilerim... Ben—"

"Özür?! Ne için?!" diye patladı Beliung—Taufan'ın elinde unuttuğu topacı görünce, bir an duraksadı. Sonra iç çekti, hala öfkeli görünüyordu ama bir şey onu biraz daha sakinleştirmiş gibi görünüyordu. "Ugh... Sana daha önce de dedim. Eşyalarımın karıştırılmasından nefret ederim. Hah..."

Beliung bir kez daha iç çekti ve Taufan'ın bileğini yakalayarak, dolabın önünden çekti. Topacı çekmecenin içine koyduktan sonra, cebinden çıkardığı anahtarla çekmeceyi kilitledi.

"Buraya bir daha dokunursan... Bu seferki kadar sakin olmayacağım." diye onu uyardı -ya da tehdit etti- Beliung ve gözlerini kısarak karşılık vermeyen Taufan'a baktı. "Ama üzülme, bunun için de hesaplaşacağız..."

Taufan odadan çıkan Beliung'un arkasından bakarken, suçlulukla başını eğdi. Gerçekten bilmiyordu. Beliung'un eşyalarına bilerek dokunur muydu hiç?

Ama Beliung yere çöktüğünde ve o topaca baktığında, fotoğraflardaki çocuğa çok benziyordu.

Acaba onu tanıyor muydu?

Bunu bir gün Beliung'a sorması gerekiyordu, ama bu gerçek bir cesaret isterdi.

...

Taufan iyileştikten sonra bile, eğitime geri dönemedi. Doktor bir süre daha Taufan'ın bacağına yüklenmemesi gerektiğini söylemişti, bu yüzden şimdilik Beliung ve o hala evdeydiler.

"Taufan! Kalk artık! Temizlik yapacağız dedim!"

Kapıyı hızla açarak odaya dalan Beliung, başını yastığına gömmüş, yumuşakça horlayan Taufan'ı görünce, gözlerini kıstı ve yaklaşıp onu sarstı. "Kalk dedim! Yeterince uyudun."

"Hmmm... Bırak beni Abang... Saat sabahın altısında hangi insan temizlik yapar?..." diye homurdandı Taufan ve ona sırtını döndü. Ancak sanki Beliung'un ifadesini görmüş gibi, irkildi ve hemen doğruldu. "A-ah! Özür dilerim Abang! K-k-kalkıyorum!"

"Hm." Beliung memnun bir şekilde kaşlarını kaldırdı. "Daha iyi. Git, üzerini değiştir— ve uyarmadı deme; temizlik yapmaya uygun bir şeyler giy. Crystal yeni kıyafetlerini giydiğini öğrenince çileden çıkıyor biliyorsun."

Taufan iç çekerek ve söylenerek yataktan çıktı ve Beliung'un dediği gibi üzerini değiştirdi. Daha sonra da salonu temizleyen Beliung'a yardıma gitti—daha kahvaltı bile yapmamıştı. Allah'ım!

"Taufan, git suyu değiştir."

"Taufan, vileda paspasını getir."

"Taufan, halıları bahçeye taşı."

"Taufan aşağı, Taufan yukarı... Adımdan nefret ettirecek beni... Sanki hizmetçiyim." diye kendi kendine söylendi Taufan, Beliung'un bahçeye taşımasını istediği halıları bahçeye taşırken. Sabahın altısından beri iş yapıyorlardı ve Beliung hala ona emir vermekten yorulmamış mıydı?!

Taufan, söylenerek yürüdüğü sırada, bahçe kapısının eşiğini fark edemedi ve takıldı. Ve—

Whossh!

"Argh—!" Bilinçsizce bağırdı ve aslında üzerine hiç düşmeyecek halıdan korunmak için, kollarıyla yüzünü örttü.

Şaşırtıcı bir şekilde, halı üzerine düşmüyor ve serin bir rüzgar saçlarını yalıyordu.

Korkarak gözlerini açtığında, gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Huh?... Bunu... ben mi yaptım?"

İnanamayarak ellerini inceledi ve ellerinin hareketiyle bir aşağı bir yukarı salınan halıyı, tek hamlede bahçeye fırlattı. Ancak dikkati çoktan bu yeni olaya kaymıştı.

"Abang, Abang bunu gördün mü—" Mutfak kapısına koştu, ancak kapıda duran Beliung'a çarptı ve korkarak geri çekildi. "Ah... A-abang?..."

"Hmm... Ellerini ver bana." Beliung Taufan'ın ellerini tuttu ve bir elini kolunun üzerinde gezdirdi. Onun bu hareketi üzerine, kollarındaki damarlar Taufan'ı korkutarak, mavi bir ışıkla parladı.

Beliung gözlerini kısarak, Taufan'ın ellerini, ince parmaklarını inceledi. "Demek sonunda o gün geldi..."

Bu bir soru değil, ifadeydi. Ama hiçbir şey anlamayan ve korkan Taufan, Beliung'un beline sarıldı. "Neler oluyor Abang?... Korkuyorum... Neden böyle bir şey oldu? Ne günü? Neyi bilmiyorum abang?..."

"Sakin ol ve bana bak." Taufan'ı kendisinden uzaklaştıran Beliung, bir dizinin üzerine çöktü ve Taufan'ın gözlerinin içine baktı.

Taufan onun gözlerindeki parıltının ne anlama geldiğini bilmiyordu, ama korkmuştu.

"Üçüncü nesil uyanıyor, tamam mı?" Beliung tekrar ayağa kalkarken, derin bir iç çekti ve eliyle onu hafifçe salona ittirdi. "Hadi, hala taşınması gereken halılar var."

Taufan tereddütle dediğini yapmaya giderken, onun elini omzunda hissedince dondu ve hızla başını ağabeyine çevirdi.

Başını hafifçe eğmiş, düşüncelere dalmış gibi görünen Beliung, kollarını kavuşturdu ve sakince, "Yarın eğitimlere geri dönüyoruz." dedi. Başka bir şey söylemeden temizlikte kaldığı yere geri döndü, ama söyledikleri Taufan'ı dehşete sürüklemek için yeterli olmuştu.

Yine de, söylediğini yaptı—tabii daha farklı bir şekilde.

Halıları rüzgarla kaldırmak.

Ellerini Beliung'un koymuş olduğu birkaç halıya uzattı ve onları havaya kaldırdığını hayal etti.

Whoosh!

Neredeyse onu bile yere yapıştıracak kuvvetli bir rüzgar esti ve halıları yerden kaldırdı.

"Ahahaha! Başardım!" diye bağırdı Taufan neşeyle ve ağırlıklarını hissetmeden bahçeye yürüdü.

Ancak bu şeyde yeni olan Taufan'ın bilmediği çok fazla şey vardı.

Örneğin yan etkileri gibi.

Halıları bahçeye bıraktıktan sonra, oraya gelene kadar fazla umursamadığı bitkinlik, vücudunu ele geçirdi ve dizlerinin üzerine düştü.

"Taufan!"

Taufan çok iyi tanıdığı bu ses üzerine, bitkinliği üzerinden atmaya çalıştı ve hızla ayağa kalktı. Ancak bu başını döndürdü ve sendelemesine neden oldu. Mutfak kapısından içeri ancak girebildi ve daha fazla dayanamayarak, tekrar yere çöktü.

"Taufan." Bu sefer ses daha yakındı, ve çok tanıdık, ılık bir el bileğini kavramıştı. "Beni—duyuyor musu—"

"Abang... Su... Suya ihtiyacım var..."

Görüşü çok bulanık olduğu için, Beliung'un ifadesini seçemedi. Ancak ağabeyinin kendisini yerden kaldırdığını ve su içmesine yardım ettiğini hissetmişti. Ve ayrıca sorusunu da duymuştu. "Nasıl hissediyorsun? Bu çok—soru—hemen—"

Gerisini duymamıştı ama sanırım önemli olan ilk soruydu, değil mi?

"Bayılacağım... Kesinlikle bayılacağım abang... Tüm kaslarım inanılmaz derecede acıyor ve çok fazla su... Ah, çok susuz hissediyorum... Ergh..." Taufan bir kez daha tüm kaslarının tekrar kasılması üzerine yüksek sesle inledi.

Ve vücudu beklenen tepkiyi verdi.

Taufan'ın görüşü karardı.

Beliung ise, Taufan'ın alnındaki perçemleri ittirdi ve anlaşılmaz bir ifadeyle, kucağındaki (onu kucağına mı almıştı?!) çocuğun masum yüzünü izlemeyi sürdürdü.

Devam edecek...

Ah hadi ama, biraz teori!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

SHOULD HURT YOU- 4