OVERLAPPİNG STORMS- 7
7: 3. Nesil Rüzgar Kullanıcısı
Taufan yüzüne vuran sarı ışık yüzünden rahatsız olarak, kaşlarını çattı ve koluyla yüzünü örterek gözlerini korumak istedi. Uyumaya devam etmek istiyordu.
Ah ama bu ışık güneşe ait olamazdı değil mi? Öyleyse...
İç çekti ve gözlerini ovuştururken, kalkmayı amaçladı. Ancak inanılmaz bitkindi ve bedenindeki tüm kaslar inanılmaz derecede gergindi, bu yüzden acıdan yüksek sesle inleyerek tekrar uzandı.
"Uyandın mı?"
Taufan can acısından nefes almaya bile tereddüt ederken, duyduğu tanıdık ses dikkatini o yöne çevirdi. "Abang Bel?... Ne-neden b-be-n—?..."
"Kendini zorlamayı kes. Dinlenmeye ihtiyacın var." dedi Beliung sertçe, çalışma masasından kalkıp yanına yaklaşırken. Ancak omuzlarından tutup onu tekrar uzanmaya zorlayışı bile farklı bir şefkatle doluydu. Ama neden birdenbire—
Ne olduğunu bile anlayamadan, bedeninin gevşediğini hissetti.
"Hmh, tüm rüzgar kullanıcılarındaki o zayıflığa sahip olduğuna inanamıyorum." diye homurdandı Beliung, tek yaptığı omuzlarına hafifçe masaj yaparken, köprücük kemiğini takip etmekti (ilginç bir tabir oldu).
Kısa süre sonra, Taufan tekrar uykuya dalmıştı bile.
Onun huzurlu ve masum ifadesini izleyen Beliung, derin bir iç geçirdi ve çocuğun üzerinden kayan örtüyü omuzlarına kadar çekti. "Hala benim yatağımı işgal ediyorsun... Hah..."
Başını iki yana salladı ve çalışma masasına geri döndü. Daha öğrenmesi gereken çok şey vardı—kısa zaman içerisinde öğrenmesi gereken.
...
"Hahh..." Taufan yüzüne -gerçek- güneş ışıklarının vurmasıyla esnedi ve gözlerini açtı. Kesinlikle dinlenmiş hissediyordu ve bedenindeki o ağrı ve acı geçmişti. Ellerinden destek alarak doğrulurken, sakince bir kez daha esneyecekti ki, birinin horladığını duyunca duraksadı.
Yo hayır, o asla horlamazdı. Ama ondan başka bu odada kalan kimse yoktu ki?
"Abang... Abang Bel?"
Biraz etrafa bakındığında, adı geçen ağabeyinin çalışma masasının başında olduğunu fark etti.
Taufan üzerindeki örtüyü bacaklarıyla üzerinden attı -ben bile yapıyorum- ve merakla yataktan fırladığı gibi yanına gitti. "Ah... Uyuyormuş..."
Doğruydu, Beliung kollarını masaya koymuş, başını da kollarına gömmüş, yumuşak bir sesle horlayarak uyuyordu. Horlamak dediysek de, aslında o kadar kibar ve alçak bir sesti ki, bunun sadece nefes sesi olduğunu düşünebilirdiniz—sadece Taufan onun ölü sessizliğinde uyuduğunu bildiğinden, bunu horlamak olarak düşünmüştü.
Onun Beliung'la alay edeceğini düşünebilirsiniz, ama yapmamıştı.
"Zavallı Abang... Benim için mi yatmadı acaba?" diye suçluluk içerisinde düşünürken, az önce tepiklediği örtü aklına geldi. "Ah, omuzlarını örtmeliyim..."
Aceleyle yatağın ayak ucunda bıraktığı örtüyü aldı ve ağabeyini uyandırmamaya çalışarak, omuzlarına sardı.
"İyi uykular Abang..." diye fısıldadı Taufan gülümseyerek ve aşağı kata indi.
İnanılmaz açtı.
Ama mutfaktan içeri adım attığı anda, "Raauuww!" diye bir bağırış duydu ve kim olduğuna bakamadan, korkuyla çığlık atarak, koşmaya çalıştı. Ancak aceleden ayağı kaydı ve yere düştü.
Az önce bağıran kişi başına dikilmişti.
"Gel buraya seni leziz çocuk! Nyamm!"
"Aaaaaaaaaa Abang Voltraaaa!" Taufan tüm gücüyle çığlık atarken, hızla yerden kalktı ve salona koştu. "Yardım et! Halilintar deliriyor—aaaaaaa!"
Salondaki berjerde sakince oturan en büyük ağabeyi, koltuğun arkasına saklanmış, korkudan titreyerek kapıda beliren ve inanılmaz derecede sırıtan Halilintar'ı işaret eden kardeşine baktı. Bir kaşını kaldırarak, Halilintar'a baktı ama kardeşinin ifadesini görünce bezgin bir iç geçirdi. "Taufan, korkmadan hayatını sürdürmeye devam et, Halilintar'ın delirmesine yıllar var. Şuan sadece seni korkuttuğunu söyleyebilirim. Başka hiçbir amacı yok."
"A-ama çok gerçekçi bağırıyordu..." diye fısıldadı Taufan, korkarak berjerin arkasından çıkarken. Halilintar'ın pis pis sırıttığını görünce, kaşlarını çattı ve aniden ileri atılarak, fazla sert olamayan bir yumruk attı. "Bu çok kötüydü! Çok kötüsün!"
"Elbette, ben kötü adamım." dedi Halilintar, eğlenerek.
"İkiniz de gerçekten büyük baş ağrıları yaşatıyorsunuz. Ugh..." Voltra kitabını bir kenara bıraktı ve ayağa kalktı. "Hali, sana bir ceza hükmü taşıyan kahvaltı hazırlama görevini veriyorum."
"Ne? Ama sadece şaka yapmıştım?" diye suratını astı Halilintar—küçük sır: her zaman kahvaltı hazırlamamak için bir nedeni olurdu. Şimdiyse yoktu.
"Ah, ben de şaka yapıyorum." dedi Voltra kinayeyle. "Ettiğin ve edeceğin itirazların reddedildi. Kahvaltıyı hazırlayacaksın. Taufan, sen de Beliung'u kontrol et, uyanmış mı bir bak. Uyanmadıysa uyandırsan iyi olur, geç saatlere kadar uyumaktan hoşlanmıyor."
"Tamam." Taufan başını salladı ve gitmeden önce Halilintar'a kötü bir bakış attı. "Bunu ödeyeceksin Hali."
"İntikamını dört gözle bekleyeceğim." diye göz kırptı Halilintar gözlüklerini işaret ederek ve bu Taufan'ın merdivenlere koşarken öfkeyle bağırmasına neden oldu.
Halilintar da acımasızca kahkahalarla güldü—onunla uğraşmaktan gerçekten zevk alıyordu.
...
Beliung hala derin bir uykudaydı.
Taufan sessizce parmak uçlarında yürüyerek odaya girerken, anlayışla gülümsedi. Ağabeyi gerçekten yorulmuş olmalıydı. Yavaşça yaklaştı ve elini Beliung'un omzuna koydu. "Abang... Abang Bel... Uyan..."
Beliung'tan hiçbir ses veya kıpırtı gelmedi.
Taufan endişeyle ve biraz da kaygıyla ağabeyinin omzunu dürttü. "A-abang?..."
Beliung homurdandı ve başını çevirdi. "Rahat bırak beni..."
Taufan tereddütle birkaç adım geriledi. "A-ama—"
"Rahat bırak beni dedim."
"Ama Abang, saat 11'i geçiyor, sen normalde—"
"Geveze kargalardan daha fazla ses çıkarıyorsun." diye yakındı Beliung gözlerini arlarken. Bir süre başını utarak durduktan sonra, aniden kaşlarını çattı ve ona baktı. "11 mi dedin? Neden beni uyandırmadın?"
"Ah..." Taufan Beliung'un ifadesinden tedirgin olarak, birkaç adım geriledi ve bakışlarını kaçırdı. "Şey... Uykun vardır diye düşündüm... Uyanmadın..."
"Tamam." Beliung bir kez daha başını tutarak iç çekti ve başka bir şey söylemeden, kalkıp banyoya gitti.
Taufan iç çekerken, sonunda gevşedi ve omuzlarını düşürdü. Daha önce Blaze ve Duri'nin söyledikleri hiç umut verici değildi.
"Öyle olduğunu kabul et! Onu sevmek ve korumak zorunda değilsin. Sana öyle davranan birini sevmek çok saçma."
"Taufan, kendini yıpratıyorsun. Herkesi sevmek zorunda değilsin—"
"Kendisini kurtaran ve büyüten kişi olsa bile mi?"
Beliung'un sözleri bir kez daha onun kafasını karıştırdı. Beliung'a hayatını mı borçluydu? Ama... Böyle bir durumda bilmesi gerekmez miydi? Beliung onu neyden kurtarmış olabilirdi ki? Eğer öyleyse neden sır gibi saklıyordu?
"Sanırım yine Beliung sabah huysuzluğunu yaptı."
Taufan başını kaldırdığında, her zaman neşeli olan ağabeyi Rimba'yla göz göze geldi.
Ne diyeceğini bilemeyerek, başının arkasını ovuşturdu. "Ah... Bilmiyorum... Her zamanki hali değil mi?"
"Ah, öyle de denebilir." Rimba güldü ve yaklaşıp saçlarını karıştırdı. "Hadi aşağı inelim. Halilintar'ı daha fazla bağırtmak istemeyiz. Sesi kısılırsa bize neler yapar kim bilir?"
Taufan kıkırdadı ve kendisini neşelendirmeyi başaran şefkatli ve neşe dolu ağabeyini takip etti.
...
Kahvaltıdan sonra, herkes eğitim için hazırlandı ve evden çıktılar. Beliung'sa, tuhaf bir sükutla, Taufan'ı evin tüm çamaşır işleri için ayrılmış odaya götürdü.
"Abang! Ciddi olamazsın, neden çamaşırları katlamak zorundayım?!"
Bu itiraz, Beliung'un bu garip isteğini duyan Taufan'a aitti.
"Çamaşırları katlamak, emek isteyen, ince bir iş. Klasik katlama usulünü kullanmıyoruz." dedi Beliung ciddiyetle. "Ve bir rüzgar kullanıcısı zarafeti öğrenmek zorundadır, erkek olsa bile."
"Ah, sana bunu kim söyledi ki?..." diye dudak büktü Taufan.
"Bana bunu... Usta Rüzgar Kullanıcısı söylemişti... Ne zaman verdiği görevlerden şikayet etsem böyle derdi." dedi Beliung kısa bir duraklamadan sonra, bakışlarını uzaklara dalmışçasına yukarı kaldırarak. Sonra dokunaklı hava yok oldu ve ciddileşirken, çamaşır yığınını gösterdi. "Ve senin eğitmenin olarak ben de öyle yapmanı söylüyorum."
"Sen de mi rüzgar kullanıcısıydın?" diye sordu Taufan merakla ve beklentiyle ona bakarak ancak Beliung onu duymazdan geldi. "Orada birkaç örnek var, onlara bakarak katlayabilirsin."
Ve Taufan'ın tepki bile vermesine izin vermeden, onu sevgili çamaşır yığınıyla baş başa bırakarak odadan çıktı.
"Aaah, ama soruma cevap vermedin!" Taufan iç çekti. Belki de fazla meraklıydı. Belki de sadece kendisine söyleneni yapması gerekiyordu.
...
Yaklaşık bir saat kadar sonra, Taufan işini bitirmişti. Gerçekten zor bir iş olduğunu da belirtmek gerekir.
Beliung'u aramadan önce, su içmek için mutfağa gitti. Ancak işe bakın ki, Beliung zaten bahçedeydi ve mutfak kapısından görünüyordu.
Taufan suyunu içtikten sonra, merakla kapıdan başını uzatıp Beliung'a baktı. "Kiminle konuşuyor?..."
Daha fazla dayanamayıp, bahçeye çıkmaya karar verdi ve koşarak yanına gitti.
Ah, bu gizemli kişi genç bir kızdı! Beliung ile aynı boydaydı ve pembe bir eşarbı vardı.
İkisi de onun ayak seslerini duyarak, başını çevirip baktı.
"Ah." Kız şaşkınlık ve merak karışımı bir ifadeyle bakınca, yanaklarının ısındığını hissetti ve Beliung'un bacaklarının arkasına saklanırken, ağabeyinin elini can simidi gibi kavradı.
"Taufan, burada ne arıyorsun?..." diye fısıldadı Beliung, daha önce görmediği bir tedirginlikle, ancak Taufan soruya soruyla karşılık verdi. "Bu...bu abla kim?..."
"Hah..." Beliung bezgin bir iç çekti ve Taufan'ı saklamayı bıraktı. Aksine omuzlarından tutarak onu kızın önüne itti. "Bu Yaya. Bizim çocukluk arkadaşımız."
"Sen de Angin'sin, değil mi?" diye sordu Yaya Taufan'a neşeyle gülümserken.
Taufan tereddütle geri çekilecek oldu, ancak sonra kızın ismini yanlış bildiğini fark etti. Bunu öylece kabul edemezdi. "Hayır, benim adım Taufan!"
"Ah, anladım." Yaya gülümsemeyi sürdürürken, yere eğildi ve Taufan'ı kucağına çekti. "Küçükken çok sevimliydin Taufan. Ve anlaşılan o ki, hiç değişmemişsin."
Taufan bir şey demeden, şaşkınlıkla, kızın neşeyle parlayan kahverengi gözlerine baktı. "Öyle mi? Beni küçükken tanıyor muydun Yaya abla?..."
"Tabii ki." dedi Yaya gülümsemesi daha da genişlerken. Ancak saatini kontrol ettiğinde, telaşlı göründü. "Ah... Gitmem gerek. Sonra görüşürüz Beliung. Diğerlerine selamımı ilet."
Yaya hızlıca konuştu ve onu yere bırakırken, iki yanağından da öptü. "Sonra görüşürüz Taufan'cık."
Genç kız bahçe kapısından çıkıp koşar adımlarla uzaklaşırken, Taufan yanaklarının tekrar ısındığını hissetti. Bu çok hoş bir histi! Yeni keşfettiğine inanamıyordu! Ne şefkatli ve sevgi doluydu!
"Kızarıyorsun." dedi Beliung ifadesiz gözlerle, ama dudaklarının kenarındaki seğirmeyi gizleyemiyordu.
"O abla sana çok mu yakın Abang?... Yoksa sevgilin mi?" diye sordu Taufan—bu tamamen meraktan kaynaklanan bir soruydu ama Beliung şiddetle irkildi ve ona dehşete düşmüş bir bakış attı. "Ne?! Yok artık! Taufan, az önce dediğimi duymadın mı?! O bizim çocukluk arkadaşımız!"
"Bilmem... Hiç kız arkadaşım olmadı. Aslında erkek kardeşlerim dışında erkek bir arkadaşım da olmadı. Bu yüzden bana biraz tuhaf geldi..." diye omuz silkti ve Taufan ve o tepki veremeden eve koştu.
"Gerçekten de hiç arkadaşı yok..." diye düşündü Beliung ancak hemen bu düşünceyi zihninden kovaladı. "Hayır, o bir element kullanıcısı. Arkadaşı olursa eğitimi etkilenecek... Ah, bazen fazla duygusal oluyorum..."
...
"Ve sonra hep beraber mutlu mutlu yaşamışlar, gökten üç elma düşmüş ve üçü de senin başına gelmiş, çünkü canım istiyor."
Gece çökmüş, akşam yemeği yenmişti. Şimdiyse, Halilintar -sabah onu korkutmanın karşılığı olarak- Taufan'a kitap okuyordu. Taufan hiçbir özrü kabul etmeyeceğini, sadece hikaye okursa onu affedeceğini söylemişti.
"...Yani, tamam, elmaları yiyebilirsin de, kızmana gerek yok—ha?" Halilintar kardeşinin sessizliğinin, uyumasından kaynaklandığını fark edince, duraksadı. Taufan başını omzuna yaslamış, hafifçe horlayarak uyumaktaydı.
"Hm." Halilintar hafifçe gülümsedi ve Taufan'ı, uyandırmamaya dikkat ederek kaldırdı..
Onu odasına götürürken, merdivenlerde Crystal ile karşılaştı ve şefkatli ağabeyi gülümseyerek hem onun, hem de Taufan'ın saçlarını karıştırdı.
Halilintar kendi kendine güldü. Crystal her zaman çok sevgi dolu olmuştu.
Yine çalışma masasında oturan Beliung, onun ayak seslerini duyunca, dönüp baktı. "Sonunda uyudu mu?"
"Evet."
"Peki... Onu getirdiğin için teşekkürler." dedi Beliung kısaca ve Taufan'ı yatırabileceğini işaret etti.
Halilintar odadan çıkınca, derin bir iç çekti ve Taufan'ın saçlarına dokundu.
"Abang..." Taufan gözlerini açmadan mırıldandı. "Seni çok seviyorum Abang..."
"Ha?" Beliung şaşkınlıkla elini çekti, sonra çok, çok hafifçe gülümsedi. "Ne rüya görüyorsun bilmiyorum... Ama sanırım ben de... aynısını düşünüyordum."
Sonra ne dediğinin farkına vararak suratını astı. Ugh, Rüzgar Kullanıcısı olmak demek duygularını açıkça ifade etmek zorunda olmak anlamına mı geliyordu? İsh, neden böyleydi ki?
Devam edecek...
O.S için müq fikirlerim var.
Yorumlar
Yorum Gönder