BEHİND THE CAGES
Bu Ao3'teki bir hikaye için yazdığım hediye. Hikayenin bağlantısını aşağıya bırakacağım. Normal hikayeye göre daha farklı, çünkü blogumda hiç Yaya, Ying, Fang ve Gopal'den bahsetmedim. Bu yüzden onları değil, yedizleri göreceksiniz.
Olay örgüsünü fazla anlatamayacağım, çünkü hayran teorisi kısmına geçmek zorundayım. Ama uyarayım: intihar düşünceleri (ve tabii intihar), yani buna ne denir bilmiyorum ama kaçırma, zorla alıkoyma, takıntılı ve saplantılı karakterler diyebilirim sanırım.
Behind The Cages:
Boboiboy, 14 yaşındaki bir çocuk ne kadar mutlu olabilirse, o kadar mutlu olan bir çocuktu. Okulu vardı, arkadaşları vardı, Tok Aba vardı... Daha ne isteyebilirdi ki?
Yedizler, onun ilkokuldan beri arkadaşıydı. Yedizler, yani Halilintar, Taufan, Gempa, Blaze, Ais, Duri ve Solar.
Elbette ilk tanıştıklarından bu yana çok zaman geçmiş, hepsi değişmişti. Ama sonuç olarak hala arkadaşlardı, hatta Boboiboy'un asla sahip olamadığı kardeşlere dönüşmüş gibiydiler.
Liseye geçene kadar arkadaşlıkları kusursuz bir şekilde gelişti.
Lisede, yeni okullarındaki ilk günlerinde, beklenmedik bir şey oldu. Boboiboy okul koridorlarında yürürken, yedizlere, birer kopyası denebilecek kadar benzeyen yedi gençle karşılaştı. Tek farkları, daha... olağanüstü, daha... kusursuz görünmeleriydi. Ayrıca hepsi okuldan alakasız kişiler gibi görünüyordu.
Boboiboy o gün onların misafir olduğunu düşünse de, yanıldığını anladı. O gün olmasa da, okulun ilerleyen günlerinde onlarla tanışma fırsatı buldu.
Tesadüfe bakın ki, bu yedi genç de kardeşti—yedizler. İki grup yedizin, birbirlerine nasıl bakışlar attığını sormayın bile.
Zaman içerisinde yakınlaştılar, hatta o kadar yakınlaştılar ki, bu yeni grup, Boboiboy'la daha fazla ilgilenir oldu. Onu hakkında her şeyi bilmek istiyor gibiydiler.
Yedizler -Boboiboy'un kardeş gibi benimsediği ilkokul arkadaşları- kıskançlık hissetmeseler de, garipsediler. Bu yedi gencin Boboiboy'un etrafında pervane gibi dönmesinden rahatsız değillerdi, fakat anlam veremiyorlardı. Bu... Sıra dışı bir arkadaşlıktı. Zaten okuldaki diğer öğrencilerin sık sık onlar hakkında fısıldaştığını duymuşlardı.
Sonra o korkunç gün geldi.
Boboiboy herhangi bir sebepten ötürü, okulda yalnız kaldığında, diğer yedi genç -Voltra, Beliung, Kristal, Nova, Blizzard, Rimba ve Gamma-, planlarını uygulamaya koyuldular.
Her şeyden habersiz olan Boboiboy, onlarla karşılaşınca eve yalnız dönmeyeceğini düşünüp sevindi, fakat onların planı apayrıydı. Kibar, ama zehirli bir gülümsemeyle onu çağırdıklarında, işin içinde bir iş olduğunu anladı ve içgüdülerine kulak vererek kaçtı. Ama nereye gidebilirdi ki?...
Korkunç kuklalık hayatı böyle başladı.
Kaçmaya çalıştı, isyan etti, karşı çıktı, ağladı, çok ağladı... Ama yapabileceği bir şey var mıydı? Hiç.
Günlerce uykusunda evini, arkadaşlarını, mahallesini sayıkladı. Öylesine incinmişti ki, yedi gence bir daha asla ismiyle hitap etmedi. Sanki duvarla veya cansız bir nesneyle konuşuyormuş gibi, onlarla konuşurken duygusuz bir ses tonu takındı.
Ancak bunlar ona hiçbir şey kazandırmadı. Hiçbir şey. Hem ne zamana kadar duygudan yoksunmuş gibi davranabilirdi ki? O da her insan gibi duygularla doluydu. İncinmişti, hayal kırıklığına uğramıştı, bir yandan özlüyordu... Herkes onu merak etmiş, onun için endişelenmiş olmalıydı.
Ama bu aptallar, evin, yuvanın, sevdiği eşyalardan ibaret olduğunu zannediyorlardı. Sevginin, istediği her şeyi vererek hissettirilebileceğini zannediyorlardı.
Hepsi, sevginin s'sini bile anlamayan duygusuz birer yaratıklardı! Saplantı derecesindeki sevgilerinin, hatta sevgiden öte o duygularının kendisine zarar verdiğini göremiyorlar mıydı?
Bunu söylemişti. İlk geldiği zamanlarda onları aşağılamış, küçümsemiş, görmezden gelmiş, onun için hazırlanmış kusursuz ama steril hissettiren odayı defalarca mahvetmişti.
Her seferinde o zehirli nezaketleriyle, 'bizi hayal kırıklığına uğrattın' konuşmalarını yapar ve Boboiboy'un duymaktan nefret ettiği o söyleve başlarlardı.
"Bu senin iyiliğin için, dünya senin için zararlı, sen çok narin bir insansın, dışarıda kalırsan yaşayamazsın, ölürsün... Bunu yaptığımız için bize minnettar olmalısın."
"Kahretsin, yaşamak istiyorum!" diye bağırmak istiyordu. "Her insan gibi hayatın zorluklarıyla başa çıkmak, çabalamak istiyorum. Düşmek, bocalamak, hatta yaralanmak ve kendi yaramı tedavi etmek istiyorum. Yoksulluğu bir kez olsun tenimde hissetmek istiyorum!"
Ama yapabileceği bir şey var mıydı? Hiç. Onların dediklerine karşı çıkabilecek cesarete sahip miydi? Hayır. Aklı başında hiçbir insan, Voltra'nın yıldırım kılıcıyla doğranarak, Beliung'un rüzgarı tarafından sıkılarak veya Nova'nın ateşinde yakılarak ölmek istemezdi.
O da istemiyordu ama ölmek istemediği için değil, onların elinde ölmek istemediği için. Ayrıca yüksek ihtimalle onu öldürmez, o acıyı sadece aklını başına toplamasına yetecek kadar tattırırlardı.
Boboiboy dayandı, dayandı, dayandı... Yıllarca sabretti. Onların istediği kadar yedi, istedikleri kadar içti, istedikleri gibi giyindi, istedikleri kadar uyudu, istediklerini yaptı... Ama sonunda canına tak etti.
Tam 20 yaşına basmıştı. Muhtemelen çocukluğunda geride bırakmak zorunda kaldığı şeylerin hiçbiri aynı değildi ve zaten Boboiboy'un da orayı görebilme gibi bir umudu yoktu. Sadece bu yedi psikopatın aklını başına getirmek istiyordu.
Basitti, ama biraz cesaret istiyordu.
Akşam olup, odasına çekildiğinde -odasına hapsedildiğinde mi demeliydim yoksa?- kitaplıktaki raflardan birinde duran kağıt destesinden 9 tane kağıt aldı ve yazmaya başladı.
Hepsini bitirmesi biraz zamanını aldı, fakat nezaket kurallarını düşünerek yazdığı 1 tanesi dışında hepsi, saf, katışıksız duygularından oluşuyordu. Bu yüzden onların üzerinde doğru düzgün uğraşmamıştı bile. Uğraştıysa da, olabildiğince sert, kırıcı ve incitici olması içindi.
Geriye tek bir şey kalıyordu: yapmak.
Odasında keskin bir şey bulamaması çok üzücüydü. Bir an önce bu işi halletmeli ve son vermeliydi.
Odayı tekrar taradı, ancak bir tanecik olsun sivri veya keskin bir şey yoktu (acaba kasıtlı olarak mı böyle yapmışlardı).
Aaa... Ama sivri olabilecek bir şey vardı değil mi? Ayna.
Eline aldığı ağır bir bibloyu aynaya fırlattığında, ayna parçalarına ayrıldı. Yere düşen keskin bir parçayı eline aldı. Gözleri bir an hüzünle parladı.
"Tok Aba, Ochobot, arkadaşlarım... Bu sizin için..."
Bir süre sonra ölmüş olacaktı, biliyordu. Ama o kadar ferahlamış hissediyordu ki, tarif edilemez. Sonunda kendi isteğiyle bir şey yapıyordu ve bu sayede kurtulacaktı—sonsuza kadar. İşte şimdi, onlar düşünsündü.
...
"Oboi! Oo, Oboi! Kalkma vakti."
Kristal kapıyı tekrar çalarken, gözleri kısılmıştı. Boboiboy'un şimdiye kapıyı açmış olması gerekirdi. Yine ne haltlar karıştırıyordu acaba?...
Ağzından öfkeli ama sakin kalmaya çalışan bir iç çekiş kaçtı ve kapı koluna uzanıp çekti.
Fakat kapı açılmadı. Kilitlenmişti.
Kristal'in yüzündeki, parçalanmaya yüz tutmuş gülümseme yok oldu. Bu da fazlaydı artık! Boboiboy ne hakla cevap vermez, bir de üstüne kapısını kilitli bırakırdı?!
Saatine dokundu ve en büyük genci aradı.
"Ne var?"
"Cevap vermiyor ve odasının kapısı kilitli." dedi Kristal zehirli bir gülümsemeyle, kelimeleri yavaşça vurgulayarak.
Karşı tarafta bir sessizlik oluştu. Ardından Voltra'nın sesi duyuldu—öfkeli bir iç çekiş. "Bekle. Geliyorum."
Kapıyı açabilseler de, hiçbir sonuç elde edemeyeceklerini bilmiyorlardı.
Voltra geldiğinde, hiçbir şey söylemeden elindeki yedek anahtarı Kristal'e fırlattı.
Kristal muzaffer bir ifadeyle, anahtarı yuvaya soktu ve çevirdi. Ancak kapıdan içeri adım atar atmaz, iki genç de durdu.
"Ah... hayır." dedi Kristal, sahte bir kederle elini alnına yaslayarak. Sonra ciddileşti ve Boboiboy'un cesedini kontrol eden Voltra'ya kaşını kaldırdı. "Yaşıyor mu?"
Voltra'nın gözleri kısıldı ve sessizce bir şeyler mırıldandı. Ayağa kalktı ve gözleri cesetten ayrılmadan, dişlerinin arasından, "Ölmüş." dedi. "Hem de öleli epey olmuş. Anlaşılan bunu gece yapmış."
"Diğerleri onun öldüğünü duyunca çok üzülecek." dedi Kristal, yine sahte bir kederle dudaklarını büzerek. "Bebeğimize canımız gibi baktık, hatta evden bile çıkarmadık, niye? Zarar görmesin, incinmesin diye. O ise, kendisi canına kıydı."
"Bunu tartışmanın zamanı değil, diğerlerini çağırmalıyız." dedi Voltra sakince, fakat o an onunla göz göze gelen biri taş kesilebilirdi. Bakışları yoğun, karanlık bir öfkeyle doluydu.
Az sonra yedi genç, Boboiboy'un cesedinin başında toplanmıştı.
İlk konuşan Nova oldu.
"Bunu yaptığına inanamıyorum." dedi dişlerini sıkarak, yumruklarını o kadar sıkmıştı ki, tırnakları avuçlarına batmıştı.
"Nasıl, nasıl bunu yapabildi? Biz ona değer veriyorduk, onu sevmiştik..." diye fısıldadı Beliung, yüzünde öfkeyle karışık yoğun bir hüzün anlatımı vardı. Ama birini kaybetmiş bir kişinin yasına değil, oyuncağını kaybetmiş çocuğunkine benzer bir hüzündü bu.
Rimba yüzünü Gamma'nın omzuna gömmüş, hıçkırarak ağlayabiliyordu sadece.
Blizzard, Gamma ve diğer ikisi sessizdi ama bakışları çok şey anlatıyordu.
Neden sonra, Voltra yavaşça söze girdi. "Bir şey buldum... Sehpanın üzerinde."
"Nedir?"
Voltra hepsinin talepkar bakışlarını görmezden gelerek, bir zamanlar birine ait olan yatağa oturdu ve onlara da aynısını yapmalarını işaret etti.
Geniş yatağın üstünde bir halka oluşturdular.
Voltra hepsine tek tek baktıktan sonra, cebinden tam 9 tane zarf çıkardı ve ortaya bıraktı. "Bunları... Bize yazmış olmalı."
"Ah... Demek bize açıklama yapacak kadar düşünceliymiş." dedi Beliung, kaşlarını kaldırarak fakat ses tonu memnuniyet değil, soğukluk içeriyordu. "Peki hepimize ayrı ayrı mı mektup yazmış?"
"Mektuplar... Mektupların üzerine isim yazılı olmalı." dedi Blizzard kısaca.
"Ama burada dokuz tane zarf var. Onlar kimin için?"
"Bakmadan bilemeyiz." dedi Kristal, o zamana kadar sessiz kalmıştı. Yavaşça, tereddütle elini uzattı ve zarflardan bir tanesini aldı. Çevirip baktığında, kırmızı kalemle yazılmış 'Nova'yı gördü.
Açma zahmetine bile katlanmadan, zarfı Nova'ya fırlattı. "Bu senin için."
Sırayla zarfların hepsi, sahiplerine ulaştı, iki tanesi hariç. 'Herkes İçin' ve 'Gerçek Evimdekilere ve Gerçek Kardeşlerime'.
"Gerçek evi olarak bizden bahsetmiş olamaz." dedi Voltra sertçe; her şeye rağmen bu gerçek hayal kırıklığına neden olmuştu. "Hiçbir zaman burayı evi olarak görmedi ve bize 'kardeşim' dediğini de duymuş değiliz."
"Ama Boboiboy'un kardeşi yok." diye fısıldadı Rimba, sonunda ağlamayı bırakabilmişti. "Kardeşleri olarak kimden bahsediyor?"
Kristal elindeki zarfı hafifçe buruşturdu. "Mektupta... yazıyor olmalı."
Bunun üzerinde 'Herkes İçin' yazan mektupla başladılar.
"Eminim neden bunu yaptığım sorusu hepinizin aklını kurcalıyordur. Eğer gerçekten, bir gram olsun vicdana sahip olsaydınız, bu sorunun cevabını söylemem gerekmez, kendiniz bulabilirdiniz.
Ama sizde ne vicdan, ne de sağlıklı bir zihniyet var. Kendinizce 'tehlikeli bir dünya' uydurmuşsunuz, akıl ve mantıktan uzak saplantınıza mantıklı bahane bulmaya çalışıyorsunuz. Bana saplantılı olduğunuzu fark etmediniz mi? Benimle vakit geçiren herkesi kıskandığınızı, ya da beni aslında sadece bir oyuncaktan ibaret gördüğünüzü gerçekten anlamadınız mı?
Siz ne isterseniz onu yapıyordum, bunun dışında bir şey yapmaya kalkıştığımda beni tehdit etmiyor muydunuz? Bana değil, kendinize karşı dürüst olun, bunu gerçekten beni korumak istediğiniz için mi yaptınız? Öyleyse beni böyle mi koruyorsunuz? Seçim özgürlüğünü, iradesini, yani açıkça tüm özgürlüğünü elinden alıp altın bir kafese tıkarak mı?
Buna beş yaşındaki çocuklar bile güler. Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş. Sizse beni olduğu gibi vatanımdan, yuvamdan koparıp buraya getirmekle kalmadınız, bir de benim buraya ait hissetmemi sağlamaya çalışıyorsunuz.
Odamın tamamını, tüm detaylarına kadar ezberleyip bir kopyasını oluşturuyorsunuz ve sonra teşekkür etmediğim için hayal kırıklığına uğruyorsunuz! Sizin gibi duygusuz yaratıklar aile ve yuva kavramını elbette bilemez. Kişinin ailesi, sevdiği kişilerdir, her istediğini verip özgürlüğünü alan kişiler değil. Beni hapsedene kadar arkadaşlarımdınız, ailemdiniz... Şimdiyse sadece bir hiçsiniz. Bir hiç.
Canıma kıydığım için üzüldüğümü düşünüyorsanız, size incitici bir gerçek: sizden kurtulduğum için çok mutluyum.
Eminim mektuplardan birinde yazan 'Gerçek Evimdekilere ve Gerçek Kardeşlerime' başlığı kafanızı karıştırmıştır. Daha fazla düşünmenize gerek yok, o mektubu Tok Aba'ya verin—tabii hala yaşıyorsa...
Vermeyecek misiniz? Öyleyse siz sevginin s'sini bile bilmeyen aptal ve bencil yaratıklarsınız.
Bir zamanlar arkadaşınız olan Boboiboy'dan."
Rimba tekrar ağlamaya başlarken, diğerleri sessizce birbirlerine bakıyorlardı. Hepsinin aklından aynı şey geçiyordu.
"Zavallı Oboi... O kadar narin, o kadar narin ki..."
Aynı zamanda öfkelilerdi tabii. Boboiboy nasıl bunu yapmaya cesaret ederdi? Onca çabalarına, onca emeklerine rağmen, canına kıymıştı. Onlar onu korumaya çalışırken, Boboiboy küstahça onları reddetmiş ve kendi eliyle hayatına son vermişti.
"Diğer mektuplara da bakalım." dedi Kristal kısaca—gözlerinde keskin bir bakış vardı.
Odada kağıt hışırtıları duyuldu.
Beklediklerinin aksine, Boboiboy onlara kısa, çok kısa mektuplar yazmıştı.
"Voltra.
Sana son kez böyle hitap ediyorum. Fark ettin mi bilmiyorum ama size asla adınızla hitap etmedim. Sana ve diğerlerine asla saygı duymadığımı bil. Yıldırımlarından korktuğumu mu sanıyorsun? Hayır, korkmadım. Sadece sizin elinizde bir kukla gibi acı çekmek veya ölmek istemiyordum.
Beni düşmanım öldüreceğine, ölümümün kendi elimden olmasını tercih ederim."
"Beliung.
Ne o, üzgün müsün seni canavar kelebek? Yoksa öfkeli misin? İstediğini yapabilirsin, cesedimi çiğneyebilirsin, umurumda bile değil. Seni neşeli ve kaygısız biliyordum, hatta Mavi Morpho'ya benzediğini düşünürdüm. Meğer yanılmışım.
Hayal kırıklığına mı uğradın? Emin ol benimkinin yarısı kadar bile değil. Beni unutacaksın, ama ben seni unutmayacağım. Beni sonsuza kadar incittin."
"Kristal.
Senden NEFRET EDİYORUM. TEK KELİMEYLE NEFRET EDİYORUM."
"Nova.
Bana biraz olsun nefes aldırarak, oyunlarınıza dahil ettiğin için senin kötünün iyisi olduğunu düşünüyordum. Ta ki bana Oboi diyene kadar. O lakap benim için çok özeldi ve kullanmaya başladığınızda, sizin anılarınızla lekelendi. Ne anlama geldiğini ise, asla öğrenemeyeceksiniz.
En nazik mektuplardan birini aldığın için şanslısın.
Not: seni sevdiğimi asla söylemedim."
"Blizzard.
Eski okul günlerimizde senin sessiz, soğuk ve incitici olduğunu söylüyorlardı. O zamanlar senin içinde yumuşak biri olduğunu düşünürdüm. Yanılmışım. Gerçekten soğuk ve incitici birisin."
"Rimba.
Kendini masum görüp, diğerlerini suçlayarak gözyaşı dökme. Sen de en az diğerleri kadar suçlusun. Kaçmaya çalıştığım gece, masum rolü oynayarak beni yakaladığını hala hatırlıyorum."
"Gamma.
Mükemmel bir oda, istediğim her şeyin bulunduğu bir oda değildi. Mükemmel bir yuva için de aynısı geçerli. Ben sadece sevdiklerimin yanında, normal bir hayat yaşamak istiyordum. Sizi ve sizin saçma aile anlayışınızı değil."
"Ne üzücü." diye iç çekti Beliung, hepsi mektuplarını okumayı bitirdikten sonra. Yüzündeki kederli ifade sahte olsa da, kederi gerçekti. "Keşke bu kadar narin olmasaydı ve keşke ne istediğini açıkça belirtseydi. Sonuçta onu yemeyecektik."
"O sadece bizim olmalıydı..." diye hırladı Kristal, mektubundaki kısacık iki satırı bitirdikten sonra öfkeyle doluydu. "O bizim olmalıydı, sadece bizi sevmeliydi ve..."
Kısa bir süre sustuktan sonra, başını kaldırdı ve keskin bakışlarla diğerlerini süzdü. "Bu evi ateşe vermeliyiz."
Voltra hiç tereddüt etmeden, "Katılıyorum." dedi. O da en az Kristal kadar öfkeli görünüyordu.
"Ben de." dedi Beliung ciddiyetle—ki gerektiğinde gayet ciddi görünebiliyordu. Umursamaz bir ifadeyle parmaklarının ucundaki rüzgarla oynarken, "En azından cesedini yakabilmek hoşuma giderdi." diye de ekledi.
"Şey... Bu biraz acımasızlık değil mi?" diye mırıldandı Rimba fakat diğerlerinin sert ve baskı dolu bakışları altında pek bir şansı yoktu. "...Peki."
Boboiboy'un iletmelerini istediği zarf dışında her şeyi olduğu gibi bıraktılar ve evi ateşe verdiler.
İsteksiz olsalar da, zarfı Tok Aba'nın evine bıraktılar. Zaten ev çok sessiz görünüyordu, muhtemelen artık içinde kimse yaşamıyordu.
"Tok Aba, Ochobot, Iman, Halilintar, Taufan, Gempa, Blaze, Ais, Duri ve Solar.
Neler yaşadığımı size kısaca anlatacağım.
(İki paragraf atlanmış. Boboiboy yaşananları özetlemiş.)
Dayandım, yirmi yaşıma kadar dayandım. Ama ancak benim ölümüm onların aklını başına getirirdi. Ölmesem bile, yanınıza gelme ihtimalim yoktu. O saplantılılar beni asla bırakmazdı.
Sizi seviyorum ve Tok Aba, evden kaçmadığıma yemin ederim.
Sevgili arkadaşlarıma gelince... Lütfen okulunuzu bitirin, istediğiniz mesleği yapın ve mutlu bir hayat yaşayın.
Daha fazla dayanamayacağım. Evimi çok özlüyordum ama bundan ziyade, aklımı kaybedecek kadar kötüyüm. Aklımı kaybedip tamamen onlara muhtaç kalmaktansa ölmeyi tercih ederim.
Böyle konuştuğum için beni affedin... Sizi seviyorum."
...
Mektubu okumayı bitiren kızıl gözlü genç gözlerini kıstı. "Tahminlerim beni yanıltmamış... O yedisi gerçekten sıra dışı ve ürkütücü görünüyordu."
"Yani başından beri onlardan şüphelendiğini mi söylüyorsun?" diye sordu mavi gözlü genç, dudaklarını büzerek.
"Öyle de denebilir..." Kızıl gözlü genç pencereden dışarı, uzaklara baktı. "Şuan onların nerede olduğunu merak ediyorum."
"Onları öldürmeyi çok isterdin değil mi?" diye sordu diğeri ve bunun üzerine parmaklarını çıtlattı. "Adil bir dövüşte onları yenebileceğime şüphe yok."
"Hiç değişmiyorsun Hali..." Mavi gözlü genç, yani Taufan güldü, fakat hemen ardından iç çekti. "En azından diğerleri gerçekten iyi bir okul okuyor. Bizim fedakarlık yapmamız gerekse bile."
"Bu mektubu duyunca ne tepki verecekler sence?" diye sordu Halilintar, şuan fedakarlıklardan çok bunu düşünüyordu.
"Bilmiyorum... Ama sanırım üzülecekler." Taufan tekrar iç çekti.
Halilintar'sa, elindeki, Boboiboy'un el yazısıyla dolu kağıda bakıyor, yıllardır ne acılar çektiğini düşünüyordu.
Son.
Embéria Aéris.
Mektuplardaki kısımda kullandığım fontu değiştirdim, bu sayede gerçekten el yazısıyla yazılmış gibi görünüyor.
Hikayenin bağlantısını aşağı bırakıyorum. Kopyalayıp Chrome arama motoruna yapıştırmanız yeterli.
Ve uyarmadı demeyin, bazı yerlerinde ağlayacak gibi oluyorsunuz, çok bunaltıcı bir hikaye.
https://archiveofourown.org/works/62906509/chapters/161081920
Yorumlar
Yorum Gönder