OVERLAPPİNG STORMS- 8
8: Yeni Bir Düzen
Beliung güne, o günün de diğerlerinin bir benzeri olacağından çok emin olarak kalktı. Kalkacak, duş alacak, koyu mavi saçlarını düzeltecek, Taufan'ı kahvaltıya, aşağı inmesi için sürükleyecekti.
Her şey iyi gitti.
Kalktı, ciddiyetle yatağını topladı (en ufak bir kırışıklığa bile tahammül edemeyen bir düzen hastasıydı), elini yüzünü yıkadı ve ve odaya geri döndü. Aslında bugün için farklı bir planı vardı ama önce Taufan'ı uyandırmalıydı.
Bu amaçla odaya girerken...
"Günaydın Abang!"
Çocuğun yatağında değil de, hazırlanmış olması; arkasında belirip, bağırarak onu korkutmasından daha tuhaftı.
"Taufan..." Hala yatarken giydiği pijamalarıyla -pijamalarıyla!- olan Beliung başını tutarak inlemekle iç çekmek arası bir ses çıkardı. Hazırlıksız yakalanmaktan, özellikle de Taufan'a yakalanmaktan neffffffret ederdi ama tövbeler olsun— Taufan hazır mıydı?! Ondan önce?!
Dur dur dur, onun önünde bu kadar... yenilmiş görünmemeliydi değil mi? Bir haysiyeti vardı sonuçta.
Boğazını temizledi. "Taufan, seni uyarmıştım—"
"Eğitime gideceğiz, değil mi Abang? Lütfen gideceğiz de!" diye sordu Taufan beklenti içerisinde eline asılarak zıplarken. "Ancak eğitime gideceğimiz zaman böyle korkunç oluyorsun!"
"Oyun oynamaya gitmiyoruz, neden bu kadar neşelisin? Sana eskisi gibi korkunç olmayacağımı mı umuyorsun?" diye homurdandı Beliung. "Ayrıca, bugün bunları giymeyeceksin." Onaylamaz bir ifadeyle çocuğun mavi kıyafetlerini süzdü.
"A-ama—"
"Sana dediğimi yap." diye sözünü kesti Beliung ve Taufan'ın şaşkın ve tereddütlü bakışları altında, dolabındaki kilitli çekmeceyi açtı.
Taufan'ın nefesi heyecanla kesildi. Beliung ona ne verecekti, ne verecekti ona?
Beliung'un elleri çok yavaş, çok dikkatli bir hareket ediyordu. Önce Taufan'ın daha önce gördüğü kitap şekilli kutuyu dikkatlice aldı ve elini kutunun işlemelerinin üzerinde gezdirdi. Sonra onu bir kenara koyup, Taufan'ın gördüğü, ama umursamadığı bir şeyi ortaya çıkardı.
Bembeyaz, üzerine mavi çiçekler işlenmiş bir bohça.
Taufan'ın meraklı bakışlarını görmezden gelerek, derin bir nefes aldı ve bohçayı kapalı tutan çiçekleri ani bir hareketle yırttı.
"Eh, Abang, ne yapıyorsun?!" Taufan bir eliyle ağzını kapatırken, onu engellemek istermiş gibi Beliung'un kolunu yakaladı. İçinde bir şeylerin acıdığını hissetmiş, sanki önemli bir şey olduğunu sezmiş gibiydi.
"Hm." Beliung öfkeyle ona baktı ve elini ittirdi. "Ne yaptığımı biliyorum küçük velet. Giy şunları."
Taufan onun neden öfkelendiğini anlamamıştı, ama yine de uzattığı sarı-kahverengi kıyafetleri aldı. Kaldırıp yeni kıyafetlerini incelemek istedi ve bunun için kıyafetleri yatağa serdi, ancak daha önceki gibi bir toz bulutu burnuna doldu. Öksürürken, geri çekildi.
"Bundan sonra bunları giyeceksin. Ben hazır olduğunu söyleyene kadar da bu mavi kıyafetlere dokunmayacaksın." diye devam etti Beliung buyurgan bir tonda, kollarını kavuştururken.
"Bunlar çok tozlu!" diye itiraz etti Taufan ve bu Beliung'un bir duraksamasına neden oldu. "Bunları—" Ağzını açta ama kelimeler boğazına yapışıp kaldı.
"Bunları giymen gerekiyor."
"Ciddi misin? Bunlar resmen eskici eşyası! Neden bunu giymek zorundayım?"
"Çünkü erkek Rüzgar Kullanıcıları bunları giymek zorundadır, kadın Kullanıcılar ise pelerin takıyorlar. Onun gibi."
"Bunları..." Beliung tekrar, yavaşça konuştu, kelimelerinin benzer olmaması için çabalıyordu. "Giymelisin, eski erkek Rüzgar Kullanıcılarını temsil etmek için."
"Her Rüzgar Kullanıcısı giymek zorunda mı?" diye söylendi Taufan ve 'eski erkek Rüzgar Kullanıcıları' cümlesi onu bir kez daha şüphelendirdi. Kaşını kaldırarak Beliung'a baktı. "Yoksa sen de mi—"
"Bu bir gelenek." diye lafı dolandırdı Beliung ve onun bir soru daha sormasına izin vermeden, duş almak için banyoya gitti.
A-ha, Beliung kaçıyordu!
Taufan onun bu tepkisine şaşırmış görünüyordu. Ayrıca meraklanmıştı da. "Acaba gerçekten... Ama hayır, bu imkansız. Eğer olsaydı beni eğitmek için kullanırdı. Eğitim sırasında bana öyle acı çektireceğine en azından fiziki zarar verirdi."
Omuz silkti, daha fazla düşünemeyecekti doğrusu. Ayrıca aşağı inmesi gerekiyordu, kahvaltıya gecikmemeliydi.
Ah, tabii. Yeni eğitim kıyafetleri.
Üstündekileri kolayca çıkardı ve dikkatlice yeni kıyafetlerini giydi. Sarı şapka, beyaz, kolsuz bir tişört, kolları kahverengi, sarı kapüşonlu ve kahverengi pantolon. Rüzgar temasıyla ALAKASI yok. Ama giymek ZORUNDA.
Bıkkın bir şekilde kıkırdadı ve aynada kendine bakarken derin bir iç çekti. Aşağı inmeliydi.
Kahvaltı masasında beklenen iki kişi vardı: o ve Beliung. Geri kalan herkes yiyor, gülüşüyor, konuşuyordu. Ve tabii ki ağabeyleri Taufan'daki yeni değişimi hemen fark ettiler—Blaze sayesinde.
"Ooo, bu ani değişiklik de neyin nesi?"
Taufan kaskatı kesildi ve yanakları kızardı—birazcık. İlginin bu kadar üzerinde olmasına alışkın değildi. "Şey... Abang Bel verdi..."
"Çok yakışmış." dedi Halilintar hiç düşünmeden—daha doğrusu, düşünceleri bir anda dudaklarından dökülüvermişti. Ne söylediğini fark ettiğindeyse, çok geçti.
"Aaaa, ciddi ağabeyimiz iltifat ediyor~" Blaze dirseğiyle Halilintar'ı dürterken, onun hızla koyu kırmızıya bürünen yanaklarını görünce, kahkahalara boğuldu.
"Kapa çeneni!" Elbette Halilintar elleriyle yüzünü örtmeyi isteyecek kadar utanmanın yanı sıra, çok öfkelenmişti.
Ve bu harala gürele ağabeylerinin de dikkatini çekmişti.
"Taufan! Gel buraya!" Rimba neşeyle elini salladı ve koşarak kendisine gelen Taufan'ı kucağına oturttu. "Ah, kıyafetlerin çok yakışmış. Ayrıca tatil de sana yaramış, baksana, yüzün nasıl da açılmış, gözlerin de oldukça canlı." 'Gördünüz mü? Size demiştim' diyen bilmiş bir bakışla diğerlerine baktı.
"Taufan." Crystal nazikçe çocuğa seslendi ve hafifçe önce eğilerek, gülümsemesini hiç bozmadan, "Bize bir iyilik yapıp, birkaç ay öncesine kadar yaşananları anlatabilir misin?" diye sordu. Ses tonu çok nazikti, onu incitmemek için elinden geleni yapmış, kelimelerini dikkatle seçmişti.
Ancak yine de Taufan büzüldü ve Rimba'ya daha sıkı tutundu. Aniden bu konunun gündeme gelmesini beklemiyor gibiydi.
Beliung... Eğer bunu duysaydı ne yapardı Beliung? Adını aldığı fırtına gibi esip gürler miydi?
Evet, evet, öyle yapardı.
Bu yüzden yüzü tekrar solgunlaşmış bir halde, "Hayır, bunu yapamam..." diyerek başını iki yana salladı.
Ağabeyleri endişeli bakışlarla birbirlerine baktılar, ama bir şey demediler. Rimba'ysa, Taufan'ı göğsüne bastırırken, çocuk gibi somurtmuştu. Yüz ifadesi, "Onu incitmeyin." diyor gibiydi.
Zamanlama mükemmeldi, Beliung bu konuşma bittikten çok kısa süre sonra mutfağa girdi.
Duş aldığı, alnına düşen ıslak perçemlerinden ve yürürken kendisine eşlik eden hoş sabun kokusundan belli oluyordu. Bugünkü kıyafetleri de—ah.
Taufan Rimba'nın kucağında doğruldu -az önce büzüşmüş bir şekilde duruyordu- ve şaşkınlıktan ağzı açık kalmış bir halde, Beliung'un kıyafetlerine baktı. Şeyi giymemiş miydi... Şey...
Hani o kilitli, gizemli çekmecede bulduğu mavili takım?
"Vay, bu takımı görmeyeli uzun zaman oldu." diye yorum yaptı Voltra, kaşlarını kaldırarak onu incelerken. Nova'ysa, hayranlık dolu bir ıslık çaldı.
Beliung'un yanakları, ima edilen iltifatlar yüzünden belirgin derecede kızardı ve omuzları dikleşirken, bakışlarını kaçırdı. Ama Taufan onun dudaklarının kenarında beliren küçük gülümsemeyi yakalamıştı.
"Neden birdenbire bunları giydin Beliung?" diye sordu Crystal sakince gülümseyerek. Sadece meraktan soruyor gibi görünse de, altında gizli manalar yatıyordu.
Taufan da bu sorunun cevabını merak ediyordu. Beliung neden çekmecesinde saklı o beyaz, kısa kollu gömleği, mavi, rüzgar desenli yeleği ve pantolonu giymişti? Şapka takmaktan nefret ettiği için şapkayı takmamıştı tabii, ancak çelik burunlu botları, elinde sıkıca tutuyordu.
"Zamanı gelmişti..." diye mırıldandı Beliung, parmaklarını lacivert saçlarına geçirirken.
"Pekala, hadi otur." diyerek konuyu daha fazla uzatmadı Crystal ancak konunun burada son bulmadığı kesindi.
Neşeli kahvaltı faslından sonra, herkes eğitim için evden çıktı. Ev bugün boştu, çünkü Beliung ve Taufan da ormanın derinliklerindeki eğitim alanlarına gidiyorlardı.
"Abang, biz bugün ne yapacağız?" diye sordu Taufan masum bir neşeyle, ağabeyinin elini tuttuğu halde seke seke yürürken. Ancak aniden neşesi, balon gibi sönüverdi, omuzları çökerken, duraksadı. Sonra yavaşça sordu. "Eskisi gibi davranacak mısın?"
Beliung'un gözleri kısıldı ve yumruğunu sıkarken, kararlılıkla, "Gerekirse... Kesinlikle yapacağım." diye fısıldadı. Bir daha da konuşmadı.
Dünyalar Taufan'ın başına yıkılmamıştı—henüz. Hala umutluydu, Beliung'un birkaç ay önceki Beliung olmadığını umuyordu.
"Bugün," diye başladı Beliung, insanlardan çok uzakta, ağaçların ortasındaki eğitim alanına geldiklerinde. "Rüzgar güçlerini eğiteceksin."
"Peki sen?" diye sordu Taufan, kaşını kaldırarak. Bu sefer onu sıkıştıracağını umuyordu. "Bana yardım etmeyecek misin?"
"Neden bahsettiğini bilmiyorum. Rüzgar Kullanıcılarına kimse yardım etmez. Buna ihtiyaçları yoktur." diye umursamaz bir cevap verdi Beliung ve ağaçlardan bir tanesinin altına oturup, sırtını sert gövdesine yasladı. "Başla."
"Ama neye?" diye çaresizce sordu Taufan. Ellerini iki yanında yumruk yaptı ve bir sağa bir sola volta atarken, sinirle yere tekme attı. "Hiçbir şey yapamıyorum, bu güçleri kullanmak çok zor!... Sadece sen çok huysuz, inatçı, kaçık ihtiyar çok bilmişsin." Son kısmı içinden söylemişti.
Beliung gözlerini açtı ve şaşkınlıkla oma baktı. Taufan... Ah Taufan, Taufan... Cümleleri benziyordu. Çok benziyordu. Tam bir déja vu hissi veriyordu.
"İlk ders..." diye mırıldandı, paslanmış hatıralarından sıyrılırken sinirle homurdanan Taufan'ı süzdü. Hatırlamıştı. "İlk dersin bu zayıf ve çelimsiz bedenini rüzgara teslim etmek."
"Ben zayıf değili—ha?" Taufan söylediklerini kavrarken, birkaç adım geriledi ve bir taşa takılarak yere düştü. "Benden... Kendimi öldürmemi mi istiyorsun?"
"Bu bir metafor, seni küçük bilmiş." diye homurdandı Beliung, elini alnına koyarak iç çekerken. "Rüzgar Kullanıcıları, kendilerini rüzgarın kuvvetiyle kaldırabilirler. Sen de bunu yapacaksın. Tek yapman gereken ayaklarının altındaki rüzgarı hayal etmek." Sesi, sanki nasıl yemek yediğini anlatıyormuşçasına kayıtsızdı.
"Aaaah." Taufan öfkeyle suratını buruşturdu ama Beliung daha fazla itiraz kabul etmeyeceğini ima edercesine, gözlerini kapatmıştı.
Derin bir nefes aldı ve Beliung'un dediğini yaparak, ayaklarını yerden kesen rüzgarı hayal etti. Ve daha önce olduğu gibi, hoş bir esinti saçlarını yaladı. Sonra da—
"Woah—" Taufan ayaklarının altındaki rüzgara hakim olamayarak, dengesiz bir takla attı ve yere yapıştı. Ah ne yazık ki başını çok kötü vurmuştu, bu yüzden tepki bile veremeden görüşü karardı.
Onun bu inanılmaz derecede kötü olan performansını izleyen Beliung sadece bir iç çekebildi ve çocuğun minyon bedenini ağacın altındaki gölgeliğe taşıdı. Uyanınca devam etmesini isteyecekti.
...
"Aduhh... Bugün çok yorucuydu." diye söylendi Taufan alacakaranlıkta eve geldiklerinde. Yorgunluktan ağlamamak için dişlerini sıkıyordu ve tek istediği güzel bir uyku çekmekti—ama hayır, bugün önceden olduğu gibi perişan olmamıştı.
Sessizce odalarına çıktılar. Geri kalan herkes de, ya duş alıyor, ya da günün yorgunluğunu çıkartmak için bir yerlerde uzanmış, dinleniyorlardı.
"Bugünkü performansın çok kötüydü." dedi Beliung gözlerini kısarak, rüzgar desenli mavi yeleği üzerinden çıkartırken (ondan hoşlanmamış mıydı acaba?). "Daha iyisini yapana kadar dersin bu olacak."
"Ugh, pekala..." diye iç çekti Taufan, omuzlarını düşürmüş, suratı asılmıştı. Gün boyunca çabaladıktan sonra aldığı tek iltifat, 'Performansın çok kötüydü' olmuştu. Tabii ona iltifat denebilirse...
"Duş al." dedi Beliung sertçe.
Yatağına -Beliung'un yatağına!!- oturmuş, bacaklarını sallayan Taufan, kendini sırt üstü yatağa attı ve inledi. "Her gün duş almak istemiyorum. Bu çok yorucu!"
"Yatağıma bu halde oturman beni o kadar hasta ediyor ki..." diye tehditkar, alçak bir tonda konuştu Beliung ve zaten, cümlesini tamamlamasına gerek kalmadan, Taufan havlusunu kaptığı gibi banyoya koşmuştu.
Beliung kıkırdadı- ciddi ciddi elinin tersiyle ağzını kapatarak kıkırdadı. "Hah, bu çocuk... Gerçekten bazen çok komik oluyor."
...
Taufan banyodan çıktıktan sonra temiz kıyafetler giymenin o ferahlatıcı hissine bayılıyordu. Ama sevmediği bir kısım vardı: banyodan sonra etrafa su damlaları saçan gür ve kabarık saçları.
Bu yüzden baş havlusunu aldı ve merdivenleri uçarcasına indi (gizli bilgi: Beliung'un dediğini denemeye çalışırken neredeyse yere yapışacaktı). Aradığı kişi oradaydı; salonda, kanepelerden birine uzanmıştı.
"Hali!"
"Ha?" Kanepeye resmen yığılmış, yorgunluktan gözlerini zar zor açık tutabilen Halilintar, uykulu bir ifadeyle başında dikilen Taufan'a baktı. "Ne oldu?"
"Saçlarımı kurutur musun?" diye sordu Taufan neşeyle—ancak neşesi, kendisinden birkaç yaş büyük olan Halilintar yorgun gözlerini ovuşturduğunda, tereddüde dönüştü. "Şey... Seni rahatsız mı ediyorum?"
"Hayır hayır, sorun değil..." dedi Halilintar ancak başını yastığa gömdü ve uzunca esnedi.
"Taufan!"
Taufan keskin fısıltıyı duydu ve irkilerek kapıya baktı. Beliung kapı eşiğinde dikilmiş, gelmesini işaret ediyordu—biraz sinirli miydi?
Ağabeyini daha fazla sinirlendirmemek adına, hızlıca yanına gitti.
"İsh, ne yaptığını sanıyorsun? Yorgun insanlar rahatsız edilmez!" diye azarladı Beliung, onun bir şey demesine izin vermeden. "Böyle devam edersen kibar ve nazik bir Rüzgar Kullanıcısı olamazsın!"
İşte bu acıtmıştı.
"Benden bir anda mükemmel davranmamı bekleyemezsin!" diye karşı çıktı ama Beliung bu sefer karşılık vermedi. Sadece iç çekti ve bileğini tuttu. "Gel. Burada daha fazla konuşursak herkesi rahatsız ederiz."
Merdivenleri sessizce çıktılar ve odalarına girip, kapıyı kapattılar.
Taufan Beliung'un kendisine sessizce işaret ettiği gibi, yatağın önüne çöktü. Beliung da yatağa oturdu ve saçlarını kurulamaya koyuldu.
İşini bitirdiğinde, Taufan ağabeyinin beline sarıldı ve neşeyle teşekkür etti.
Nadiren iyilik yapmanın kötü tarafı da buydu.
...
"Hah..." Taufan esneyerek yatağında hafifçe doğruldu ve gözlerini ovuşturdu. Saat kaçtı? Hala etraf karanlık olduğuna göre, gece yarısı falandı.
Ağzı sıcaktan dolayı kupkuruydu ve terlemekten tüm yatağı sırılsıklamdı; bu yüzden kalkıp su içmesi gerektiğine karar verdi.
Sessizce ranzadan aşağı süzüldü ve yatağın yanındaki komodini eliyle yokladı. Eh? Sürahi neredeydi?
Yorgunca, sessiz bir iç çekti. İyileştiğine göre, Beliung sürahiyi kaldırmış olmalıydı. Aşağı inmesi gerekiyordu.
Göz ucuyla, ağabeyinin yattığı ranzanın alt katına baktı. Eh, karanlıkta pek bir şey seçemiyordu ama herhalde uyuyordu.
Omuz silkti ve odadan çıktı.
Ahşap döşemelerin ses çıkarmaması için dua ederek ve dikkatlice yürüyerek, merdivenlerden indi ve mutfağa gitti.
Durun durun! Bahçeyi eve bağlayan mutfak kapısının eşiğine çökmüş oturan iki kişi de kimdi?
Taufan sessiz olmaya çalışarak, mutfak tezgahının üzerinde duran bardağı aldı ve bir yudum içti. Öğürmemek için kendini zor tutarken, bardağı geri koydu. Iyyy, bu su değildi ki! Sirkeydi!
Ama su aramayı düşünemeden, iki kişinin konuştukları dikkatini çekti.
"Ne yapacağımı bilmiyorum..." dedi solda oturan; Taufan onu sesinden tanımıştı, bu Beliung'tu. Uyumuyordu. Ve sesi belirgin derecede zayıf ve umutsuzdu. "Ona ne zaman o olaydan bahsedeceğimi bilmiyorum. Bahsettikten sonra beni sevecek mi, yoksa bunu sakladığım için bana sırtını dönecek mi, bilmiyorum. Korkuyorum..."
Ne diyordu? Neden bahsediyordu? O gizemli olay neydi?
"Endişelenme," İkinci kişi Beliung'un omzunu sıvazladı ve onu kendine çekti—bu da Voltra'ydı. "Taufan'ın sana olan bağlılığını görmüyor musun? Sen onun için bir anne, bir babanın yerine geçiyorsun; onun tek ebeveyni sensin. Sana kızmayacaktır, sadece... Bir gün bunu öğrendiğinde biraz zamana ihtiyaç duyacak."
"Yine de ona henüz—"
Taufan devamını da duymak için öne eğiliyordu ki, bir el ağzını kapattı ve bir kol beline sarılıp, onu geri çekti.
Taufan çığlık atmamak için kendini zar zor tutarken, çırpındı ve kısık sesle konuşmaya çalıştı. "Mmm!"
"Şşşş." Dönüp baktığında, parmağını dudaklarına bastırmış, sessiz olmasını işaret eden Halilintar'la göz göze geldi. "Mmm?"
"Burada ne yapıyorsun? Uyuyor olman gerekiyor." diye fısıldayarak onu azarladı Halilintar. Bir yandan endişeli bir şekilde iki ağabeyinin onları duyup duymadığına bakıyordu.
"Sadece su içmek için gelmiştim." diye mırıldandı Taufan suçlulukla başını eğerken.
"Bir dahakine susadığında bizim odamıza gel. Şimdi uyumaya geri dönelim." diye fısıldadı Halilintar ve itiraz etmesine izin vermeden onu merdivenlere sürükledi.
Taufan isteksizce basamakları tırmandı ve uyumaya geri döndü ancak bir türlü dalamıyordu.
Yatakta sırt üstü uzanırken, ellerini başının altına koydu ve tavana bakarken, "Abang Beliung benden ne saklıyor?..." diye düşündü. "Neden bana güvenmiyor?..."
Bu his hayal kırıklığı mıydı? Belki. Gerçi düşününce, Beliung ona karşı ne zaman dürüst olmuştu ki?
O da bir muamma.
Uyumaya devam etmeliydi.
Devam edecek...
Hhehehehe yazarınız sizin için çalışıyor, bu yüzden blog güncellemeleri daha az. Ama bir süre sonra Dergi Mudita'nın 17. sayısı çıkınca size haber vereceğim.
Yorumlar
Yorum Gönder