POİSON NOİR- BÖLÜM 3 (REWRİTE)
Bölüm 3: Sır
"Hey, çocuk."
Yüzü gölgede olan, sadece simsiyah kıyafetleri görünen bir kadın yaklaştı ve görünürdeki tek şey olan bembeyaz ellerini ona doğru uzattı.
Halilintar dehşet içerisinde geriye doğru sendeledi ancak kadın onu düşmeden önce, bileğinden yakalamıştı. Bu, desenlerin yayıldığı, sağ eliydi.
Kadın, elinin tersiyle ağzını kapatırken, kıkırdadı. "Hmm... Demek yayılıyor..."
O çarpık, çılgın kahkahalar atmaya başlarken, Halilintar belki korkudan, belki de kadının dokunuşu yüzünden şiddetle titriyordu. Kadın görüşünden silinirken, dizleri üzerine çöktü. Daha fazla dayanamayacaktı, hayır—
"Huh—" Halilintar önünde beliren aynadaki yansımayla göz göze kalınca, irkildi ve hala diz çökmüş olduğu halde, geri çekilmeye çalıştı.
Yansıma ise kıpırdamamıştı. O zaman o, onun yansıması değildi, bu... özel bir aynaydı ve bu da—
Yansıma ağzını açtı ve sakince konuştu.
"Benden korkma."
Halilintar dizlerini göğsüne çekti ve çenesini dizlerine yaslarken, Yansımaya tereddütlü bir bakış attı. "Senden kaçmak için yeterince sebebim varsa peki?"
Yansıma durdu. Bakışları ağır bir duyguyla yoğunlaşırken, desenlerle kaplı ellerine baktı ve ellerini yumruk yaptı. Ve duruşunu dikleştirip soğukça ona baktı. "Senden daha kötü durumdayım."
"Sen benim gelecekteki halimsin." diye soğukça ekledi Halilintar, biraz küçümseyerek.
"Yani eninde sonunda bu sona ulaşacaksın." dedi Yansıma yavaşça. Halilintar'ın onu küçümsediğini farkındaydı ve biraz... hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu. "Ne yaşadığımı bilmiyorsun. Acı çekeceksin."
"Umurumda değil. Buna engel olabilirim." diye tısladı Halilintar, yumruklarını sıkarken. Ayağa kalktı ve parmağını sakinliğini koruyan Yansımaya doğrulttu. "Senin yaptığın hataları yapmadığımdan emin olacağım."
"Ben senim ve sen de bensin." dedi Yansıma sakince. "Bunu nasıl yaptığımı da -geçmişteki halimle nasıl konuştuğumu da- keşfedeceksin. Ama o zaman çok geç olacak ve bu gururun sana bir faydası olmayacak."
Ve aynadaki görüntüsü yok olmadan önce, son kez ona uzun uzun baktı. İncecik, siyah desenler tüm bedenine yayılmıştı, artık yırtık pırtık olmuş kıyafetlerinin arasından görülüyorlardı. Desenler iki kaşının ortasında yayılmayı bırakmıştı, gözlerinin etrafındaki damarlara yayılmış ve durmuşlardı.
Manzara içler acısıydı ve Halilintar tam daha fazla bakamayacağını düşünürken, Yansıma yok oldu.
Bunun yerine...
"Hali..."
Artık silik bir anıdan ibaret olan ses kulaklarında yankılanınca, Halilintar'ın alt dudağı, istemsizce titremeye başladı. "A...anne?"
"Ah bebeğim, sana ne oldu böyle?" Aynanın içindeki annesi bir adım atarak, aynadan dışarı çıktı ve ürkerek geri çekilen Halilintar'ın elini tutup inceledi. "Demek senin de... Ah canım..."
Hala onunla konuştuğuna inanamayan Halilintar'ı kendine çekip, göğsüne bastırırken, gözyaşları sessizce süzülüyordu. Halilintar dikkat ettiğinde, annesinin ellerinde de siyah, ince desenler olduğunu gördü. "Sen de mi?..."
"Petir, bu oyuna kanmamalısın. Ölmek zorunda değilsin ama—"
Ancak aniden, kadın şiddetle titredi ve bilinçsiz bir şekilde yere düştü.
"Anne!" Halilintar panikle bağırırken, daha önceki sadistik kahkaha tekrar duyuldu. "Mhmhm... Hıhıhı... Ahahahaha, hiçbiriniz elimden kurtulamazsınız! Ama ben hepinizden kurtulacağım!"
"Ben, ne—" Halilintar ne olduğunu anlayamadan, bir şok vuruşu aldı ve titreyerek, annesinin yanına düştü.
...
"Hah?!" Halilintar nefes nefese doğrulurken, neredeyse çığlık atıyordu. Titreyen parmaklarıyla yüzüne dokundu; yüzü ıslaktı. Uykusunda ağlamıştı...
Avuçlarıyla gözlerine bastırırken, engelleyemediği bir hıçkırık daha ağzından kaçtı.
"Hey, iyisin... Sadece bir kabustu..."
"A-ah?" Halilintar bu çöküş anında onu yakalamayı başaranın kim olduğunu merak etti. Başını kaldırdı ve gözlerini kırpıştırarak, yatağının yanındaki bulanık silueti tanımaya çalıştı. Karanlıkta hiç belli olmamasına rağmen, erkek kardeşlerinden olmadığını anlayabilmişti. Gözleri şaşkınlıkla irileşmişti. "Iman?..."
Iman Halilintar'ın kucağında yumruk yapmış olduğu ellerinden birini sıkarken, başını salladı. Ne olduğunu sormadı, ya da anlatması için baskı yapmadı. Sadece sıkıca -o kadar sıkmıştı ki, tırnakları avucuna batmıştı- yumruk yaptığı elini gevşetti ve kendi elleri arasında tuttu.
Sessiz bir teselli yöntemi, diye düşündü Halilintar, onun varlığının kendisini rahatlattığını inkar etmeden. Beni gerçekten iyi tanıyor.
"Ne olduğunu bilmiyorum, anlamıyorum..." dedi Halilintar birdenbire, kendisi bile konuştuğuna şaşırmıştı. Anlatmak istemiş miydi, yoksa ağzından öylece dökülüvermiş miydi bilmiyordu. "Annemi gördüm ve... Ve o... O da benim gibi... Benim gibiydi ve..."
Gözleri yanmaya başlarken, sustu.
Iman hala avuçları arasında tuttuğu elini sıkarken, başını hafifçe iki yana salladı. "Anlatmanı beklemiyorum. Bunu yapamayacağın açıkça belli Lin."
Halilintar gözlerini silmeye uğraşırken, bıkkınlıkla karışık bir duyguyla, titrek bir nefes verdi. "Ağlamak istemiyorum..."
"Bunu yapmanı zaten istemem, bu beni de üzer. Ama ihtiyacın var." diye fısıldadı Iman sakince, kardeşinin saçlarını okşamak için elini kaldırdı ancak Halilintar huysuz bir tavırla elini itti. "İstemiyorum. Hiçbirini."
"Ne ağlamak istiyorsun ne de benim üzülmemi öyle mi?" diye sordu Iman, sinsice bir bakışla ve bu bakış Halilintar'ı çıldırtmaya yetti. "Hiç de değil! Iman, git, acımla tek başıma başa çıkabilirim."
"Eminim öyledir beyefendi." dedi Iman, fazlasıyla kibar bir şekilde Halilintar'ın elini bırakarak. Ayağa kalkıp elini beline yasladı fakat onaylamaz bir şekilde başını iki yana sallamasına rağmen, sessizce kıkırdıyordu. "Hadi Hali... Ağladığını duyabiliyorum."
"İşte bu yüzden yalnız kalmak istiyorum..." diye mırıldandı Halilintar bunalmış bir ifadeyle başını çevirirken. Ama bunu söylerken, Iman'ın yüzünde beliren acıma ve şefkat anlatımını görmemişti.
"Bak, ne yapalım biliyor musun?..." dedi Iman, bu sefer iyice yakınına, yatağına otururken, az öncekinden daha da yumuşak bir sesle. "Yanında bekleyeceğim. Sen uyumaya devam et."
"Hayır, bunu kabul edemem!" diye karşı çıktı Halilintar, sinirden neredeyse bağıracaktı -ki bu tüm kardeşlere endişe davetiyesi göndermekle aynı şeydi-. "Abla, sen aklını mı kaçırdın? Ben bebek değilim—"
"Bu konu tartışmaya açık değil." dedi Iman umursamazca elini sallayarak. Ve Halilintar bir kez daha itiraz etmeden, sesini kesti. Iman'ın sözü gerçekten de geçiyordu ve bunu Halilintar bile inkar edemezdi.
"...Gitmeyeceksin...değil mi?" diye sordu Halilintar hafifçe homurdanarak, ona sırtını dönerken. Ablasının kıs kıs güldüğünün farkındaydı ama bir güvence almalıydı.
"Sonsuza kadar söz veriyorum canım." dedi Iman dramatik bir şekilde elini göğsüne bastırıp, gülümseyerek.
Halilintar öfkeyle homurdandı ve kıkır kıkır gülen Iman'a bir yumruk attı (aaa, vurmamıştı bile, ne sevimli).
...
"Güllerin dibindeki Saklı Taşı bul, üzerine Kanı ve Gözyaşını dök, Taşı titret ve Ormanın Kalbine bırak... Dalga mı geçiyor bu???"
Solar sinirle iç çekerek, parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Günlerdir kardeşini kurtarabilecek bir ilacı bulmaya çalışıyordu ve ulaşabildiği tek şey, çocuk masalından farksız bu bilmeceydi.
Şakağını ovuştururken, kuşkulu bir şekilde kaşlarını çattı. "Sanki bu bilmece bir şeyi anlatıyor—"
"Gerçekten çok tuhaf."
"Gah!" Solar irkildi ve sandalyesinden düşmemek için masaya son anda tutunabildi. Kayan vizörünü düzeltti ve öfkeyle, başında dikilen ateş kafalı kardeşine baktı. "Blaze! Beni korkutmayı kes!"
"Seni korkutmak için yapmadım." dedi Blaze, sesinde hafif bir alaycılık sezilse de, şaka yapıyor gibi görünmüyordu. "Bu bilmece dalga geçiyor, sana söyleyeyim. O Kanı ve Gözyaşını nerede bulacaksın ki? Doğru kanın ve gözyaşının hangisi olduğunu nereden bileceksin?"
"Biraz yarım akıllı olduğunu kabul etmelisin." diye mırıldandı Solar, ateş elementinin suratını asmasına aldırmadan. "Kan elbette her türlü bulunabilecek ve üzerinde deneme yapılabilecek bir şey. Gözyaşı da içten gelerek dökülen gözyaşı."
"Ama bu, tüm bunların çok saçma olduğu gerçeğini hala değiştirmiyor." diye diretti Blaze inatla. "Bunların hepsini yapsak bile o Pikachu'nun iyileşeceğini sanmıyorum. Bence acı çekmeseydi, bunun saçma olduğu konusunda benimle aynı fikirde olurdu."
"Karamsar olmayı keser misin?! Onun buna ihtiyacı yok!"
"Bir hastalık yüzünden çöküyor!... O güçlü olmalıydı."
Blaze bir an durdu, öfkeyle soluyordu fakat sesini fazla yükselttiğini fark etmişti.
Solar bir an ateşli yedizinin ağladığını düşündü, fakat hemen vazgeçti. Bu Blaze'di, böyle bir olasılık düşünülemezdi.
"Ben—"
"Bu kadar gevezelik yeter." Solar kardeşinin özür dileme girişimini görmezden gelerek, vizörünü çıkardı ve masanın üzerine bıraktı. "Bulduklarımı diğerleriyle paylaşmam gerekiyor."
...
"İyisin değil mi? Parmakların hala acıyor mu?"
"Ah, Gem, yeter ama." diye yakındı Halilintar, fakat sesi öfkeli olmaktan çok uzaktı. Hatta o kadar komiğine gitmişti ki, neredeyse içtiği suyu püskürtecekti. "Endişelenme ve yemek yapmaya devam et. Bu kadar sormayı da bırak."
"Verileri okuduktan sonra endişelenmemesi imkansız." dedi Solar sırıtarak, onun karşısındaki sandalyeye otururken. En büyüğünün kendisine attığı bakışları görmezden gelerek, gözlerini devirdi.
"Kavga etmeyi kesin. Bilmeceyi çözmeye odaklanmalıyız."
Halilintar gülümseyerek onları dinlerken (WOOOİ GÜLÜMSÜYOR KARDEŞİİM), içinden bir fısıltının, Gempa'nın sözünü tamamladığını hissetti.
"Yakında kavga edecek bir kardeşiniz olmayacak..."
Devam edecek...
Sonu bilenler çenelerini kapatsınlar. Yoksa zorla sustururum.
Yorumlar
Yorum Gönder