OVERLAPPİNG STORMS- 13
13: Korku ve Keder
"Angin... Angin, uyan..."
"Hı?" Angin hafifçe irkilerek gözlerini açtı ve sersem gözlerle etrafa baktı. Uykusunu tam almamış olması, açık tutmakta zorlandığı gözlerinden belliydi. "Abang Voltra?..."
"Yatağına yat Angin. Burada uyuyakalmışsın." dedi Voltra alçak sesle ve hala uyku sersemi olan çocuğun ranzaya çıkmasına yardım etti.
Angin yatağına gömülmeden önce, bir yandan gözlerini ovuşturarak ona baktı. "Abang Beliung'a kim bakacak?"
"Merak etme, o iyi olacak." diye güvence verdi Voltra, bunun üzerine Angin daha fazla sorgulamadan yatağına gömüldü. Zavallı çocuğun ne kadar uykusu vardı! Beliung'un hasta olduğunda ne kadar kaotik ve zor birine dönüştüğünü bir gecede tecrübe etmişti.
İlaç içmeyi her zaman reddederdi, yemek yemek veya su içmek istemezdi ama elinden gelse yataktan kalkıp, günlük rutinlerine devam ederdi. Haliyle, çok geçmeden, iyileşmek yerine kötüleşirdi.
Angin 39 dereceyi bile görmüştü ve bu biraz korkutucuydu (bir türlü ilaç içmediği için Beliung'u suçlamak aklının ucundan bile geçmemişti nedense).
Gündüz normal bir şekilde sonlanmıştı, evet. Ama gece... Beliung yüksek ateşten kaynaklanan kabuslar görmeye başladı. Angin'in bilmediği o olay hakkında birçok kabus görmüş, duyamadığı bir ismi durmadan sayıklamıştı ve bu... Her seferinde daha da kötüleşmesine, ateşinin daha da yükselmesine neden olmuştu.
Angin... Fedakar Angin uykusunu bırakmış, soğuk suyla ıslattığı bir bezi ağabeyinin alnına koymak suretiyle ateşini düşürmeye çalışmıştı. Bez soğukluğunu yitirdikçe, gidip tekrar, tekrar ve tekrar ıslatıyordu... Sonunda saat beş civarında, uykuya yenik düşmüş, yatağa yaslanırken uyuyakalmıştı.
Voltra, sesinden anlaşıldığı kadarıyla uykuya dalan kardeşine bakmak için parmaklarının ucunda yükselirken, yüzünde şefkatli bir tebessüm belirdi. "Ah, Angin..."
Küçük bir iç çektikten sonra, odadaki sandalyeyi yatağın yanına çekti ve oturdu. Beliung'un başında durmak kolay olacak mıydı bakalım?
"Sonunda onu gönderdin mi?"
Voltra şaşkınlıkla başını çevirip baktığında, Beliung'un karanlıkta parlayan neon mavisi, ifadesiz ama belki biraz sinirli gözleriyle karşılaştı.
"Oh, uyuduğunu sanıyordum." Kaşını kaldırdı ve bir eli içgüdüsel olarak alnına uzandı.
Beliung huysuzca eline vurdu ve buz mavisi örtüye daha sıkı sarınırken, "Ne mümkün..." diye homurdandı. "O küçük velet alnıma o soğuk şeyi koymaktan bir türlü vazgeçmedi, endişelendiğinde Crystal kadar inatçı oluyor... Gerçi, iyi gelmedi desem yalan olur."
"O zaman şikayet etme." dedi Voltra ani bir neşeyle—size iyi bir tavsiye: uykunuzu açmanın yolu mizah yapmaktan geçer.
"Ugh, her ne ise..." diye mırıldandı Beliung, onu dinlemek istemediğini belli edercesine sırtını döndü. Az sonra da, uykuya dalmış olmalıydı ki, nefesleri derinleşmiş, yavaşlamıştı.
"Ah, Beliung... Ciddi görünmeye çalışırsın, onu da beceremezsin. Eskisi gibi olursan her şeyin yoluna gireceğini biliyorsun ama hala inat ediyorsun..." Voltra kardeşinin saçlarını karıştırırken, hafifçe kıkırdadı, fakat bu kıkırdama, yavaşça bir iç çekişe dönüştü.
Düşününce, çok şey atlattı, diye düşündü kendi kendine. Onun dokunuşundan rahatsız olarak, hafifçe homurdanan ve yüzünü ona doğru çeviren Beliung'a bakarken, bakışları hüzünle ağırlaştı. Depresyona girse yeridir— ki zaten depresif bir ruh hali içerisinde. Ailesinden sadece Angin kaldı.
Düşünceleri, neşeli, umutlu ve fedakar çocuğa kayarken, kendi kendine güldü. "Angin'in üzerine bu kadar titremesine şaşmamalı."
Eh, gerçi o farklı mıydı sanki? Halilintar onun her şeyi değil miydi?
Voltra tekrar iç çekti. Yaralandığını ve göğsünden kan sızdığını gördüğünde ayakta kalabilmiş olmasına hala şaşırıyordu. Crystal'in rahatlatıcı sesi, sakin ve panikten uzak hareketleri olmasa muhtemelen oracıkta kalakalır, kıpırdayamazdı.
Böyle böyle düşünürken, farkında olmadan gözleri kapanmaya başladı. Kollarını kavuşturdu ve sandalyeye daha rahat yaslanabilmek için, Beliung'un yatağındaki ikinci yastığı aldı. Derin bir nefes aldı ve... Birkaç dakika sonra uykuya daldı.
Ah Voltra!
...
Günlerden sonra ilk defa, Angin kimse onu uyandırmadan veya başından aşağı soğuk su dökmeden, kendi isteğiyle uyandı.
Bundan daha güzel bir his yoktu, yaşlıların tabirine benzese de, kemiklerine kadar dinlenmişti.
İyice gerinip esnedikten sonra, yataktan aşağı, ayaklarının altında oluşturduğu rüzgar sayesinde hafifçe süzülerek indi. Rüzgar Taşıyıcısı olmak demek, gerçekten de zarafet demekti...
Oh, ama yatağını toplamayı yine unutmuştu.
Banyoya gidip, elini yüzünü yıkadıktan sonra, odalarına geri döndü ve komodinin üzerinde duran Beliung'u telefonunu açarak, saate baktı.
Gözleri kocaman açıldı. "Hala yedi buçuk mu?????"
Neredeyse kendini yere bırakacakken, durdu.
Ona mı öyle gelmişti, yoksa birinin sesini mi duymuştu?
Hızla arkasına dönüp, ilk seçenek olan yatağa baktığında, şaşkınlıktan az kalsın çığlık atacaktı. En azından 'aaa' diye bağırmak çığlık sayılıyorsa.
Beliung dizlerini karnına çekerek oturmuş, gözlerini ovuşturmaktaydı. Onun burada olduğundan haberiz, "Angin..." diye seslendi.
"Abang, ben buradayım?"Angin tereddütle kaşlarını çatarken, dikkatini çekebilmek amacıyla hafifçe elini salladı.
"Ah." Beliung biraz şaşkınlıkla ona baktı ve bu sayede Angin onu inceleme fırsatı buldu. Uykusuz ve kabuslarla geçen geceden sonra, gözlerinin altı çökmüştü. Omuzları düşüktü ve sağlığının iyi olmadığı cildinin renginden sesine kadar belliydi. Biraz sonra bayılabilecekmiş gibi görünmesine rağmen, ayakta durmakta ısrarcı görünüyordu.
Angin onu tekrar yatıramadan önce, Beliung tekrar ifadesizleşti ve, "İyi. Öyleyse seni uyandırmakla uğraşmayacağım. Enerjimi korumak zorundayım." dedi. "Eğitim kıyafetlerini giy."
"Eğitime mi gideceğiz?" diye sordu Angin bir an hevesle, fakat Beliung başını tutarak inleyince, hevesin yerini öfke ve endişe karışımı bir şey aldı. "Sen bu haldeyken mi abang? Ciddi misin?"
Beliung burun kemerini sıkarak, sinirle iç çekti ve başını salladı.
Angin kollarını kavuşturdu ve inatçı, onaylamaz bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Asla olmaz."
"Dediğimi yap ve bana karşı çıkmayı aklından bile geçirme." diye sertçe onu uyardı Beliung, oldukça ciddiydi ve sayıklıyor gibi de görünmüyordu.
Ayağa kalktı ve yavaşça yaklaşıp, tam önünde durdu. Böylelikle ondan uzun olduğu belli oluyordu ve daha korkutucu görünüyordu. "Ben gayet iyiyim seni velet. Benim için endişelenmeyi kes."
"Bla bla bla..." diye mırıldandı Angin, eğitim kıyafetlerini almak için kıyafet dolabını açarken.
Sadece göstermelik tavır yapıyorsun ihtiyar.
Kısa süre içerisinde giyindi ve şapkasını da başına geçirdi. Aynaya bakarken, şapkasının siperliğini sağa doğru çevirdi. "Hm, böylesi çok daha iyi."
Beliung onun bu çocuksu hareketlerine gözlerini devirmekle yetindi. O da mavili takımı giymişti, tıpkı diğer günlerde olduğu gibi. Fakat şuan rengi biraz soluktu ve hafifçe, belli olmasa da titriyordu.
Yine de, sessizce odanın kapısını araladı ve Angin'e çıkmasını işaret etti. Kendisi de onun arkasından çıktı.
İkili bir tilkinin sessizliğiyle, merdivenleri indiler ve sokak kapısını açıp, dışarı süzüldüler.
"Hey abang." Angin ormanın içine doğru yürümeye başladıkları sırada, aniden konuştu—o zamana kadar sessiz durmuştu. "Sen hasta değil miydin? Neden birdenbire eğitime gitmeye karar verdin?"
"Eğitimin, benim sağlığımdan daha önemli." dedi Beliung, gözlerini kısarak. Fakat güçlü duruşunda belirgin çatlaklar vardı; arada bir sendeliyor, titriyor, farkına bile varmadan Angin'e yaslanıyordu. Zaten bunu söyledikten birkaç saniye sonra, yere çömeldi ve başını tutarak inledi. "E-errgh..."
"A-ah—" Angin paniğe kapılmak istemiyordu, lakin kendine hakim olmakta yine başarısız olmuştu. Aklına gelen tek şey, mantıksız, çok mantıksız bir şekilde Beliung'un başına vurmak oldu. Bunu, yumruk yaptığı elleriyle hafifçe vurmak suretiyle yaptı da.
Şaşırtıcı bir şekilde, Beliung biraz daha rahatlamış görünüyordu. Hala bir eliyle başını tuttuğu halde, Angin'e baktı, dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. "İşe yarayacağını nereden—"
"Beni saçlarımdan tutup yere vurduğunda aslında çok rahatlamıştım, bu yüzden sen de işe yarayabileceğini düşündüm." dedi Angin hızlıca—yani, başka bir açıklaması yoktu. Bir mantığa dayandığı söylenemezdi.
"Pekala."
Beliung da fazla sorgulayacak gibi görünmüyordu.
Yürümeye devam ettiler.
Beliung'un, eğitim için daha farklı bir yeri seçmesi, Angin'in gözünden kaçmadı. Meraklı gözlerle, ilerlerken arada sırada çevresini gözleyen ağabeyine baktı. "Halilintar'ı vuran kişiyi mi bulmaya çalışıyoruz abang?"
"Hayır." dedi Beliung keskin bir nefes vererek. Kısa bir an duraksadıktan sonra sessizce, "Ama ondan korunmaya çalışıyoruz." diye ekledi.
Ormanın farklı bir noktasındaydılar şimdi. Yine ağaçların seyrekleştiği bir alandı ve burada daha çok kavak, çam gibi uzun ağaçlar vardı.
"Bugünün eğitimi..." diye başladı Beliung, sakin ve alçak bir sesle. Sessiz olmaktan çok, enerjisini korumaya çalışıyor gibiydi.
Çam ve kavakları işaret etmeden önce derin bir nefes aldı. Konuşmakta güçlük çekiyor gibi, yavaşça tekrar konuştu. "Bu ağaçların en tepesine uçup, aşağı inmek. Bunu bir yere tutunmadan, sadece rüzgar gücünle yapacaksın."
Angin ağaçları süzerken, biraz korkmuş gibi görünüyordu. Endişeyle Beliung'a döndü. "Peki ya enerjim biterse? Ya ağacın en tepesinde bayılırsam? Hiiiii! Ya düşersem? O zaman ölürüm!"
"O zaman seni tutmak için burada olacağım." dedi Beliung, kesin bir güvenceyle ve bu Angin'in daha fazla kaygılanmasını önlemeye yetti.
Küçük Rüzgar Taşıyıcısı derin bir nefes aldı ve rüzgarın ayaklarının altında toplandığını hissetti. Sonra da kendini hafifçe yukarı ittirdi— işte tam olarak da böyle uçuyordu.
Kardeşinin düzenli bir şekilde yukarı aşağı hareketini gözlemleyen Beliung, bir süre sonra, "Şimdi aşağı, ağacın etrafında süzülerek in." dedi. "Hareketlerini olabildiğince karmaşıklaştırmaya çalış. Bedenini kuvvetlendirmezsen enerji sorunları çekmeye devam edersin."
"Ah, yıllardır bu yüzden mi bedenimi güçlendirmeye çalışıyorduk?" diye sordu Angin alaycı bir tavırla fakat onun aksine Beliung ciddiyetle başını salladı. "Evet, tam da bu yüzden böyle yapıyorduk. Şimdi devam et."
Angin hareketini sürdürüyor, dakikalar su gibi akıp geçiyordu. Beliung ise, her saniye görüşünün daha fazla karardığını hissediyordu. Zaten çok geçmeden, çimenlerin üzerine uzandı. Ateşi iyice yükselmiş, bedeni gözle görülür derecede titriyordu. Nefret ettiği baş ağrısı yüzünden başı zonkluyordu.
Eğer ona kibarlık öğretilmemiş olsaydı, küfrederdi (bunu yapmak için oldukça haklı sebepleri vardı).
Nitekim yere uzansa bile, kardeşini izlemeye devam etmeliydi. Eğer enerjisi havadayken biterse... Onu yakalamak zorundaydı.
Ne var ki felaketler geldi mi üst üste gelir.
Angin tam bir ağacın en tepesindeyken, Beliung'taki değişimi hissetmiş ve aşağı bakmıştı. Ağabeyinin yere uzanmış, kollarını bedenine sarmış titrediğini görünce, tüm dikkati dağıldı. "Abang!"
Beliung gözlerini araladı ve zar zor kardeşine baktı. Ona devam etmesini, odaklanmasını söylemeyi çok isterdi ama bunu yapamayacak kadar bitkindi. Kardeşinin ayaklarının altındaki rüzgar aniden yok oluşunu ve Angin'in çığlık atarak boşluğa tutunma çabasını sadece izleyebildi.
Onu yakalayabilmesine imkan yoktu, kendisi bile zar zor uyanık kalabiliyordu—şimdi ne olacaktı?
Beliung bunu yaparsa neler olabileceğini bildiği halde, dizlerinin üzerinde doğruldu. Gözlerini kapattı ve ellerini Angin'e doğru uzattı.
"Aaaaaa—" Angin elleriyle yüzünü kapatırken, birazdan yere yapışacağı gerçeği yüzünden korkuyla çığlık attı.
Fakat tam bu sırada, etrafını saran güçlü ama nazik rüzgarı hissetti. Tereddütle ellerini yüzünden çekmeden önce, "Acaba ölmek böyle bir şey mi?..." diye düşünmekten kendini alamadı.
Ama hayır, ölmemişti.
Ne olduğunu gördüğünde, gözleri şaşkınlıkla irileşti.
Beliung. Bu Beliung'un gücüydü.
Ağabeyi ellerini ona doğru uzatmıştı, yüzünde derin bir acı anlatımı vardı. Gözleri bembeyaz bir ışıkla parlıyordu, kaşları hafifçe çatıktı.
Acıdan dişlerini sıkmış olmasına rağmen, ellerini yavaşça aşağı indirerek, onun güvenli bir şekilde ayaklarını yere basabilmesini sağladı.
...Kolları iki yanına düşerken, yere yığıldı. Vücudu daha fazla dayanamadığı için bayılmıştı.
"A-abang?..." Angin Beliung'un baş ucuna çökerken, haftalardır yaşadığı acıların en büyüğüyle, o gün karşılaşmış oldu.
Beliung zarar gördüğünde ne hissederdi? Öğrenmişti.
Korku ve keder.
Devam edecek...
Sanırım kararımı verdim. Overlapping Storms her Pazar yayınlanacak, Kayıp Fırtına gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder