OVERLAPPİNG STORMS- 14
14: Bir Rüzgar Taşıyıcısının Sorunları
Kuvvetli bir rüzgar esiyor, her şeyi birbirine katıyordu. Her şeye rağmen saçlarını yalayıp geçen rüzgarın içinde bir nezaket var gibiydi.
Sadece sıkıca sarmalandığını hissediyor, bir türlü cesaret edip de başını çeviremiyordu. Onun sırtını okşadığını hissediyor, fakat kıpırdayamıyordu. Sadece teselliye ihtiyacı vardı ama onu teselli edebilecek kim vardı ki?
Tüm hayal kırıklıklarına rağmen, ona o kadar bağlıydı, o kadar bağlıydı ki... Hıçkırıklarını engelleyemiyordu. Her şeyini kaybettiğini, yakında önemsizleşeceğini biliyordu.
Sonra onu hissetti; kollarını, kokusunu, kokusunu... Sesini duydu. "Çok, çok özür dilerim Taufan..."
Dudaklarını yanağına bastırdığını hissetti, bu bir öpücük müydü? Belki de.
Yaşananlar dehşet verici derecede korkunçtu ve ağlamak istiyordu. Gözyaşlarının, soğuk yanaklarına sıcak damlalar halinde aktığını hissetti.
...
"Nasıl olduğunu anlayamadım. Bunun bir daha gerçekleşmeyeceğini düşünüyordum, özellikle de şeyden sonra—"
"Neden öyle olsun ki? Bu tüm Rüzgar Taşıyıcılarının yaşadığı bir sorun ve sonuç olarak o da bir—"
"E-ergh..." Angin inledi ve başını yastığının altına soktu. Başındaki kişiler -herhalde ağabeyleri- susmak bilmiyordu ve dostum, uyandığından beri onları dinliyordu. Kafasını şişirmişlerdi!
"Ah, bak, uyanmış."
Angin iç çekti ve başını yastığın altından çıkarıp, bıkkın gözlerle başında dikilen ağabeyi... Nova'ya baktı. "Ne hakkında gevezelik ediyorsun bilmiyorum abang Nova ama sana yemin ederim, kafam şişti."
"Heh, Beliung'un kardeşi de Bel'in kendisi kadar huysuz—bekle, ne dedin?!" Nova kızgın değildi, hayır. Ama paniğe kapılmış görünerek, üst kata, odasına kaçabilmek için kapıya koştu.
"Ah, seni rahatsız ettiğimiz için üzgünüz Angin." dedi Crystal gülümseyerek, Nova'yı salondan çıkamadan kıyafetinin kapüşonundan yakalarken. Onu iyi tanıyan biri, gülümsemesinin parlak olduğu kadar ölümcül olduğunu da anlayabilirdi.
"Rahatsız değilim... Sadece başım ağrıyor ve çok konuştuğunuzda daha da kötüleşiyor." dedi Angin sakince ve konuşurken etrafı inceleme fırsatı buldu. Ah, salondaydı. Onu salondaki kanepelerden, kapıya yakın olanına yatırmışlardı. Kanepenin yastıklarıyla birlikte, burası yatmak için gayet uygun bir yer haline gelmişti.
"Saat kaç?"
"Öğleden sonra dört."
"Tamam..."
Angin diğer ikisinin şefkatli bakışlarını fark etmeden, uykulu bir şekilde gözlerini ovuşturdu ve hala sersem olsa da, ayağa kalktı. Ensesinde hissettiği zonklama onu bir an durdursa da, sonra yavaşça üst kata çıkan merdivenleri sessizce, yavaşça tırmandı.
Üst katın sofasına ulaştığında, ezberden adımlarla kapısında Rüzgar sembolü bulunan odalarına girdi.
Umduğunun aksine, Beliung odada değildi. Beliung neredeydi?! Nereye gitmişti? Kiminle konuşacaktı şimdi?!
Aklı durmadan önce, Voltra ve Halilintar'a ait odaya koşabilmeyi başarabildi ve kapıyı bile çalmadan içeri daldı. Beliung'u aramaya öylesine dalmıştı ki, müsait olup olmadığını sormak aklına bile gelmemişti.
"Yeter, ahahaha (ağlayacak gibi)... Üstümü giyinmek istiyorum..."
Angin şaşkınlık içerisinde donup kalırken, ranzada yatan Halilintar ona yaklaşmasını işaret edip, sessizce açıklamaya girişti. "Sabah Nova ve az önce Crystal o giyinirken içeri girdi. Şimdi sen de girince, Voltra 1000 volta çıktı."
Angin bu küçük espriye gülmeyi çok isterdi fakat zihninde bambaşka bir soru vardı. Sorunu cevabı burada olmadığına göre, başka bir yerdeydi...
Halilintar'ın sorularını duymayarak, odadan dışarı yürüdü fakat Voltra atik davranarak bileğini yakaladı. O da Angin'in tuhaf davranışlarını fark etmişti. "Angin, bekle. Sorun ne?"
Angin sakin kalmaya çalışarak, Voltra'ya döndü ve kesin bir cevap istediğini belirtircesine, gözlerinin içine baktı. "Abang Bel nerede?"
Voltra'nın bakışları yumuşadı. Saçlarını karıştırırken, yavaşça, "O... hastanede." dedi. "Ateşi fazlasıyla yükselmişti, artık sayıklayacak ve halüsinasyon görecek derecede kötüleşmişti. Epey direnerek bizi uğraştırsa da hastaneye götürmeyi başardık. Hala orada, dinleniyor. Ama durumu iyi."
Angin ne olduğunu sorgulamak, Beliung'un neden bu kadar kötüleştiğine dair bir açıklama almak, yaşananları hatırlamak istiyordu fakat engel olamadığı tuhaf bir duygu, düşüncelerini bastırdı.
"Ah oh—Angin, sorun ne?" Voltra biraz telaşa kapılarak, elleriyle yüzünü kapatıp hıçkırmaya başlayan çocuğa bakakaldı.
"Angin?" Yataktan inip yanlarına geldiği o ana kadar fark edilmeyen Halilintar, ağabeyini hafifçe itti ve elini Angin'in omzuna koydu. "Angin."
Çocuk bir an için, ellerini yüzünden çekmeden, parmaklarının arasından ona baktı. "Ne?"
"Ne 'ne'? Ne olduğunu söyleyeceksin, seni şaşkın." diye homurdandı Halilintar, şakayla karışık burnuna bir fiske vururken. Fakat bakışları yumuşacıktı. "Hadi ama, ağlarsan hem sana hem bize yazık olur. Perişan oluruz."
O son heceyi iyice uzatırken, Angin hafifçe güldü ve Halilintar'ın durumunu unutarak, aniden sıkıca sarıldı.
"Ah ah ah— Angiiin!" Halilintar hala iyileşmekte olan yarasında oluşan ani baskı yüzünden inlerken, Angin ayrılmaya niyeti varmış gibi görünmedi. Sadece duymakta zorlandığı bir şeyler mırıldanıyordu.
Halilintar başını hafifçe ona doğru eğerken, "Ne diyorsun Angin? Duyamıyorum." diye sormaktan kendini alamadı.
"Abang Bel'i görmek istiyorum..." diye fısıldadı Angin, yüreklerini cız ettiren zayıflıkta bir sesle.
"Zavallı çocuk, son zamanlarda yaşamadığı şey kalmadı..." diye mırıldandı Voltra, acıyan bakışlarla Angin'i süzerken.
"Peki, hmm... Şeye ne dersin Angin? Abang Beliung'u görüntülü arayabiliriz!" dedi Halilintar, ani bir neşeyle Angin'i sarsarak. Sunduğu fikrin güzelliğine kapılmış gibiydi. Hemen ardından muzip bir ifadeyle ekledi: "Hem onu da şaşırtabiliriz."
"...Olur." Bir süre sessiz kaldıktan sonra, Angin görüntülü aramaya ikinci kez onay verdi¹.
Halilintar çevik biri değildi, fakat bu seferlik çevik davranarak Voltra'nın telefonunu küçük komodinin üzerinden kaptı ve bu adı geçen ağabeyin, "Halilintar!" diye bağırmasına neden oldu. Halilintar'sa yüzünde neşeli bir ifadeyle, Angin'i bileğinden yakaladı ve rüzgar gibi, hızla aşağı kata indiler.
İkisi de koşarak bahçeye çıkarken, neredeyse mutfakta yemek yapmakla meşgul olan Crystal'e çarpıyorlardı.
"Affedersin abang Crystal!"
Crystal şaşkınlıkla ikilinin arkasından bakakalırken, gözlerini kırpıştırdı. Sonra hemen kendini toparlardı ve, "Halilintar! Senin koşmaman gerekiyordu!" diye bağırdı
Halilintar koşarken arkasını döndü ve saygısızca sırıtarak, dilini çıkardı. "Umurumda değil!"
Crystal tekrar uyarmak için ağzını açtı fakat ağzından sadece küçük iç çekiş çıktı. "Aman, sanki dinleyen mi var Crystal? Kendi kendime söylenerek nefesimi tüketiyorum..."
...
İkilinin aramaya hazırlandığı Beliung, gerçekten de dinleniyordu. Sağ yanına uzanmış, kollarından birini gevşekçe beyaz ve yüksek hastane yatağından aşağı salmıştı. Uzandığı yerden, pencereden görünenleri izliyordu.
Pek fark edilmese de, Beliung hastanelerden nefret ederdi. Hemşirelerin kendisine küçümseyici görünen bakışları, serumunu değiştirirken umursamaz davranarak canını yakmaları, hastane yemeklerinin berbat tadı... Ama en çok da o beyaz, steril odalar. Kusursuz fakat sıcaklıktan yoksun, yapaydılar. Ve de çok umutsuz.
Sadece ateşi vardı ve o geldiğinden beri buradan sadece cenazesinin çıkacağını düşünüyordu. Belki de sadece korkunç anıları yüzündendi...
Sadece ama sadece ateşli olduğu için onu hastaneye getirdiklerine inanamıyordu! O dinlendikçe iyi olacaktı, hastanede yatmasına hiç gerek yoktu!
Beliung bu düşünceler içerisindeyken, aniden telefonu çalmaya başlayınca irkildi. Gözlerini kırpıştırdı ve kan tahlili için kendisinden kan almaya gelen hemşirenin masanın üzerine bıraktığı telefonuna baktı.
Daha öncesinde, kadın onu telefonda oyun oynarken yakaladığı için azarlamış ve dinlenmesi gerektiğini söyleyerek, ulaşamayacağı bir yere koymuştu. Ve şimdi biri arıyordu—ugh...
Sinirle, sol bileğine taktıkları ve ısrarla takmaya devam ettikleri seruma baktı. O varken uzağa gidebilir miydi? Yani hayır, acaba ayakta durabilir miydi? Asıl soru buydu. Dürüst olmak gerekirse iyileşmiş sayılmazdı...
Neyse ki yatağının hemen yanında, hemşireleri çağırmaya yarayan buton vardı ve yine şükürler olsun ki, gelen hemşire sert biri değildi.
...Aksine Beliung'u duygulandıracak kadar yumuşak ve şefkatliydi.
"T-telefonumu alabilir miyim? Kalkamıyorum." diye sordu Beliung kekeleyerek, orta yaşlı kadının yumuşak bakışları onu biraz utandırmıştı.
"Al bakalım evlat, ama fazla oyalanma. Ateşinin çok çabuk yükseldiğini biliyorsun." dedi kadın, derin yüz çizgilerini daha da derinleştiren bir gülümsemeyle. Onun lacivert saçlarını okşarken, gözlerindeki şefkat o kadar yoğundu ki, ona daha uzun süre baksaydı Beliung hasretten ağlayacaktı.
Ne var ki kadın odadan çıktı ve Beliung kendini toparlayarak, hala ısrarla çalmaya devam eden telefonunu açtı. "Hey Voltra, bak, gerçekten açmak istiyordum ama—"
Zihni aniden çığlık attı. Bekle! Voltra hiçbir zaman görüntülü aramadı, Beliung.
"Assalamualaikum! Merhaba abang Bel!"
"Wa-waalaikumussalam— neler oluyor??!"
Beliung şok içerisinde iki çocuğa bakarken, sağ gözünün seğirdiğini hissedebiliyordu. "Siz ikiniz ne haltlar karıştırıyorsunuz yine?"
"Bir şey değil~ Sadece Angin seni görmek istedi." dedi Halilintar, umursamaz bir tavırla kamerayı Angin'e çevirirken.
Beliung kaşını kaldırdı, Angin'in insanlara neden bu denli sakız gibi yapıştığını anlamıyordu. "Neden, Angin?"
Angin dizlerini karnına çekmiş, yüzünü kollarına gömmüştü. O böyle sorunca başını kaldırıp baktı. "Neden mi?..."
"Neden beni görmek isteyesin ki?" diye ağzından kaçırdı Beliung dikkatsizce ve bu Halilintar'ın kafa karışıklığı içerisinde Angin'e bakmasına neden oldu. "Neden istemesin ki abang Bel?"
"Ve niye ağlıyorsun?" diye devam etti Beliung sertleşen bir ses tonuyla, Halilintar'ın sorusunu görmezden gelirken.
"Çü-çünkü..." Angin kekeledi, belki bir şeyler söylemek istedi fakat dudağını ısırarak sustu.
Beliung kendini sakin kalmaya zorlasa da, dayanamayarak patladı. "Angin, yeter. Her şeye ağlamayı bırak. Diğerleri için işleri zorlaştırmakla kalmıyorsun, bir de yok yerden hayatı kendine zindan ediyorsun. Ben, ben yakında..."
Durdu. Ağzından istediği şey çıkmıyordu. Utançtan kızarmamak için derin bir nefes alırken, zihninin dürüst davranarak konuştuğunu duyabiliyordu: Onu teselli etmeyi beceremiyorsun Beliung. İyi bir ağabey olamıyorsun, kabul et.
Kendisine asırlar gibi gelen birkaç saniyeden sonra, "Yakında eve döneceğim." dedi. "B-bu sonsuz bir ayrılık değil."
"Biliyorum abang ama—"
"İyi olacağım Angin. İnan bana." dedi Beliung kesin bir dille ve dudakları, ikisinin o zamana kadar gördüğü en yumuşak, en içten gülümsemeye kıvrıldı.
Halilintar'ın Angin'e attığı bakışı ve çocuğun yüzünde oluşan sırıtışı görünce, suratını astı. "O kadar işte. Sorun çıkarma."
Ve cevap vermelerine fırsat vermeden aramayı sonlandırdı.
(Yazar defterini bırakır, ayağa kalkar, hastane yatağında oturan ve aramayı kapattıktan sonra tekrar gülümseyen Beliung'a yaklaşır. Ve bir şey söylemeden bir tane çakar.
Beliung: Yazardan büyüğüm ama dayak yiyebiliyorum. Üstüne bir de karşılık veremiyorum, çünkü bu kız aynı zamanda hayalet gibi ortadan kaybolma yeteneğine sahip.
Embéria Aéris: Hehe, bu çok eğlenceli. Bundan sonra ne zaman Bel'e kızarsam yumruk atacağım.)
"O ikisi... Tam bir baş ağrısı..." diye homurdandı ve telefonu bir yere bırakırken, yeniden bembeyaz yatağa gömüldü. Fakat dudaklarının tekrar yukarı doğru kıvrılmasına engel olamıyordu.
Kimsecikler bilmeden, kimsecikler görmeden, Beliung o gün yatakta kıkır kıkır gülüp durdu. Unutuyor, duruyor, sonra tekrar kıkırdıyordu.
Ah Beliung...
...
İçeri girdikleri anda Crystal'e yakalandılar tabii ki.
"Sonunda. Akşam vakti bahçenin serin olduğunu biliyorsunuz, neden bu kadar geciktiniz?"
Onun uzun azarlamalarından kaçmak mümkün değildi. Crystal 'her evde bir önder olması gerektiğine' inanan biriydi ve doğal olarak da bu evde sözü geçen lider kişiydi. Kurallarına uymamak demek uzun azarları için davetiye çıkarmak demekti.
Halilintar ve Angin de bu sebepten azar işittiler. Biraz da, bu serin ikindi vaktinde bahçeye çıktıkları içindi tabii. Artı, Voltra bu fikri öne sürdüğü, telefonunu izin almadan aldığı ve hala dinlenmesi gerekirken kalktığı, hatta koştuğu için Halilintar'ın kulağını hafif şiddette -şüpheli- çekti.
Tüm bu curcunadan sonra, sofra kuruldu ve beraber yemek yediler. Açıkçası 13 kişiye -yani Beliung olmasa bile- yemek hazırlamak o kadar zordu ki, tek kişinin yemek hazırlayıp sofra kurması imkansızdı. Ama Crystal asla itiraz etmezdi, çünkü yemek yapmaktan her zaman zevk alan biriydi.
Akşam yemeği, aynı zamanda tüm ağabey ve kardeşlerin gün hakkında değerlendirme yapması ve ağabeylerin eğer bir hata gördülerse, kardeşleri nazikçe uyarması için çok uygun bir zamandı.
Fakat bugün Beliung yoktu, bu yüzden Angin sessiz kaldı ve diğerlerini dinlemekle yetindi. Keşke abang Beliung da olsaydı, diye geçirdi içinden. Sonra hemen ardında ağabeyinin görüntülü arama sırasında ağzından kaçırdığı soruyu hatırladı.
"Neden beni görmek isteyesin ki?" Ses tonu sorgulama içermiyordu ama... Daha çok umutsuz gibiydi. Ve pişman. Sanki devam etse, "Beni sevmediğini biliyorum, öyleyse neden beni görmek isteyesin?" diyecekti.
"Hey Angin."
İrkildi ve başını kaldırıp kendisine seslenen kişiye baktı. "Abang Voltra?"
"Yemek bitti Angin." dedi Voltra, hafifçe gülümseyerek. "Crystal bugün bulaşık yıkama sırasının bizde olduğunu söyledi."
"Peki..." Angin ağabeyinin masayı toparlamasına yardım etmek için kalkarken, hafifçe kıkırdamadan edemedi. Bir zamanlar Crystal, Voltra ve Beliung gönüllü olarak bulaşıkları yıkarlardı. Bir yerden sonra Beliung isyan edince, liste yapmaya karar vermişlerdi.
"Desene iş yine bize kaldı Angin." dedi Voltra, biriken bulaşık dağına bakarken hafifçe iç çekerek. Fakat hemen ardından ikisi de kıkırdadı.
El birliğiyle bulaşıklara giriştiler. Voltra tabakları köpüklüyor, Angin de durulayarak, kurumak üzere tezgaha diziyordu.
"Abang..."
"Hmm?"
Angin işine ara vermeden, düşünceli bir tonda, "Abang Beliung hastaydı, tamam, bunu anlıyorum." dedi. "Ama anlamadığım şey şu? Neden ben de bayıldım? Ne oldu?"
"Sen..." Voltra bir bulaşıkları köpürtmeyi bıraktı ve gözlerini kıstı. Sanki söyleyeceklerini tartıyormuş gibi başını hafifçe salladıktan sonra, iç çekerek ona baktı. "Kontrolünü kaybettin, Angin."
Angin şaşkınlıkla başını yana eğdi, fakat anılar zihnine akmaya başlayınca, şaşkınlığın yerini dehşet aldı. "A-abang... Sen ciddi... Sen ciddi olamazsın..."
...
Voltra ve diğerleri, Beliung'un bayılmadan önce atmayı başardığı acil durum mesajını alır almaz, eğitim yaptıkları bölgeye koştular.
Oraya vardıklarında, nefes nefese kalmışlardı ve... Manzara çok tuhaftı. Kavak ve çamların yüksekteki dalları kıvrak dansçılar gibi sallanıyor, rüzgar hiç olmadığı kadar kuvvetli esiyordu. Angin yerden 5-6 metre kadar yüksekte, ellerini iki yana açmış, daha önce görülmemiş, çılgınca bir sırıtışla ama aynı zamanda şefkatle etrafı kuşatan rüzgara bakıyordu.
Mavi irisleri anormal derecede parlaktı.
Crystal öne çıktı ve rüzgarda sesini duyurmak için, olağanca gücüyle, "Angin! Sakin olmalısın! Biz kendimizi koruyabiliriz fakat Beliung yapamaz! Ona zarar vereceksin!" diye bağırdı.
"Ahahahahaha! Hah, niye sizi neden dinleyeyim ki?" Angin küçümser bir şekilde onlara baktı ve hala iki yana açılı duran ellerini yumruk yaparken, rüzgar daha da hızlandı. Angin ise, kendisine ait olamayacak kadar güçlü ve aynı zamanda çılgın bir sesle, "Aranızda rüzgarı yenebilecek kimse var mı? Çünkü ben olmadığından eminim!" diye bağırdı.
"Angin!"
"Yeterli..." Crystal'i geriye iten Voltra, kaşlarını çattı ve kararlılıkla Angin'e bakarken, "Böyle devam edemeyiz... Onu bayıltmaktan başka bir çaremiz yok." dedi.
"Ama—"
"Aması yok. Beliung onu durduramaz ve böyle giderse Angin ona da zarar verecek." dedi Voltra kesin bir dille ve boğazını temizleyerek, çılgın Rüzgar Taşıyıcısına seslendi. "O kadar emin olma, çünkü korkarım Yıldırım Rüzgardan daha hızlıdır."
"Mhmhmhmh... Meydan mı okuyorsun?" Angin elinin tersiyle ağzını kapatarak kıkırdadı ve etraftaki rüzgarı kendi çevresinde topladı. Sırıtışı genişlerken, kaşlarını küçümser bir tavırla kaldırmıştı. "O kadar mı güçlüsün?"
"Oyun bitti." Voltra Yıldırım hızıyla Angin'in arkasına ışınlandı ve ellerini omuzlarına koyarak, yıldırım gücünü onu zayıflatmaya yetecek kadar aktardı.
Angin şiddetle titredi ve rüzgar yok olurken, çocuk son anda süzülmeyi başararak yere indi. Fakat tekrar rüzgarı toplayamadan, Voltra aslında kardeşleri için asla kullanmayacağı bir karate hareketiyle, Angin'in ense köküne sertçe vurdu.
"A—h..." Angin hareket bile etmeden, bilincini kaybederken, Voltra çocuğu düşmeden önce yakaladı ve kucakladı. "Üzgünüm kardeşim... Bunu yapmak zorundaydım..."
Angin'i yanlarında gelen Gamma'ya teslim ederken, Beliung'a yaklaştı. Gencin gözleri aralıktı, fakat ifadesi acı doluydu. Görmüş olabilirdi, ama bunu yapmak zorunda olduğunu biliyor olmalıydı.
Nitekim ağzından çıkan tek söz, "Angin..." oldu.
"O iyi olacak, Bel. Endişelenme." diye güvence verdi fakat o an fark etmediği şey, Beliung'un sayıklıyor olduğuydu.
...
"Ah, anlıyorum..." diye mırıldandı Angin, suçlulukla başını eğerken. Eh, en azından boynundaki ağrının sebebini öğrenmişti. "Özür dilerim abang, sizi epey uğraştırmış olmalıyım."
"Hayır, sorun değil. Çok kolaydın." dedi Voltra kıkırdayarak ve göz kırptı. "Neyse neyse, hadi biraz hızlanalım ve diğerlerine bulaşıklarda ne kadar iyi olduğumuzu gösterelim!"
"Hadi!" Angin kıkırdayarak başını salladı ve hızlanarak devam ettiler.
Fakat bulaşıkları bitirdikten sonra da, bir süre diğerleriyle takıldıktan sonra da, aklı bambaşka bir yerdeydi.
Günün yorgunluğuyla yatağına girerken, sorusuna cevap verebilecekmiş gibi Beliung'un boş yatağına baktı.
"Gücünü kullanabildiğini bilmiyordum abang... Eğer kullanabiliyorduysan, neden bunu saklama ihtiyacı hissettin?"
Devam edecek...
Not ¹: Hatırlarsanız, daha önceki bölümlerden birinde Rimba Voltra'yı aramayı teklif etmişti. Oraya gönderme yapılıyor.
Not 2: Angin'in düşüncelerinin aksine bu o kadar önemli bir mesele değil. Birkaç bölüm sonra Beliung'un kendisi açıklayacak ama şuan gizemli göründüğünün farkındayım.
Not 3: Editörümü varrr, kendisine blogda, sağ üst köşede bulunan 'Katkıda Bulunanlar' kısmında görebilirsiniz. Bir Kepçe Umut.
Yorumlar
Yorum Gönder