OVERLAPPİNG STORMS- 15

15: Şaşırtıcı bir Gerçek

Ertesi sabah aldığı haber, Angin'in sevinçten değil ama heyecandan havalara uçmasına neden oldu.

Beliung geri dönüyordu. Beklentilerin aksine, kısa sürede iyileştiği için ona eve dönebileceğini söylemişlerdi. Tabii bu da, Beliung'un Voltra'nın kendisi için getirdiği kıyafet çantasını taşımak zorunda kalması anlamına geliyordu.  Üzerini değiştirecek kadar uzun kalmamıştı ki!

Her ne kadar Crystal ve Voltra, onun yürüyerek gelmesine karşı çıkacak oldularsa da, Beliung onları kesin bir dille reddetti. Ardından da, 'gayet iyi yürüyebilirim, kimseye de ihtiyacım yok' anlamına gelen bir ifadeyle çenesini kaldırdı.

Bu küçük komediden sonra, herkes rutinine geri döndü. Beliung gürültü patırtıyla karşılanmaktan nefret ediyordu ve incitici olsun veya olmasın, bu nefretini sık sık dile getirirdi. Sanki hastaneden taburcu olmamış da, normal bir günde eve geri dönüyormuş gibi, normal ve sakin bir karşılama beklerdi.

Nitekim böyle de yaptılar. Beliung'u sinirlendirmek demek, aynı zamanda da yormak demekti, bu yüzden en iyisi onu kızdıracak hareketlerden kaçınmaktı.

İşte bu yüzden, kapı çaldığında, 'Beliung'un sevgili küçük kelebeği' dışında kimse kalkmadı. O ise her şeyden habersiz, kapıya koşmuştu.

Evet, ona kapıyı heyecanla, yüzünde inanılmaz parlak bir gülümsemeyle açan ve onu içeri buyur eden kişi Angin'di.

"Hoş geldin abang!"

O kadar mutlu görünüyordu ki, Beliung kaşlarını kaldırdı ve ceketini bile çıkarmadan, içgüdüsel bir hareketle çocuğu kucaklayıp havaya kaldırdı. Sonra hemen vazgeçip onu geri indirecekti ama artık çok geçti. Angin kollarını boynuna dolamış, tutuşunu sıkılaştırmıştı.

Beliung bu hareketin kalbini erittiği gerçeğini inkar edemediği için, onu tutmaya devam etti.

Tamam... Bu sıcak hissettiriyor, diye düşündü gevşerken.

"Sanırım sen de beni özledin abang. Hatta tahmine gerek yok, kesinlikle özledin." dedi Angin, başını hafifçe geriye çekerek, ciddiyetle ifadesini inceledikten sonra.

Beliung'un neon mavisi gözleri hafifçe parladı, sonra sadece iç çekti ve başını Angin'i omzuna bıraktı. Bu hareketi teslimiyetten çok, bıkkın bir yığılışa benziyordu.

Angin muzaffer bir edayla, "Biliyordum!" diye bağırdı.

"Angin, bağırma. Sağır değilim." diye tersledi Beliung, açıkçası sorun kulaklarından çok, hala ağrıyan başıydı. Çocuğa bir an baktıktan sonra, onu aniden, 'pat' diye yere bıraktı.

"E-eh?" Angin onun bu ani hareketinden dolayı yere savrulurken, şaşkınlık ve biraz da korku içerisinde ağabeyine baktı.

"Üstümü değiştirmem gerek." dedi Beliung ifadesiz gözlerle, ellerini iki yanında yumruk yapmıştı. Arkasını döndü ve ceketini çıkarıp askıya astıktan sonra, ağır adımlarla üst kata çıktı.

(Yazar ona tehditkar bir şekilde parmağını salladı ama bu sefer yumruk atmamak için kendini tuttu.)

Angin ayağa kalkarken, kollarını kavuşturdu ve öfkeyle suratını astı. Beliung sıcak atmosferi çok kolay bozuyordu ve bu çok sinir bozucuydu. Dürüst olmak gerekirse, biraz incinmişti.

Sinirle iç çekti ve merdivenleri çıkarken, Beliung'u taklit ederek, "Üstümü değiştirmem gerek." diye homurdandı. "Her zaman bahanelerle beni oyalıyor. Onu Voltra'ya şikayet edeceğim, beni pat diye yere bıraktı diyeceğim..."

Aslında amacı bu değildi, ama yine de Halilintar ve Voltra'ya ait, kapısında şimşek amblemi bulunan odaya girdi. Kayıtsız gözlerle odayı süzdü, fakat aklı o kadar başka bir yerdeydi ki, odanın aşırı dağınık olduğunu ve Halilintar'ın, odayı toplarken yakalandığını sanarak hızla kapıya döndüğünü fark etmedi.

"Ngi. Hey Angin. Angin!"

İrkildi ve gözlerini kırpıştırarak önünde dikilen Halilintar'a şaşkınlıkla baktı. Neden böylesine kafası karışmış ve... endişeli göründüğünü anlam veremeyerek, kibarca, "Evet?" demekle yetindi.

Kendisinden 4-5 yaş büyük olan ağabeyi -en azından Angin ona ağabey demeyi tercih ederdi-, kaşlarını çatarak onu süzdükten sonra başını iki yana salladı ve odayı toplamaya devam etti.

Angin de, Rüzgar elementi olmanın avantajlarından yararlanarak, ranzanın üst katına uçtu ve sözde onu izlemeye koyuldu. Fakat bakışları bir noktada takılıp kalmıştı, varoluşsal sorulara dalmış gibiydi.

"Dalgın görünüyorsun. Sorun nedir?" diye sordu Halilintar, beş dakika kadar göz ucuyla onu seyrettikten sonra.

İç çekti ve ranzadan aşağı baş aşağı sarkarken -korkmayın, ne yaptığını biliyor- sinirle yanaklarını şişirdi. "Abang Beliung... Daha önce neden fark etmedim bilmiyorum, belki de yoğun eğitimlerim sırasında gözden kaçırdım... Ama o çok soğuk ve kaba davranıyor. Neden abang Voltra'ya veya Crystal'e benzemiyor merak ediyorum. Hani kardeşler birbirine benzerdi?"

"Bu konuda sana söyleyebileceğim 3 şey var. İlk olarak—" Halilintar devam edecekti ki, birdenbire güldüğü için duraksadı.

"İlk olarak abang Crystal'i bilmiyorum ama abang Voltra eskiden bu kadar neşeli ve şakacı biri değildi. Sanırım abang Bel soğuk ve içine kapanık biri haline geldikten sonra böyle birine dönüştü. Yoksa Gur'latan'da yaşandığından bahsettiği savaşta ve öncesinde ciddi ve ifadesiz biriymiş. Hatırladığım en eski anılarım da bunu kanıtlıyor."

Angin şaşkınlıkla Halilintar'a bakakalmıştı— zihni birden fazla gerçeği aynı anda işleyememişti. "Yani diyorsun ki... Abang Beliung soğuk ve içine kapanık biri değil?"

Halilintar çalışma masasının üstüne yığılmış dağınık kitapları üst üste dizerken, ona göz kırptı. "Orasına bir şey diyemem, Abang Bel'in eski halini bilmiyorum. Neyse işte, ikinci olarak da -ki bu az önce söylediğimle bağlantılı- Voltra her zaman abang Beliung'un bir takım kötü olaylar yaşadığını ve hala da acı çektiğinden bahseder. Biz savaşta ailemizin tamamı kaybettik ve bence abang Bel de böyle bir şey yaşadı—bu da neden ailesinin olmadığını açıklıyor."

"Ben varım bir kere!" diye karşı çıktı Angin, küçük bir rüzgar küresini Halilintar'a fırlatarak. "Ve siz de—"

"Ve bu da bizi üçüncü konuya götürüyor." diye devam etti Halilintar, başını eğerek rüzgar küresinden kaçınırken. "Bu arada atış konusunda da antrenman yapmanı tavsiye ederim."

"Anlat!"

"Tamam tamam... Üçüncü olarak, biz kan kardeşi değiliz."

"Nasıl?!" diye bağırdı Angin, bu herhalde duyduğu ve duyabileceği en şaşırtıcı şeydi. "Kardeş değil miyiz?!"

"Elbette." dedi Halilintar omuz silkerek ve bunu kitapları dizinde tutarken yaptığı için, hepsini yere düşürdü.

Başını ovuştururken, yere saçılan kitaplara baktı ve öfkeyle iç çekti. "Urgh, olamaz... Şimdi hepsini tekrar dizmem gerekecek."

"Sana yardım edebilirim." dedi Angin, rüzgarıyla kitapları havaya kaldırırken. Hikayeyi o kadar merak ediyordu ki, yardım etmeye karar vermişti. Bu sayede Halilintar işini daha hızlı bitirecek ve anlatmaya devam edecekti.

"Ah, teşekkür ederim." dedi Halilintar mutlu bir ifadeyle, Angin'in bir elindeki rüzgarla havada tuttuğu kitapları kolayca kitaplığa yerleştirmesini izlerken.

"Bir şey değil..." Angin ona dönüp gülümsedi, ama dikkatini rüzgardan uzaklaştırdığı için neredeyse kitapları düşürecekti.

Birkaç dakikada tüm kitaplar yerli yerindeydi.

"Hah, sonunda bitti... Allah'ım, bu odanın dağınıklığı gözümü öylesine korkutuyordu ki herhalde asla eski düzenine kavuşamayacak dedim. Ama sanırım bu, o kadar imkansız değilmiş." dedi Halilintar, birlikte ranzaya tırmandıkları sırada.

Halilintar'ın yukarıdaki yatağı, Angin ve kendisi için bir çardak görevi görürdü. Kullandığı zamanlar, yani geceleri dışında her zaman fazladan birkaç kabarık yastık olurdu. Angin'le beraber istedikleri gibi yayılır, sohbet eder, ya da... Bir şeyler atıştırırlardı. Ama bunu Crystal'e söylemeyin—Crystal yatakta yemek yenmesinden hiç hoşlanmazdı.

"Voltra çok dağınık biri, inan bana... Odanın dağınıklığının yüzde yetmiş beşinden o sorumlu. Yardım etmeseydin korkarım işimi bitiremezdim." diye ofladı Halilintar, ama kendini sırt üstü yatağa bırakırken ona gülümsüyordu. "Teşekkür ederim bu arada."

Angin ise, hevesle bağdaş kurarak oturdu ve Halilintar'a beklenti dolu bir bakış attı. "Onu bunu boş ver Hali... Anlatsana, bu 'kardeş değiliz' meselesi ne? Neden—"

"Uuh... Mantıklı bir açıklaması var ve cidden Abang Beliung sana bunu anlatmadı mı? Ya da diğerleri?" Halilintar çocuğun başını iki yana salladığını görünce, umutsuz bir iç çekti. "Tamam, öyleyse dinlemeye hazır ol, çünkü bu kısa bir hikaye değil."

"İlk ve en önemli gerçek: ağabey ve kardeşler -kim olursa olsun- farklı gezegenlerin vatandaşları."

"Nasıl yani? İnsan değil miyiz?" diye sordu Angin dehşete düşerek, Halilintar'a sanki her an cildi yeşile dönebilecekmiş gibi bakarken. "Yoksa biz aslında makyaj mı yapıyoruz—"

"Dinle, Angin." dedi Halilintar biraz sertçe. Orijinal esmer teninin 'makyaj' olarak adlandırılması hoşuna gitmemiş gibiydi. "Biz uzaylıyız ama insan görünümlü uzaylılarız da diyebilirsin. Hem bence insan olmak için Dünyalı olmaya gerek yok."

"Haklısın..."

Halilintar elinde tuttuğu şeyi salladı. "Bu Gur'latan. Voltra gezegenimizden ayrılmadan önce bir fotoğraf çekmeyi başarmış."

Gur'latan, yıldırımlarla parlayan, atmosferi siyah-gri bulutlarla kaplı, kasvetli ve iç karartıcı bir gezegendi. Muhtemelen, Voltra fotoğrafı çektiği sırada savaş olduğu için son derece aydınlık ve dehşetli görünüyordu. Sanki atmosferine dokunsanız elektrik çarpacaktı.

"Gur'latan, galaksinin elektriğini sağlayan gezegendir. Elbette tek önemi bu değil, ikinci en güçlü Element gücü Voltra oradaki elektrikten doğmuştur. Bu da Gur'latan'ı galaksideki en önemli gezegenlerden biri yapıyor." dedi Halilintar, ciddiyetle—bu hali neşeli ve şakacı haline hiç benzemiyordu. "İşte bu yüzden sık sık saldırıların hedefi olur."

"Gur'latan'da uzun süre savaş olmamıştı, belki de birkaç asır kadar uzun bir süre. Ta ki benim doğduğum yıla kadar. Yeni bir varis demek, düşmanlarımızın planlarının suya düşmesi demekti. Bu yüzden hem benden ve Voltra'dan kurtulmak, hem de İmparatoriçeyi bu zayıf anında vurmak için Gur'latan'a saldırdılar."

"Biz de... Kaçtık. Elimizden gelen tek şey bu oldu. Ailemizi, eşyalarımızı, her şeyimizi orada bırakarak kaçtık. Benim oraya dair hiçbir anım olmasa da, Voltra'nın çok var fakat her ne kadar vatanını çok özlese de, oraya gitmeye cesaret edemediğini söylüyor."

Angin merakla, "Peki ya biz?" diye sordu. "Abang Bel ve ben?"

"Siz..." Halilintar işte şimdi donup kalmıştı. Bir süre parmağıyla çenesine vurarak düşündü, sonra yavaşça, "Bilmiyorum." diye itiraf etti. "Voltra her zaman, söylemekten kaçındığı bir olayın abang Beliung'u çok kötü etkilediğinden bahseder. Eskiden neşeli ve şakalar yapan biriymiş. Hatta Crystal, onun bir zamanlar Nova ve Rimba'yla takıldığını söylüyor."

"Garip..." Angin düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı. Bu olay her neyse, yakın zamanda öğrenmek zorundaydı, ağabeyini anlamanın başka bir yolu yoktu.

"Abang Crystal ve Gempa, doğduklarından beri Dünya'dalar. Ama onların bile bilmediği bir şey varsa bilemem." diye devam etti Halilintar, onun düşüncelere daldığını fark etmeden. "Sonra bir şekilde diğerleriyle tanışmış olmalılar, bilmiyorum."

"Abang Nova ve abang Blizzard Baraju gezegeninin kavgalı ikizleri olarak bilinir. Gerçekten ikiz olup olmadıkları bilinmiyor ama kesin olan bir şey varsa, tüm zıt noktalarına rağmen ikisinin de birbirine inanılmaz düşkün olmasıdır."

"Abang Rimba ve Thorn, Rimbara gezegeninden geliyor. Rimbara'nın eski yöneticisi Kral Balakung'la beraber yaşıyorlarmış fakat Balakung savaş çıktığında onları Dünya'ya gönderdi. Sonradan düşman tarafından öldürüldü."

"Abang Gamma ve Solar ise..." Halilintar başını kaşıyarak biraz düşündü, düşündü, düşündü... Ve omuz silkerek, ellerini iki yana açtı. "Bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok, çünkü abang Gamma da en az abang Beliung kadar ketum biri."

"Hmm..." Angin bir şey söylemek için ağzını açtı, fakat tam bu sırada kapı açıldı ve Voltra içeri girdi. İkisine de baktıktan sonra, bakışları odaya kaydı. Eşyalar yerine konmuş, kıyafetler ait olduğu yere, yani ya banyoya ya da dolaba girmişti.

Gayet normal bir şekilde, Halilintar'a baktı ve gözlerini kıstı. "Crystal'i çağırıyorum."

"Yapma!" Halilintar elleriyle sakin olmasını işaret ederken, gülümsüyordu. "Sakin, sakin. Alt tarafı bir odayı topladım diye Crystal'in tansiyonunu yükseltmeye gerek yok."

"O azarı hak ediyorsun."

"Yapma dedim Voltra—"

Angin ikisinin tartışmalarından kaçmak için, kapı aralığından dışarı süzüldü ve hemen merdivenlere yöneldi. Fakat aşağı bile inemeden, biriyle çarpıştı.

Çarpışma yüzünden hafifçe geriye doğru sendelerken, şaşkınlıkla başını kaldırdı ve—Beliung'la göz göze geldi.

"Seni merak kelebeği..." Beliung iç çekti ve saçlarını karıştırdı; ona neden böyle hitap ettiği yanıtsız bir soruydu ama... Gözlerinde belli belirsiz bir yumuşama fark ediliyordu. "Seninle karşılaşmamı iyi oldu, bir şey anlatmak istiyordum."

"Ne hakkında?" diye sordu Angin merakla (lakabının hakkını veriyordu).

"Sabırlı ol, anlatacağım." dedi Beliung sakince ve odalarına yönelirken, içeri girmesini işaret etti.

Odaları her zamanki gibiydi; sessiz, mavi, mavi... Beliung asla onu maviyi sevmeye zorlamamıştı, ama Angin'in de her eşyası maviydi—yani şu yeni eğitim kıyafetleri hariç. Mavi özgürlüktü, iç açıcıydı, nefes alan bir renkti...

Odalarında, kimi zaman çalışma masasının yanında, kimi zaman pencerenin hemen yanında duran mavi bir berjer vardı. Bugün pencerenin yanındaydı.

Beliung sakince berjere oturdu ve Angin'in de oturabilmesi için hafifçe yana kaydı.

Angin ağabeyinin yanına sığışıp, biraz kıpırdandıktan sonra rahatça yerleşti ve beklenti dolu bakışlarını ona dikti.

Beliung da ona bakıyordu, ama öylesine hüzünlü görünüyordu ki, Angin onun ifadesindeki bu ani değişiklikten korkarak hemen başını çevirdi.

"Bunları... daha önce söylemeliydim belki de." diye başladı Beliung, sesi çok kısık olmasına rağmen, zar zor konuştuğu sesinden anlaşılıyordu. Kucağına koyduğu ellerini birleştirirken, gözlerini kapattı. "Ama bu şeyler, anlatamadığım bir nedenden ötürü beni... incitiyor. O yüzden kendimi hazır hissedene kadar anlatamadım."

"Ve?" diye sordu Angin, o 'şeylerin' ne olduğunu daha çok merak ettiği için daha fazla dayanamamıştı.

"İlk olarak... Ben de senin gibi bir Rüzgar Taşıyıcısıyım." dedi Beliung, duygusal ses tonu silinmiş, biraz daha ciddileşmişti. "Bunu geçen günkü olayda anladığını düşünüyorum. Bu zamana kadar neden sana söylemediğime gelince..."

Beliung durdu ve elini Angin'in omzuna koyarak, karmaşık duygularla dolu bir bakış attı. "Seni çok sıkı çalıştırdığım zamanları hatırlıyor musun?"

"E-evet?" Angin, onun değişken tavırları yüzünden biraz korkmaya başlarken, sertçe başını salladı.

"Her Rüzgar taşıyıcısı bu sıkı ve acı verici eğitimlerden geçer. Ta ki 10 yaşına basana kadar." diye devam etti Beliung, ses tonu yılgın, yılgındı ve,... hayal kırıklığıyla doluydu. "Fakat eğer bir Rüzgar taşıyıcısı 10 yaşına kadar kendini eğit(e)mezse... Asla gerçek bir Rüzgar Taşıyıcısı olamaz."

Beliung elleriyle yüzünü örterken, "Ben asla bir Rüzgar Taşıyıcısı olamayacağım..." diye fısıldadı. "Eğitimim ertelendi ve bir türlü... Bir türlü gerekli eğitimi alamadım. Sonra sen doğdun, savaş patladı ve ben... Zayıf ve işe yaramaz bir—Rüzgar Taşıyıcısı oldum..."

Angin ağabeyinin hıçkırdığını duyunca, eliyle ağzını kapattı. Onu sakinleştirebilir miydi? Hayal kırıklığını, kederini anlayabilir miydi?

Tereddütle de olsa, eliyle ağabeyinin omzunu okşadı. "Abang... Ağlama..."

"Geceleri bir süredir gizlice eğitim yapıyordum..." dedi Beliung titrek bir nefes verirken. Elinin tersiyle gözlerini silmeye çalışıyordu—gözyaşları dursa belki de başarılı olabilecekti. "Fakat bedenim kaldırmadığı için hasta oldum. Voltra başından beri seni eğitme biçimimi onaylamıyordu, ama şimdi benim yaşadıklarımı da onaylamıyor... Kimse beni anlamıyor..."

Angin biraz acımasızca, "Kimse seni anlamıyorsa anlatmadığın içindir." diye homurdandı fakat Beliung bir karşılık vermeden, odanın kapısı açıldı.

Enerjik olmakla hiperaktiflik arasında bir kişiliğe sahip olan Nova, hızla yaklaştı ve yüzü hala taze gözyaşı izleriyle dolu Beliung'u kolundan çekerek ayağa kaldırdı. "Hadi ama Bel~, neyin var senin? Gel ve bize yardım et. Neşen yerine gelecek, emin ol bana!"

"Ne oluyor?" Gözlerinin ağlamaktan kızardığını gizlemeye çalışan Beliung ve meraklanan Angin aynı anda sormuştu.

Nova ikisinin de bir yaprak hışırtısı duymuş tavşan gibi gerildiğini fark edince, kahkaha attı. "Siz kesinlikle tuhafsınız. Bir şey olduğu yok, sadece..."

"Kamp yapacağız!"

Devam edecek...

Bu arada kesinlikle sizi oyalamaktan hoşlanıyorum. Şimdi heyecanlı kısma hemen gelsek eğlenmezsiniz, bu yüzden size biraz roman havası vereceğim. Hehe.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11