OVERLAPPİNG STORMS- 9
9: Kan Kırmızı Gül
O sabah hava kapalıydı. Gökyüzü sanki yastaymış gibi, koyu renk bulutlarla kaplanmış, gözyaşlarını bırakmak için hazır durumda bekliyordu.
Ancak o gün Taufan için... İlginç bir gün olacaktı.
"Taufan~ Hadi kalk! Kalk ki seninle dalga geçebileyim, haha."
"Hnnnghh..." Taufan bir şeyler mırıldanarak yüzünü duvara çevirdi ve kendisini uyandırmaya çalışan kişiyi duymazdan geldi. Sakin ve biraz neşeli ses tonu, bu kişinin Beliung olmadığına işaret ediyordu.
Ah, yatak da inadına çok rahattı. Biraz naz yapamaz mıydı?
Yapamadı.
"Haaaah!" Taufan nefesi kesilerek hızla doğrulurken, soğuk suyun burnunu içine girdiğini hissetti. Suratında, tüm kardeşlerinin -hatta ağabeylerinin dahi- görmeye bayıldığı, o çocuksu sızlanma ifadesi belirmişti. "Haaa... Haliiiiii, bu haksızlııık!"
"Ah, kusurumu bağışlayın majesteleri, majesteleri uyumakla meşguldü değil mi?" diye alay etti Halilintar, yatağın tepesinde fazla abartılı bir şekilde eğilerek.
Taufan gözü seğirirken, derin bir nefes aldı. Hayır, bunu yapmamalıydı, Beliung altındaki yatakta uyuyordu. En iyisi Halilintar'a adamakıllı bir yumruk atmalı— aman Allah'ım!
Halilintar dilini çıkardı ve o bunu yapamadan, ranzanın altındaki yatağa kaçtı.
"Halii..." Taufan elini yüzüne yapıştırırken, yaklaşık 52 kilo altında kalan Beliung'un küçük bir iniltiden sonra, homurdandığını duyabiliyordu.
"Amanın!" Halilintar az önce 'yanlışlıkla' üstüne bastığı, ya da... Errr, üstüne oturduğu Beliung'a gergince gülümsedi ve ellerini havaya kaldırırken, hızlıca üstünden çekildi.
Beliung dirseklerinden destek alarak doğrulurken, bakışları bir an olsun ondan ayrılmadı. Taufan'ın tek umduğu şey, ağabeyinin onu sağ bırakması ve kendisini suçlu bulmamasıydı.
Halilintar elleriyle, kendisine boş boş bakan ağabeyine sakin olmasını işaret ederken, adım adım gerilediğini fark bile etmeyerek, gergince kıkırdıyordu. "Şey, ö-özür dilerim A-Abang Bel..."
Beliung bir ona, bir de baş aşağı sarkmış, merak ve endişe karışımı bir ifadeyle kendisini izleyen Taufan'a baktı. "Pfft—ahahaha..." Ve aniden kahkahalara boğuldu.
Bu sessiz -Beliung kahkahalarla, ama sessizce gülüyordu- ve ürkütücü kahkahaları sona erince, ikisine de küçümseyerek baktı. "Ne bakıyorsunuz? Neden korktunuz? Kızmadım işte. Hıhıhıh..."
"Pekala, bence çok sinirli..." diye mırıldandı Taufan deneyimlerine dayanarak ve çekingen hareketlerle yatakta aşağı atlayıp, Halilintar'ı odadan dışarı sürükledi.
Bu küçük dramadan sonra, herkes günlük rutinine geri döndü.
Taufan eğitim kıyafetlerini giymiş ve şapkasını da takmıştı (ıyyy, bu sarı-kahverengi kıyafetleri hala sevmiyordu). Ama yine, tam kahvaltıya ineceği sırada, Beliung onu omzundan yakalayıp odaya geri çekti.
"E-eh?" Taufan şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırırken, Beliung sessizce kapıyı kapattı. Çocuğun biraz korkmuş olduğunu fark etti, fakat yine de ciddiyetini bozmadı. "Dün sana... Söylemeyi unuttuğum bir şey var."
Ha? Beliung bir şeyi mi unutmuştu? Bir şeyi söylemeyi mi unutmuştu?
Yoksa?... Taufan beklentiye kapılıp hayal kırıklığı yaşamak istemiyordu fakat dün gece Voltra'ya anlattığı şey olup olmadığını merak ediyordu. Ne heyecanlı—
"Kıyafetlerinle birlikte ismin de değişecek."
Çok sert vurdu.
"Ha—" Şaşkınlıkla bakakaldı. Hayatının en büyük şokunu dün yaşadığını zannediyordu ama bu ondan da büyük bir şoktu.
Beliug çocuğun şaşkınlığına, hatta alevlenmeye başlayan öfkesine aldırmadan devam etti. "Bundan sonra adın Angin olacak. En azından ben senin, Rüzgar taşıyıcısı olarak yeterince güçlendiğini düşünene kadar. O zaman geldiğinde Taufan adını tekrar alabileceksin."
"Ama—"
"İtiraz istemiyorum Ta—" Beliung duraksadı ve bir an çocuğun kendisininkinden daha koyu mavi olan gözlerine baktı; kendisi bile karıştırırsa bu iş nasıl olacaktı?
Parmaklarını lacivert saçlarına geçirirken, derin bir iç çekti. "Angin. Bu seni ilgilendiren bir mesele değil, nesilden nesile böyle geldi, böyle gidiyor."
"Tabii tabii..." Bence uyduruyorsun ihtiyar. Taufan, affedersiniz, Angin kendi kendine homurdandı ve omuz silkerek merdivenlere yürüyecek oldu. Fakat Beliung bir kez daha omzundan tutarak onu durdurdu ve eğilip kulağına fısıldadı:
"Eğer sızlanıp şikayet edersen neler olacağını biliyorsun..."
Angin'in tüyleri diken diken oldu, yutkundu ve çarçabuk başını sallayıp, ayı çabuklukla aşağı kata kaçtı.
Beliung'un yüzünde samimi bir tebessümle onun arkasından baktığından habersizdi ve yıllar boyunca da haberi olmayacaktı belli ki.
...
"Günaydın, err, Angin." Kahvaltı masasında oturan altı kardeş, aynı anda, aynı tereddütle ona... Angin'e el salladılar. Anlaşılan Beliung ne yapmış etmiş, hepsini yeni isminden haberdar etmişti.
Angin kızardı ve sıkılarak yüzünü çevirdi. Bu isim neden bu kadar... Tuhaf hissettiriyordu?
"Otursana." Gempa gülümseyerek yanındaki sandalyeyi işaret ediyordu.
"Ah, pekala?" Masaya, kendi yerine otururken, kendini küçük hissetmekten bir türlü alamıyordu. Kardeşlerinin hepsi, görkemli, güzel isimler taşıyordu ve beş dakika öncesine kadar o da öyleydi... Şimdi ne değişmişti?
Ah Beliung!
"Hey, bu kadar kafaya takma. Hepiniz bu aşamadan geçtik, hatırlamıyor musun?"
Bunu söyleyen, şaşırtıcı bir biçimde Halilintar'dı. Hafifçe öne eğilmiş, kızıl gözlerinin içi gülerek kendisine bakıyordu. Samimi bir ağabey havası taşıdığına şüphe yoktu.
Ah—bekle, istemeden yüksek sesle mi düşünmüştü?!!
"Ben, bu isim..." Angin beklediğinden daha titrek bir nefes verdi. Ne olduğunu bilmiyordu ama alt dudağının titremeye başladığını hissedebiliyordu. Ağlamamak için dilini ısırırken, bakışlarını kaçırdı.
"Ah, Angin." Gempa anlayışla saçlarını karıştırırken, Halilintar sandalyesinden kalktı... Ve yaklaşıp kollarını dolayarak, kabaca da olsa Angin'i sıktı. Eh, en azından... Denemişti diyebiliriz—ah, ve kıpkırmızı olmuştu.
"Evet, doyduysak artık gevezelik etmeyelim." dedi Crystal yüksek sesle ve ağabeylerin oturduğu masadan kalkıp sevgi dolu bakışlarla kardeşlere döndü. "Siz de öyle, eğitim için hazırlanmalısınız. Bugün farklı bir eşleştirme yapacağız, bu yüzden acele etmenizi tavsiye ederim."
Ne olduğunu kimse anlamadı ama sorgulamadılar da.
...
"İnanamıyorum, farklı eşleştirme bu muydu?!" diye bağırdı Angin, yanaklarını şişirerek. Kollarını kavuşturmuş, somurtarak, kendisine sırıtan Halilintar'a bakıyordu. "Ne gülüyorsun? Sen benden güçlüsün tabi, endişelenmene gerek yok."
"Ah, hayır." diye alay etti Halilintar ancak bir şekilde sesi çok samimi gelmişti— ki, ciddileşen ifadesine bakılırsa öyleydi de. "Rüzgar taşıyıcıları elbette ki daha güçlü olur. Angin, sana yemin ediyorum beni yeneceksin."
"Göreceğiz."
"Woi—" Halilintar ve Angin irkilerek geri çekilirken, ağaçtan yere atlayan ve yüzünü koyu mavi pelerininin kapüşonluyla gizlemiş olan figür ayağa kalktı.
Kapüşonunu açınca onu tanıdılar...
"Abang Bel?!"
Beliung şaşkınlıkla kendisine bakan ikiliye boş boş baktıktan sonra, gözlerini devirdi. "Siz ikiniz. Bana canavarmışım gibi bakmayı bıraksanız iyi olur."
"Ugh..."
"Bana göz devirmeyin." Beliung gözlerini kısarak onları süzdü fakat hemen normale döndü. "Dövüşeceksiniz. Gerekli olan yerlerde size müdahale edeceğim. Birbirinize ciddi, ölümcül zararlar vermedikçe dilediğinizi yapmakta serbestsiniz. Şimdi başlayın."
Angin yutkundu, kararsızlık içerisinde Halilintar'ı süzüyordu. O, kendisinden çok daha güçlüydü. Kibar hareketlere pek yatkın olmayan, yapılı, hatta belki de kaslı denebilecek bir vücut yapısı vardı (Voltra'nın ona yaptırdığı eğitimleri düşünecek olursa, muhtemelen şaşırmasına gerek yoktu). Aralarındaki en koyu tenli kişi olarak, kara kaş kara göz bir esmerdi. Siyah denecek saçlarının üstüne simsiyah, kırmızı şimşek amblemli bir şapka geçirirdi ve genellikle siyah bir kimono ile siyah, bol bir pantolon giyerdi. Sonuçta dövüşçü ve kılıç ustasıydı—
"Hyah!"
Olamaz, dikkati dağılmıştı! Halilintar onu öldürmeyi amaçlıyor olsaydı şimdiye kanlar içerisinde yerde yatıyor olurdu!
"Hnngh—" Korkuyla, kendini korumak için, Halilintar'ı tutmak istercesine elini uzattı. Onun kılıcıyla tek bir hareketle kendisi nakavt etmesini bekledi. Fakat bunun yerine...
"Ha?"
"Ne?" Yukarda, ağaç dallarının arasından onları seyreden Beliung, şaşkınlıkla kaşlarını çattı.
Beliung ve Halilintar'ın şaşkın tepkileri üzerine, Angin korkarak da olsa gözlerini açtı ve o da şaşkınlık içerisinde kaldı. Halilintar'ın kılıcını tam da ona vuracağı pozisyondaydı ama... Hafif mavimsi ışıltılı bir rüzgar, kılıcı engelliyor, kendisini koruyordu.
Tabii bu aynı zamanda güç kullanımı demekti.
Angin ellerini indirerek kalkanı yok ederken, tüyler ürpertici bir his içini titretti. Kendini daha yorgun, daha hasta hissediyordu.
"Pekala, serbest eğitimle devam edin." dedi Beliung, ciddiyetini bozmadan. Hiçbir heyecan belirtisi göstermemiş, Angin'i tebrik etmemişti. Yalnızca tam omuzları aynı hizadayken durdu ve neredeyse fısıltıyla, "Bu Rüzgar Kalkanı." dedi. "Onu çağırmak istediğinde ismini söylemen yeterli. Anemóth, onun adı bu. Çağırdığın zaman seni koruyacaktır." Ve gitti.
Angin'le Halilintar dövüşmeye devam ettiler. Genel olarak gerçekten de Angin kazanıyordu. Küçük rüzgar kürelerini Halilintar'a fırlatıyor, daha önce herhangi bir Rüzgar Taşıyıcısıyla eğitim yapmamış çocuğun çaresizce bir o yana bir bu yana eğilip kıvrılmasını fakat kaçınamayışını, kahkahalarla izliyordu.
Nitekim enerjisinin tükendiğini de bu yüzden fark etmedi.
Bir rüzgar küresi daha oluşturmaya hazırlanırken, daha önceki gibi, tüm kasları kasıldı. Elektrik çarpmışçasına titredikten sonra, sendeledi.
Halilintar yeni bir atağa hazırlanırken, onu bu şekilde görünce elindeki tahta kılıç gürültülü bir sesle yere düştü. "Ta-Taufan!" İleri atıldı ve yere düşmeden önce erkek kardeşini yakaladı.
Angin'in gözleri hafifçe aralandı ve güçlükle, "B-bana... Angin demelisin..." diye fısıldadı.
"Taufan, Angin, her neyse işte! Neyin var?!" diye bağırdı Halilintar çaresiz bir öfkeyle, bembeyaz kesilmişti. Endişesi, öfkesini de tetikliyordu belli ki.
"Gücüm... enerjimi... Beden enerjimi dönüştürerek ortaya çıkabiliyor... Ama enerjimi... istikrarsız bir şekilde... tüketiyor..." diye açıkladı Angin, neredeyse bir hayaletin fısıltısını andıran bir sesle. Sonra aniden tüm bedeni kasılırken, sayıklarcasına, "Hali, su..." diye inledi.
Bereket versin Beliung, Angin'in mavi renkli orta boy matarasını yakınlardaki bir ağacın altına bırakmıştı.
Halilintar Angin'in titreyen minyon bedenini sıkıca kucakladı ve ağacın altına taşıdı. Ona su vermek için matarayı aldığındaysa, üzerinde asılı olan küçük zarfı fark etti.
"Beliung'tan, Halilintar'a." diye başlıyordu. "Eminim Taufan, ah, yanlış yazdığını fark etmeyen yazar sorunsalı Angin bayılmak üzere ve su istiyor değil mi? Bunu daha önce yaşadı ama size söylemedim. Rüzgar güçlerini çok fazla kullanması durumunda, daha önceki Rüzgar taşıyıcılarının da yaşadığı bu semptomlar ortaya çıkıyor. Yapman gereken şey ona su vermek ve belki biraz... gevezelik etmek. Dikkatini dağıt ve gevşeyebilmesi için -çünkü bedeni kasılıyor- omuzlarına ve köprücük kemiklerine parmak uçlarınla baskı uygula. İyi gelecektir."
Halilintar Beliung'un dediği gibi, Angin'e su verdi, saçma sapan şeyler hakkında gevezelik etti ve bu sırada da omuzlarına masaj yaptı. Küçük Rüzgar Taşıyıcısı gerçekten de rahatlamış görünüyordu.
"Hali..."
"Hmm?" Halilintar şaşkınlıkla başını kucağına koymuş, hala dinlenen kardeşine baktı.
Angin bakışlarını kaçırırken, tereddüt içerisinde yanağının içini ısırdı. Acaba Halilintar'a söylemeli miydi?...
"Sence Abang Bel benden... Bizden bir şey mi saklıyor?"
Halilintar bir an duraksadı -bunu düşündüğü zamanlar olmuştu- ve düşündü. Sonra Angin'e baktı ve kıkırdayarak saçlarını karıştırdı. "Bunu bilseydim emin ol, senin yanında bu kadar rahat davranamazdım. Sır saklama konusunda iyi değilimdir. Mutlaka kendimi sezdiririm."
"Doğru, hehe..."
Bir süre sessizce durdular ve ağaçların hışırtısını, bazı egzotik böceklerin ve kuşların sesini dinlediler.
Küçük ve hızlı bir şeyin sesini duydular. Hani ok atıldığında 'fiyuh' diye bir ses çıkarır ya, onun gibi ama çok daha sessiz bir şey.
"O da neydi?" Halilintar şaşkınlıkla Angin'e, Angin de şaşkınlıkla ona baktı.
Bir, iki, üç...
Bağdaş kurarak oturan Halilintar'ın gözleri irileşti ve elini göğsüne bastırırken, neredeyse yere yığıldı. Tamamen yıkılmamak için ellerinden destek alıyordu. Yüzünde derin bir acı anlatımı belirmiş, inlememek için dişlerini sıkmıştı.
"Hali, ne, ne—" Angin şoktan kekelemeye başladı, ancak doğru düzgün bir cümle bile kuramadan, dudakları titremeye başlamıştı (drama kardeşim).
Halilintar dehşete kapılmış görünüyordu, ciddiyeti yok olmuştu. Göğsüne bastırdığı elini çekip baktığında, sıcak ve kaygan, kırmızı renkli sıvının parmaklarına bulaşmış olduğunu gördü.
Başını kaldırdı ve Angin'in o zamana kadar gördüğü en acı dolu bakışı attı. "Ben... Ben sanırım... Vurulmuşum... Ama... Ne zaman..."
Sözünün devamını getiremeden, acıyla inledi ve öksürdü. Dayanmaya, uyanık kalmaya çalışsa da, daha fazla dayanamayarak bilincini kaybetti.
Angin'se, gözlerinde boş bir bakışla durmuş, öylece bakakalmıştı.
"Abang... Abang Hali?..."
Devam Edecek...
Y.n: Ehem, bu çok mu baharatlıydı? 🙄
Sorular ve diğerleri için: mercantasarim11@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder