OVERLAPPİNG STORMS- 18
Sonunda en azından fluff ile başlayan bir bölüm.
18: Kardeşimle Bir Gün
"Angin... Angin, psstt! Uyan."
Angin gözlerini ovuşturdu, hımmladı, bir şeyler mırıldandı ve sonra sırtını dönerek uyumaya devam etti.
Bu onu uyandırmaya çalışan Beliung'u eskiden sinirlendirdi, şu ansa gözleri merhamet ve biraz da muziplikle parlıyordu.
"Hmmm~ O zaman belki de parka sensiz gitmeliyim~" dedi sahte bir üzüntüyle, parmağını çenesine vurarak.
"Parka mı?" Angin o kadar hızlı doğruldu ki, başı döndüğü için neredeyse tekrar yatağa düşecekti. Buna rağmen, gözleri sevinçle parlarken, "Gerçekten mi?" diye sordu. O başını sallayınca, ranzadan aşağı süzüldü ve kollarına atıldı.
Beliung onu yakalarken, "Yavaş, beni düşüreceksin!" demesine rağmen gülüyor, Angin ise nefes almadan, "Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim..." diye mırıldanıyordu.
Okuyucularımız Angin'in neden bu kadar sevindiğini merak ediyor olmalılar. Anngi doğduğundan beri yakasını bırakmayan sıkı eğitimler yüzünden, parka gitmek, arkadaş edinmek gibi eğlenceli aktivitelere ayıracak vakti hiç olmamıştı. O, çocukluğunu diğer çocuklar gibi neşe ve kahkahayla değil, yorgunluk, yetersizlik ve kaygı gibi boğucu hislerle geçirmişti.
Şimdiyse, Rüzgar Elementini Beliung'un tabiriyle, 'eh, idare eder derecede iyi' kullanabildiği için eğitimleri epey hafiflemişti.
"Teşekküre gerek yok, eğleneceğiz ve tadını çıkaracağız." dedi Beliung, saçlarını karıştırırken gülümsemesi yavaşça, keder ve hayal kırıklığı karışımı bir duyguyla solmuştu. "Çok ciddisin Angin. Senin bu yaşta bu kadar ciddi ama ürkek olmana gerek yok. Gülmeli, hayatın tadını çıkarmalısın."
Elbette bunların hiçbirini ona söylememişti.
"O zaman?" Angin neşeyle ellerini çırparken, ağabeyine ışıltılı bir şekilde gülümsedi. "Gidelim!"
"Tamam, yavaş ol biraz." Beliung kıkırdadı ve belki de onun neşesi yüzünden, bir anlığına eskisi kadar mutlu hissetti. "Peki~ Sence Rüzgar Taşıyıcıları parka giderken nasıl giyinmeli?"
"Bu bir şaka mı?" diye sordu Angin boş gözlerle. "Hani öyleyse, hiç komik değil. Dışarı çıkarken normal insan olmak istiyorum, Rüzgar Taşıyıcısı değil."
"Rüzgar Taşıyıcısı olmak havalıdır ve tabii sorumluluk da gerektirir." dedi Beliung ciddiyetle.
"Yani? Eğitim kıyafetleri mi?" diye sordu Angin dudaklarını büzerek fakat Beliung eğlenmeyi bitirmiş gibi görünmüyordu. Dilini çıkardı ve zafer işareti yaptı. "Yani~ Bunun doğru bir cevabı yoktu."
"Harika ve çok komik." diye homurdandı Angin kıyafet dolabına yürürken, gözlerini devirerek.
"Beni utanç verici duruma düşürüyorsun." diye karşılık verdi Beliung, suratını asarak.
"Kendi kendine utanmaya devam et, ben üzerimi değiştireceğim." dedi Angin alaycı bir tavırla fakat Beliung kolunu tutunca irkildi. Aslında ağabeyi son derece nazik davranarak tutmuştu, fakat yine bunu beklemeyen Angin'i korkutmuştu. "N-ne oldu?"
"Kazakla sıcaklarsın." dedi Beliung, umursamaz bir ifadeyle, elinde tuttuğu kazağı işaret ederken. "Kapüşonlu ya da benzeri bir şey giy."
"Peki..." Angin kazak yerine lacivert bir kapüşonluyu seçerken, omuz silkti. Ne giydiği onun için pek de fark etmiyordu açıkçası...
Beliung ise, mavi bir kapüşonluyu, beyaz bir tişörtü ve kırık beyaz, bol bir paraşüt pantolonu seçmişti (kıyafet zevkimi sorgulamayın).
İkisi de hazır olduğunda, Beliung'un ona gösterecek bir şeyi daha vardı.
Sanki oyalanıyormuş gibi, odanın güneşliğini açtı, yatağını düzeltti ve sonra... Yatağın yanında duran komodinden küçük bir anahtar çıkardı. Angin'in şaşkın bakışları altında dolabın alttan ikinci çekmecesinin kilidini açtı.
Bu çekmece, ondan izin almadan karıştırdığı için Angin'i azarladığı çekmeceydi¹.
Çekmeceyi açtı ve özellikle kitap görünümlü kutunun dışında bırakılmış gibi görünen iki topacı alıp, birini Angin'e uzattı. Diğerini ise ışığa tutarak inceledi; gözleri ağır, boğucu bir hisle kısılmıştı.
İç çekti ve Angin'in dikkatini daha fazla çekmemek adına, ayağa kalktı. "Hadi gidelim."
Sessizce sofadan geçtiler ve aynı sessizlikle merdivenlerden indiler. Geri kalan herkes derin bir uykudaydı, bu yüzden kimseyi rahatsız etmemeleri gerekti.
Beliung'un bahsettiği park, evden 5-10 kilometre uzaklıkta, toplu taşıma kullanarak gittikleri bir yerdi. Yolculuk sırasındaysa, iki ufak kaza dışında bir şey olmadı.
İlkinde, Beliung Angin'in elini tutmuş, binmeleri gereken otobüsü kaçırmamak için koşarken, yanlışlıkla birine çarptılar. Elbette önemli bile değildi -çarptığı kişi de aynısı söylemişti- ama Beliung yabancı insanlarla konuşmaktan, özellikle de fiziksel temasa geçmekten pek hoşlanmazdı.
İkincisinde ise, otobüsten indikleri sırada gerçekleşti. Angin her zamanki fevriliğiyle, parkın bulunduğu yere, yani karşı kaldırıma geçmek istedi ve arabaları hesaba katmadan koşmaya başladı.
Panikten hiçbir şey yapamayan Beliung ona bakakaldı; eğer Angin Rüzgar gücüyle karşı kaldırıma uçmasaydı, onu kurtaramazdı.
Transtan çıkan Beliung aceleyle karşıya geçti ve Angin'i azarladı. Aslında bu bile, ne kadar endişelendiğinin bir işaretiydi.
Sonuç olarak, parka gelebilmişlerdi.
Bu park, görebileceğiniz en iyi parklardandı. Etrafta güzel ve serin gölgeleri bulunan çınar ağaçları vardı. Ağaçların altında ve parkın etrafında banklar ve üstü kapalı çardaklar vardı. Parksa... Bildiğiniz parktı; birkaç çift salıncak, bir iki tahterevalli, kaydıraklar...
"Parka gideceğiz dediğinde bu kadar uzağa gideceğimizi düşünmemiştim..." Angin iç çekti ve midesi guruldayınca, hiç suçluluk duymadan Beliung'a bıkkın bir bakış attı. "Aç acına mı—"
"Elbette hayır! Bunu düşünmeden geldiğimi mi sanıyordun?" diye çıkıştı Beliung ve eliyle ilerideki bir yeri işaret etti. Rüzgarla birlikte sallanan tabelanın üzerinde şey yazıyordu...
"Bir erişte dükkanı mı?" Angin kafa karışıklığı ve biraz da merakla başını eğdi. "Erişte mi yiyeceğiz? Kahvaltıda?"
"Koş koş!" Beliung onu duymamış gibiydi, gözleri heyecanla ve onu çekerek, dükkana koştu. Angin'se, ağabeyinin bu hareketlerine şaşırsa da, onu takip etti—zaten Beliung bileğini sıkıca tutarken başka bir seçeneği yoktu ki!
Dükkanın kendisi de, dışarıdan göründüğü kadar güzeldi. Duvarlar sanki sosla kaplanmış bir erişte gibi, beyaz üzerine turuncu desenliydi. Küçük self-servis tezgahı dışında her yer oturacak alanlardan oluşuyordu. Duvar kenarlarına sedirler konmuş, bazı masalar ve sandalyeler de sedirlerle birleştirilmişti. Tavandaki avizelerin şekli ve rengi de bir şekilde erişteleri anımsatıyordu.
Bu yüzden dükkan sahibi kadının çekik gözlü, Güney Asyalı biri olmasına şaşırmadılar.
Beliung kendisine oldukça baharatlı bir erişte tabağı sipariş ederken, Angin daha hafif bir şeyler tercih etti.
"Abang sana gerçekten inanamıyorum..." diye mırıldandı Angin, tuhaf tuhaf ağabeyine bakarken.
Acı ona dokunmuyormuşçasına hızla yiyen Beliung durdu ve erişteyi daha 'hürp' diye yutarken (anladın işte), "Niye ki?" diye sordu. "Çok iyi değil mi?"
"İyi mi?! Çok acı!" dedi Angin suratını buruşturarak. Az önce denemek için biraz yemiş ve çok acı gelmiş, bir süre acıdan kıvranmıştı. Ağabeyi ise gözünün önünde bir tabağı silip süpürmüştü—hem de gözünü bile kırpmadan.
"Bir aralar Hint sokak lezzetlerine düşkündüm, çok acıydı ama seviyordum. Belki oradan kalmıştır." dedi Beliung umursamaz bir tavırla, tabakları tezgaha götürürken. "Şimdi ödemeyi yapıp parka gidelim."
"Sen gerçekten inanılmazsın..." dedi Angin fakat daha fazla yorum yapmadı.
Dükkandan çıktıklarında, Angin bir muziplik yapmak istedi ve Beliung'un elinde sıkı sıkı tuttuğu topaçlar kaptığı gibi, koşmaya başladı. Ama bu, onun üzerine beklenmedik bir etki oluşturdu.
Beliung ilk saniyede ne olduğunu kavrayamadı, gözleri şaşkınlıkla açıldı. Sonra ne olduğunu anladığında, nefesleri hızlanmaya başladı; onun peşinden koşmak istedi fakat bir adım olsun atamadı. Sadece çaresiz, neredeyse ağlamaklı denebilecek bir sesle, "Angin!" diye bağırdı.
Ses tonundaki ağırlığı fark eden Angin durdu ve dikkatle ona baktı. Bir an ne olduğunu anlayamadı—çok farklı bir Beliung'la karşı karşıya kalmıştı. Sinirli değildi, soğuk değildi ama gülmüyordu da. Aksine... Ağlamak üzereydi ve eğer koşmaya devam ederse, oracığa çöküp hıçkırıklara boğulacağından emindi.
Beliung... Hayatının son parçasını götürüyormuş gibi, korku ve kaygıyla bakıyordu. Onun bakışlarını takip ettiğinde, topaçlara baktığını fark etti. "Onları... Onları istiyor..."
Beliung birkaç kararsız adım attıktan sonra, aniden yere, parkın etrafına çevreleyen demir çitlerin dibine çöktü.
"Abang!" Angin daha fazla tereddüt etmedi. Koştu ve elinde tuttuğu topaçlardan birini Beliung'un eldivenli eline bıraktı. "Beraber oynayabiliriz...?"
Kimi, ne için teselli etmeye çalıştığı konusunda oldukça kafası karışmış olsa da, boş gözlerle kendisine bakan ağabeyine gülümsedi ve başını salladı.
"Bunlarla... Nasıl oynandığını biliyor musun?" diye sordu Beliung şaşkınlıkla ona bakarak—şimdi biraz daha normal ve mutlu görünüyordu.
"Elbette. İpi dolayıp çekiyorsun ve uuuuu! Rüzgar esiyor." dedi Angin, ellerini havaya kaldırarak.
"Harika..." Beliung ona bakarken dalgın görünmesine rağmen, hafifçe kıkırdadı ve ayağa kalktı. "O zaman oynayabiliriz."
"Peki rüzgarın aniden bu kadar sert esmesi insanları korkutmayacak mı?" diye sordu Angin, biraz şüpheyle parktaki tek tük insanlara bakarken.
"Zaten sadece ölümlü insanlar rüzgardan korkar." dedi Beliung küçümser bir ifadeyle.
"Şey, insan olmasak da, biz de o 'ölümlü' varlıklardanız abang."
"Kimin umurunda? Biraz da biz eğlenelim!"
İki kardeş bir süre topaçlarla oynadılar. İkisi de aynı anda topacın ipini çekiyor, oluşan rüzgarı, ata binercesine kullanarak gökyüzüne kadar çıkıyorlardı. Aşağı süzülürken de, kahkahalar atıyorlardı.
"Şimdi biraz da sallanalım!" dedi Angin bir süre sonra ve bunun üzerine salıncaklara geçtiler. Daha doğrusu, Angin oturdu ve Beliung... İki elinde oluşturduğu küçük, çok küçük rüzgarı salıncağa yönelterek onu salladı.
"Bir yandan da kendimi eğitmiş olacağım..." diye düşündü, her hareketinde damarlarını mavi bir ışıkla parlatan rüzgar hafifçe saçlarını yalarken. "Umarım..."
Bir süre Angin'i salladıktan sonra, çocuk kendisi sallanmak isteyince onu bıraktı ve rüzgarı kullanarak salıncakların tepesine çıkıp, direğe oturdu. Havadar ve güzel.
Ama her zaman, anın güzelliğini bozacak bir şey yaşanır.
Beliung rüzgarının dengede olup olmadığını, kendisine zarar verip vermediğini kontrol etmeye yarayan saatine baktığında, gözleri irileşti. "Yo hayır..."
Günlük kullanma sınırı yalnızca beş kilometreydi -kendini eğitmeye başladığında rüzgarını kullanamıyordu bile ama yine de çok düşük bir rakamdı- ve o bunu aşmış, yirmilere, otuzlara kadar çıkmıştı. Ona zarar gelmeyecekti ama...
"Angin!" Telaşla yere atlarken, istemsizce rüzgarını kullanarak süzüldü ve bu daha da paniklemesine neden oldu. "Eve gidip -ah- diğerlerini çağırmalısın!"
"Neler oluyor abang...?" Angin sakin kalmaya çalışarak, salıncaktan indi ve ağabeyinin kolunu tuttu. "Tek başıma mı?... Emin misin? Kafayı sıyırmadın değil mi?"
"Hayır ama lütfen— eve gitmek zorundasın... Ah!" Beliung başını tutarak yere çökerken, ona belki de ilk defa yalvaran bir bakış attı. "Angin... Kaçmalısın... Kontrolümü kaybetmek üzereyim..."
"Ama o zaman—insanlara zarar vereceksin!" diye bağırdı Angin, kendisini hatırlayarak ve Voltra gibi onu bayıltabilmeyi umarak, Beliung'un üzerine atıldı.
"Angin, hayır!" Beliung onun amacını anlamıştı, fakat çok geçti. Ellerinden gözlerindekilere kadar tüm damarları mavi bir ışıkla parladı. Kirpiklerini birkaç kez kırpıştırdığında, gözleri beyaz, bembeyaz bir ışıkla parlamaya başlamış, irisleri bile neredeyse görünmez olmuştu. Hiçbir yerini hareket ettirmemiş olmasına rağmen, etrafından yayılan kuvvetli bir rüzgar her şeyle birlikte Angin'i de ittirdi.
Çocuk temkinli davranarak, bir ağacın altına çekilirken, korkuyla Beliung'un kontrolünü kaybetmiş versiyonunu izlemeye koyuldu. "Çok güçlü..."
Gerçekten de, daha önce benzerini görmediği sert bir rüzgar esmeye başlamıştı.
"Buralarda sekiz-dokuz yaşlarında bir çocuk olacaktı... Nerede o, hmm? Ahahahaha!" Beliung çılgın bir kahkaha attı ve rüzgar daha da kuvvetlendi. Oradan geçen fakat dehşetten donup kalan bir kadını rüzgarıyla yakaladı ve kendisine yaklaştırdı. "Nerede o? Bilmiyor musun? Çok yazık~"
"Eğer ortaya çıkarsam onunla savaşabilirim... Ama ortaya çıkmazsam insanlara zarar verecek..." diye düşündü Angin ve tereddütle de olsa, ağacın altından çıkıp, ona seslendi. "Abang, eğer beni arıyoran, ben buradayım."
"Oh?" Beliung göz ucuyla, ilgisizce o tarafa baktı fakat onu gördüğünde yüzündeki çılgınca sırıtışı genişledi. Hala rüzgarıyla sıkı sıkıya tuttuğu kadını neredeyse yere fırlatırken, bu sefer onu yakaladı.
Angin rüzgarın nazik, fakat tehditkar derecede sıkı bir şekilde kendisini sardığını ve çektiğini hissedince, derin bir nefes aldı. "Sakin kalmalıyım..."
Beliung onu kendine yaklaştırırken, tatlı ama zehir gibi bir sesle, "İşte buradasın." dedi. Bembeyaz gözleri sırıtışı yüzünden hilal şeklini almıştı.
"Hadi bakalım... " Angin ciddi kalmaya çalışarak gözlerini Beliung'un beyaz gözlerine sabitlerken, yutkundu.
"Bakalım bu sefer bizi ne bekliyor?..."
Devam Edecek...
¹: Bakınız O.S 6. bölüm.
Heheee, size heyecan yaşatmaktan oldukça hoşnut olduğumu söyleyebilirim. Ama cidden, bu daha başlangıç. Haftaya birkaç misafirimiz olacak ve kafalarınız karman çorman olacak.
Neyse, neden spoiler veriyorum ki? XD
Ve ASLA bölümün fluff ile biteceğini söylemedim! Sakın baştaki nottan dolayı bana kızmaya kalkışmayın!
İletişim: mercan.tasarim11gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder