THE WORST JOKE FOR HALİLİNTAR
Merhaba herkese! Bunu unuttuğum için çok, çok üzgünüm! Sıkı takipçi olarak bana hatırlatan arkadaşıma bol bol teşekkür edin, olur mu? Yoksa ben unutmuştum ;P
Keyifli okumalar!
THE WORST BEST JOKE FOR HALİLİNTAR
Halilintar o sabah, her şeyden habersiz olarak uyandı. İnanılmaz derecede yorgun olduğu için, aynı inanılmaz derecede huysuz olduğunu belirtmek gerekir.
Aslında bu tamamen onun suçuydu, kimse gece 2'ye kadar ayakta durmasını söylememişti! Ama bunu şuan söylerseniz, eminim çoktan suratınıza bir yumruk yemiş olurdunuz.
"Bugün havanda değil gibisin." Bu bir soru değildi; bu bir annenin keskin gözlerine ve sezgilerine sahip Gempa'nın başarılı bir tahminiydi.
Banyo kapısının pervazına yaslanırken, kollarını kavuşturdu ve bezgince kaşlarını çatarak ona baktı. "Yine geç yattın."
"Yine? Niçin yine? Nadiren de olsa geç yatabilirim." diye homurdandı Halilintar kendini savunurcasına ve tüm bu sözlerine karşılık vermeyen kardeşinin yanından hızla geçip, banyodan çıktı.
"Bazen çok sinir bozucu oluyorsun." dedi Gempa sakince, boy aynasının önüne geçmiş okul için hazırlanan kardeşini izlerken. "İnan bana, bunun nedeni nadiren desen de, sıklıkla geç yatmandır."
"Gempa, kes şunu." Aynada şapkasını ve gömleğini ayarlamaya çalışan -çalışan diyorum, çünkü beceremiyordu- Halilintar, kardeşine bezginlik, çaresizlik ve öfke karışımı bir bakış attı. "Ne zamandan beri Taufan gibi konuşur oldun?"
"Ne o? Yoksa onu özledin mi?" diye resmen sırıttı Gempa ve bu öfkeyle burun köprüsünü tutan Halilintar'ın, daha fazla dayanamayarak patlamasına neden oldu. "Hayır, çok saçma!! Neden onu özleyecekmişim?! Yakında zaten geri dönecek!"
"Bu da kendini teselli etme şeklin." dedi bir süredir iki kardeşinin karmaşasını izleyen Ais, ifadesiz gözlerle.
"Ais, sen de başlama... Urgh, Gem... Git kendine bir iş bul." Halilintar artık kesinlikle anlayışla gülümseyen kardeşine -ciddi anlamda- yalvaran bir bakış attı. "Ben çileden çıkartmak için yapıyorsun değil mi?"
"Ah, tabii." Gempa yumuşak bir sesle kıkırdadı ve okul çantasını yatağının yanından alarak odadan çıkmadan önce, Halilintar'ın omzuna vurmayı ihmal etmedi. "Sonra görüşürüz Hali. Uykusuzluktan bayılmadığından emin olacağım."
"Tamam, tamam, hadi git—" Halilintar elini onu kovalarcasına salladı ve kastettiğini anlamadan önce hızlı bir nefes verdi. "Bir dakika—NE?! Benim bağışıklığım güçlüdür bir kere! Ah... Sabah sabah gerçekten migrenimi çağırdığına inanmaya başlayacağım."
Acele etmesi gerekiyordu; saat 07:20'ydi ve daha Emily'nin evine gidecekti ve oradan okula...
Urgh, tüm bu tahammülsüzlüğü kesinlikle uykusuz olduğu içindi ve bu kardeşinin yine haklı olduğu anlamına geliyordu!
...
"Ah, günaydın Hali."
Kendisi gibi geç yatmış olduğundan, normalden daha sakin olan Emily, hafifçe el salladı. Daha yeni uyandığı için kahverengi gözleri hala mahmur görünüyordu. "Sen de geç yattın değil mi? İtiraf et, seni gördüm, 'Son görülme bugün 02:11' yazıyordu."
"Uf, anladım, hepiniz benim geç yatmamı bekliyormuşsunuz." diye homurdandı Halilintar ve kapüşonunu iyice çekerek, şapkasıyla birlikte gözlerini sakladı.
"Hayır, saçmalama, sadece fark ettiğimi söylüyorum." Emily güldü ve şakayla karışık omzuna hafif bir yumruk indirdi. "Taufan'dan bir haber yok mu?"
"Ugh, o hava kafalı..." Halilintar olanları hatırlayınca, yüzünü buruşturdu ve başını tutarak iç çekti. "Bilmiyorum, birkaç güne geri döner herhalde. Ne de olsa insan ömrü hayatı boyunca hep Gur'latan İmparatoriçesinden davet almıyor."
"Sadece kıskanıyorsun." dedi Emily kocaman bir sırıtışla. "İmparatoriçe seni davet etti ve sen onu sevmediğin için reddettin ve şimdi kardeşinin hakkına göz dikiyorsun."
"Hayır, o deli imparatoriçeyi görmektense uçurumdan aşağı atlamayı tercih ederim. Beni neredeyse öldürüyormuş ve ben onu affedecekmişim? Hah." diye homurdandı Halilintar, ama sesinde ve gözlerindeki kıskançlık had safhadaydı.
"Ah, okula gelmişiz bile. Öğle yemeğinde görüşürüz Haliç" Emily gülümsedi ve hafifçe el salladıktan sonra, okula doğru koştu—gözden kaybolmuştu bile.
Aceleci şey.
Halilintar eğlenerek gözlerini kıstı ve öğrencilerin bakışlarına aldırmadan kendi sınıfının bulunduğu kata çıkan merdivenleri tırmanmaya koyuldu.
E ne vardı yani? İnsanlar her gün ona bakıyordu, artık alışmıştı.
...
"Ve sonra öğretmen herkesi azarladı. Gerçekten büyük bir skandal, en azından o sınıf için..."
Halilintar esneyerek kollarını kavuştururken, başının önüne düşmesini engellemeye çalıştı ve uykulu gözlerle Emily'e bakarken, kızı dinlemeyi sürdürdü—ya da sürdürmeye çalıştı.
Öğle yemeğini yemiş ve bahçeye çıkmışlardı; Emily ona sınıfında yaşanan ilginç şeylerden bahsediyordu. Ne var ki Halilintar neredeyse oturduğu merdiven basamağında uyuyup kalacaktı.
"Haliii! Beni dinlemiyor musun?!"
"Ha—ne? Evet, dinliyorum?" Halilintar gözlerini kırpıştırdı ve kollarını kavuşturmuş, öfkeden yanakları kıpkırmızı olmuş Emily'e boş bir bakış attı—o-ooh, Emily numarasını yutmamıştı.
"Yalan atmaya devam et! Uyuduğun o kızıl gözlerindeki boş bakıştan belli! Seni tanımadığımı mı sanıyorsun?!" Emily bezgin bir iç çekti, yüz ifadesi, 'bu çocuğun arkadaşı olmak için ne kötülük yaptım?' der gibiydi.
"Tamam, bu sefer dinlemeye çalışacağım." diye mırıldandı Halilintar, ancak ikna edici görünmediği kesindi.
Tekrar kızmasını bekliyordu ama beklenmedik bir şekilde, Emily yalnızca bıkmış görünüyordu.
"Uf, Hali. Git sınıfında uyu. Ben arkadaşlarımla da konuşabilirim." diye ofladı Emily ve Halilintar'ın tepki vermesine izin bile vermeden, sınıfına gitti.
Halilintar iç geçirdi; önce kendi düşüncelerini duyabilseydi de, sonra onu dinleseydi. Bu insanlar da çok anlayışsızdı canım!
...
Okul çıkışında, Halilintar Emily'i göremedi, bu yüzden yalnız gitmek istediğini düşünerek, fazla aramadı. Zaten Kokotiam'a gitmesi gerekiyordu, Tok Aba'ya yardım edeceğine dair söz vermişti.
Gempa okulda fazladan işleri olduğunu, Blaze ve Ais gizemli bir şekilde, gelemeyeceklerini, ikizler arası bir işleri olduğunu, Duri evin bahçesinde işlerinin olduğunu ve Solar da okulun laboratuvarında olacağını söylemişti.
Eh, geriye kalan tek kurban oydu—sevgili ikizi Gur'latan'da olduğuna göre.
"Assalamualaikum Tok."
"Walaikumussalam, hoş geldin torunum."
Halilintar iç geçirdi ve tezgahın önüne oturdu. Çenesini tezgahın üzerine koyduğu kollarına yaslarken, uykulu gözlerle sıcak çikolata hazırlayan Tok Aba'yı izlemeye koyuldu.
"Yorgun görünüyorsun Halilintar. Neden eve gitmedin?" diye sordu onun uykulu gözlerini fark eden Tok Aba şefkatli bir tonda.
"Haih, bilmiyorum Tok. Sana yardım etmeye geldim ama bu gidişle sana yardımım dokunmayacak, üstüne bir de burada kalabalık edeceğim." Halilintar bir kez daha iç çekti ve başını sağ koluna yaslarken, Tok Aba'nın kendisine uzattığı sıcak çikolatayı aldı. "Teşekkür ederim Tok."
"Belki biraz enerjin yerine gelir, ne dersin?" diye sordu Tok Aba şakacı bir tavırla ve bu Halilintar'ın gülümsemesine neden oldu. "Belki de."
Ve tabii ki, Tok Aba'nın özel sıcak çikolata karışımı kendini gösterdi.
Bir süre sonra, Halilintar kalktı ve Tok Aba'ya yardım etmeye koyuldu. Bu, gerek siparişleri not etmek, gerek siparişleri hazırlamak, gerekse teslim etmekti. Teslim etmede daha iyiydi, çünkü yıldırım hızını kullanabiliyordu.
Eh, hala uykusunun olduğu bir gerçekti, ama en azından bir süreliğine çok daha az huysuz olacaktı.
...
Saat akşam sekiz olduğunda, Halilintar ve Tok Aba, dükkanı toparladılar ve eve dönüş yoluna koyuldular.
Evin ışıkları açıktı. Anlaşılan o ki diğerleri çoktan gelmişti.
Halilintar sonunda eve gelmenin mutluluğuyla iç çekti ve anahtarı çevirdi.
Ancak içeriye adım attığı anda...
"Hoş geldin Hali!"
Gizemli bir kişi tarafından yere serilmişti.
Halilintar onu yere seren kişinin koyu mavi giysilerini elbette tanımıştı.
"Ciddi misin? Her akşam aynı şakayı yapmaktan sıkılmadın mı Taufan—" İkizine bezgin bir bakış atmaya hazırlanıyordu ki, gelenin Taufan olduğu bilincine vardı. "Taufan?! Seni, seni şaşkın—ne zaman—yani, nasıl geri döndün? Neden haberim yok?!"
"İşte senden beklediğim 'seni çok özledim' ifadesi, kardeşim. Eğer haberin olsaydı eminim benim gelmemi dört gözle beklerdin, değil mi?" diye sırıttı Taufan onun kalkmasına yardım ederken. "Ah, yani... Çok kolay oldu Hali. Sana hazırladığımız bir şey için yardım etmem gerekiyordu, bu yüzden Ochobot ışınlanma tüneli açtı ve ben de geri döndüm. İtiraf et, beni çok özledin değil mi?"
"Hayır—sen—yani, ne olduğunu anlayabilmiş değilim. Yavaş konuş biraz!" diye çıkıştı Halilintar yüzünü buruşturarak ancak Taufan gizemli bir gülümsemeyle parmağını dudaklarına koydu. "Şşş, bu bir sürpriz."
"Yine ne planlıyorsun?!" diye bağırdı Halilintar suratını asarak, ancak Taufan, ikizinin kendisine vurmaya hazır, sıkılı yumruklarını dikkate almıyor gibi görünüyordu. "Ehem, yani, bunu söyleyemem. Kendin görmelisin."
Halilintar artık tamamen bezmiş bir iç çekti ve Taufan'ın heyecanla girmesini işaret ettiği salonun ışıklarını açtı. "Ha—siz hepiniz—"
"Tüm babaların Babalar Günü kutlu olsun! Ama özellikle de bir aday bulmuş Halilintar'ın!—pfffft..."
Daha cümle bitmeden, herkes kahkahalara boğulmuştu bile—Halilintar hariç.
"Kabul et Hali, haha... Bu iyiydi." dedi Taufan, gülerken yere düşmemek için omzuna tutunurken. Onun donup kalmış, tepkisiz ifadesini görünce daha çok güldüğünden, durmayı başarabilmiş değildi.
"Bu da neydi?! Urgh, hepiniz beni çıldırtmak için falan anlaştınız mı?!" diye bağırdı Halilintar öfkeyle gözlerini kısarak, ancak hiçbiri dikkate almış gibi görünmüyordu.
"Süsleme ve pasta yok ama eminim bu cümle seni çileden çıkartmak için yeterli oldu." dedi yanına yaklaşan Gempa, gülümseyerek. "Umarım hissettiklerimi anlamışsındır Hali."
"Bu şuana kadar yapılan şakaların en kötüsüydü!" diye çıkıştı Halilintar, kardeşini sertçe—ama aslında nazikçe ittirirken. "Bayılabilirdim!"
"Ah, şey, evet, sabah 'bağışıklığım güçlü' diye bağıran kişi bunu söylüyor." dedi Blaze sırıtarak. İfadesine bakılırsa sabah yaşananları ikizinden dinlemişti.
"Urgh, Emily de buna dahil olmak zorunda mıydı?!"
"E yani her erkeğe baba denmiyor. Emily'i de davet etmek ve cümleyi düzenlemek zorundaydım." diye omuz silkti Taufan ellerini iki yana açarken, kendisini ifşa ettiğini fark etmeden.
"Ah... Yani bu senin fikrindi..." Halilintar gözlerini kıstı ve gülmeyi bırakıp, yan gözle kendisine bakan Taufan'a imalı bir bakış attı: "Seni öldüreceğim." bakışı.
"Ah, gerçekten çok eğlenceliydi. Planımı uygulamama yardım ettiğin için teşekkür ederim Taufan." dedi Gempa, gergince kıkırdayan ve Halilintar'ın yanından bir türlü ayrılamadığı için -Halilintar fark ettirmeden bileğini sıkıca kavramıştı- soğuk terler döken kardeşine gülümseyerek.
"Fotoğraf zamanı! Gülümseyin millet!'" dedi Emily neşeyle ve iki saniye içerisinde doğal bir selfie çekti. Bir anı daha oluşmuştu.
"Şimdi herkes yatağa—özellikle de sen Hali. Yarın da uykusuz olursan korkarım Taufan senin elinde kalacak."
Gempa'nın bu sözleri üzerine bir kahkaha tufanı daha koptu.
Gerçekten iyi eğlenmişlerdi—Halilintar bile. Şimdi somurtsa da, ileride bu olaya kahkahalarla gülecekti.
Son.
Embéria Aéris, mercantasarim11@gmail.com.
Hehehehehh, çok iyiydi değil mi?
Yorumlar
Yorum Gönder