OVERLAPPİNG STORMS- 19

 19: Rüzgar Savaşları

"Anne, şurada ne oluyor?"

Sokakta aceleyle yürüyen genç kadın, çocuğunun sorusu üzerine bakışlarını yanından geçtikleri parka çevirdi. Gördüğü manzara onu öylesine dehşete düşürdü ki, acele etmeyi bile unutarak, "Aman Allah'ım..." diye fısıldadı. Sonra çocuğuna döndü ve gülümsemeye çalıştı. "Bilmiyorum tatlım, hadi biz yolumuza devam edelim..."

Manzara gerçekten dehşet saçıyordu ama herhangi bir şiddet izi olduğu için değil, olağanüstü göründüğü için.

Parkın etrafındaki yaşlı çınarların dalları, rüzgarın etkisiyle bir o yana bir bu yana savruluyordu. Bu rüzgarın ortasında, en fazla yirmi yaşında olabilecek bir genç ve sekiz-dokuz yaşlarında bir çocuk vardı.

Bunlar, gittikçe daha da tehlikeli hale gelen Beliung ve kendisini sıkıca tutan rüzgardan kurtulamayan Angin'den başkası değildi.

"Sana defalarca dedim! Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum!"

"Ah~ Bırakırsan senin için kolayca yapabilirim~"

Gittikçe kontrolü tamamen rüzgarın eline geçen Beliung¹ Angin'den, gücünü kendisine vermesini istiyordu. Bu sayede daha güçlü, daha çılgın ve daha acımasız olacaktı ama tabii o sadece güçlü olmak için istiyordu.

Angin, kendisini sıkıca kavrayan ve gittikçe sıkılaşan rüzgardan kurtulmak için kıvranırken, "Gücümü sana vermeyeceğim..." diye hırladı.

"Oh, ne kararlı bir ruh..." diye dramatik bir iç çekti Beliung. Elini yumruk yaparak onu tutan rüzgarı sıkılaştırırken, "Ne var ki eğer fazla kararlı davranırsa ondan kurtulmak zorunda kalacağım..." diye ekledi.

"Bunu yapmazsın..."  diye fısıldadı Angin güçlükle. Kendisini sıkıştıran, etrafındaki havayı da boğucu bir hale getiren rüzgardan dolayı sesi fazla çıkmamıştı.

"Yaparım." dedi Beliung acımasız bir sırıtışla ve rüzgarıyla Angin'in her tarafını sararken, sahte bir ifadeyle dudaklarını büzdü. "Eğer istersem... Etrafındaki tüm havayı çekip alabilirim ve böylece sen de—"

Kendisine doğru gelen rüzgar küresini fark edince kaşları çatıldı ve havada küçük bir takla atarak -zaten havada süzülmekteydi- ondan kaçındı.

Biraz sinirli görünmesine rağmen, sırıtışı daha da genişledi. "Ooh~ Demek savaşmak istiyorsun~ Hahaha..."

"Kapa çeneni!" diye bağırdı Angin, olduğundan daha parlak görünen gözleri öfkeden dolayı kısılmıştı. Ne yazık ki o da kontrolünü neredeyse kaybetmiş, rüzgar kürelerini düşüncesizce ona fırlatıyordu.

"A~ Sinirleniyor musun?" Beliung süzülerek biraz daha yükseldi ve Angin'in arkasına geçti. Memnun bir ifadeyle gözlerini kapatırken, "Eninde sonunda gücün benim olacak..." diye fısıldadı ve rüzgar sesini taşıyarak, çocuğu ürpertti.

Angin hızla arkasını döndü fakat kontrolünü yarı yarıya kaybettiği için, refleksleri hem hızlı ama hem de kullanışsızdı. Yeterince hızlı davranamadığı için, Beliung'dan gelen güçlü bir rüzgar onu yere savurdu.

"Ah..." Angin doğrulmaya çalışırken, omzunu tuttu ve acıyla tısladı. Düşerken ağaç dallarına çarpmış ama bu düşme hızını pek yavaşlatmamıştı.

Eh, bardağın dolu tarafından bakacak olursa, en azından acı onu kendisine getirmişti². Ve kötü tarafıysa... Kontrolden çıkmış, çılgın ağabeyinin pençesine düşmüştü.

Beliung süzülerek yere indi, dudaklarındaki sinir bozucu sırıtış hala bozulmamıştı. Acısını umursuyor gibi görünmüyordu. Gözlerinin içine bakarken, "Hmmm~ Kaçışın çok kısa sürdü değil mi~?" diye onunla alay etti.

Angin onun beyaz ışıkla parlayan gözlerinden dolayı ürperirken, neredeyse fısıltı sayılabilecek kadar zayıf bir sesle, "Ben... Kaçmıyordum..." diye itiraz etti.

"Kaçıyordun ya da kaçmıyordun, rüzgarını teslim etme zamanı—" dedi Beliung sertçe, ilk kez sırıtışı kaybolurken fakat sözünü tamamlayamadan, Angin zar zor da olsa doğruldu ve... sıkıca beline sarıldı.

Beliung birkaç adım geri sendelerken, gözlerini kırpıştırdı. Bilinçaltında hala Angin'in ağabeyiydi. Kontrolden çıkmış olsa da, onu bu haliyle hatırlayamasa da, bu kucaklaşma yaşanan bir anıydı.

Ne var ki bu farkındalık ve déja vu hissinin etkisi çok kısa sürdü. Beliung Angin'i sertçe ittirdi ve yere savrulan, artık kalkacak gücü kalmayan çocuğa merhametten yoksun bir bakış attı. Elini açtı ve avucunda mavimsi bir küre belirdi. Eğer bunu kardeşine yaklaştıracak olursa gücünün hepsini çekip alabilirdi.

Angin kaderine boyun eğmişti, Beliung gücünü istiyorsa alabilirdi. Ama sonuçları felaket olurdu... Bu yüzden bir rüzgar küresi daha oluşturmaya çalışarak, son bir direnme girişiminde bulundu.

Beliung gözünü bile kırpmadan, elini yumruk yaptı ve onun etrafındaki oksijeni yok etti. Çocuk kısa süre içerisinde baygın düşerken, yüzüne memnun, tatminkar bir sırıtış yayıldı. "Artık kimse beni engelleyemez! Ahahaha—!"

Fakat fazla sevinmeye vakit bulamadan, birinin kendisine seslendiğini işitti.

"Hey, çocuk!"

Başını çevirdi ve ilgisiz gözlerle arkasındaki kişiye baktı. Yaşı pek belli olmayan ama genç olduğu belli olan, başlığı olan siyah bir pelerin giyen ve siyah bir maske takan biriydi bu adam. Tüm bu kıyafetleri yüzünden ne ifadesi, ne de gözleri fazla görünmüyordu.

Beliung'un dudakları küçümser bir gülümsemeye kıvrıldı ve Angin'i bırakarak, genç adama döndü. "Bir Dünyalı. Bana meydan okuyor ve de bana 'çocuk' diyor? Benim kim olduğumu bilmiyor!"

Genç adam gözünü bile kırpmadan, "Sıradan birisin işte." diye homurdandı. Etkilenmiş görünmüyordu.

"Hmmm~ Madem oynamak istiyorsun..." Beliung tüm rüzgarını etrafında toplarken, çılgınca bir kahkaha attı. "O zaman hadi oynayalım!"

Genç adam olağanca hızıyla üzerine gelen Beliung'tan korkmuş gibi görünmedi. Sadece peleriniyle yüzünü örttü ve—

"Ne-ne?! Nereye gitti?" Beliung etrafına bakarken, afallamış görünüyordu.

"Buradayım..."

Beliung arkasında beliren genç adama öfkeyle baktı ve tekrar, daha da hızlı bir şekilde atıldı. Fakat tam yakaladığını düşündüğü sırada tekrar yok oldu, üstelik eğer tam vaktinde durmasaydı, olmadık yerlere savrulması işten bile değildi.

Bu böyle devam etti, ta ki Beliung artık tüm odağını ve reflekslerini adama odaklayana kadar.

"Buradayım, hey."

Artık bitkin düşmüş, doğru düzgün düşünemeyen Beliung son bir çabayla, hızla atıldı fakat adam bu sefer yok olmak yerine, yalnızca kenara çekildi.

Beliung adamın yanından geçip giderken, tuzağın farkına vardı ancak durmayı düşünemeden, olağanca hızıyla çınar ağacının sert gövdesine tosladı.

Bilincini kaybetmeden önce, genç adamı gördü, ya da gördüğünü sandı. Genç ona baş parmağını kaldırdı ve sırıttı. "Ben kazandım."

Ve görüşü karardı.

...

"Ah..." Bir süre sonra, Beliung kendine geldi. İnleyerek doğrulurken, oldukça sert çarptığı için zonklayan başını tuttu ve sersemce etrafına baktı. "Neredeyim?... Ah, doğru..."

İyi haber, devlet mülküne zarar vermek veya insanları yaralamak gibi bir belaya neden olmadan normale dönmüştü. Kötü haber, parkı birbirine katmış, insanları korkutmuş ve... kardeşi... kardeşi!

Beliung hızla doğruldu ve sendeleyerek, ilerideki bir ağacın altında baygın yatan kardeşine koştu. Gözlerinin yandığını hissedebiliyordu.

Titreyen elleriyle kardeşinin ellerini tuttu, sonra çocuğu dikkatlice kucakladı. Nefesleri panikten hızlanmıştı. Mavi gözleri her an akabilecek iki büyük gözyaşıyla parlıyordu. "Angin, uyan..."

Beliung'un sır gibi sakladığı kabuslarında gördüğü şeylerden biri de buydu—kendi ailesine, kendi kardeşine zarar vermek...

Angin'i göğsüne bastırırken, gözyaşlarının yanaklarından aşağı süzüldüğünü hissedebiliyordu. "Ö-özür dilerim Angin... Be-ben seni... koruyamıyorum... Yeterince... yeterince güçlü değilim..."

"Hm... Ah... A-abang?" Belki Beliung'un sesinden dolayı, belki de kendiliğinden, yavaş yavaş kendine gelmeye başlayan Angin, ağabeyinin karmakarışık duygularından habersiz bir şekilde mırıldandı. "...Ne oldu?"

"Ha?" Beliung biraz geri çekilerek -tabii Angin'i bırakmadan- ona baktı. Sonra, gözleri hala gözyaşlarıyla parlıyor olmasına rağmen, gülmeye başladı.

Angin de gevşeyerek gülümsedi ve ağabeyine, onun yaptığından daha sıkı sarıldı. Beliung gülerek gerginliğini boşaltırken, o da her şey bittikten sonraki o sakinliğin tadını çıkarttı.

Sonunda tamamen rahatlayan ağabeyi gözlerini sildi ve gülümseyerek Angin'e baktı. "O zaman... artık eve dönebiliriz."

"Dönelim tabii de..." Angin ayağa kalktı ve üstünü silkeledikten sonra, düşünceli bir şekilde ağabeyine baktı. "Diğerlerine söyleyecek miyiz? Hadi diyelim söyledik... Ne tepki verecekler?"

İkisi de bir an durdu ve tepkilerini hayal etti.

Voltra muhtemelen inanılmaz endişelendiği için inanılmaz kızacak, ikisini azarlayacak, sorumlu kişi olduğu için Beliung'u artı iki posta daha azarlayacak ve bir daha dışarı yalnız gitmelerine izin vermeyecekti. Crystal ise endişelenecek ve günlerce ikisini de göz hapsinde tutacaktı— ki bu çok daha kötüydü.

"En iyisi söylememek." dedi Beliung hızlıca. "Bizi anlayacaklarını sanmıyorum."

Angin de başını sallayarak onayladı.

İşte bu yüzden, hiçbir şey olmamış gibi neşeyle -tabii Beliung her zamanki ciddiyetiyle- eve döndüler.

...

"Ah~ İyi bir duş gibisi yok, değil mi abang?"

Beliung elindeki kitaptan başını kaldırdı ve odaya giren kardeşine boş bir bakış attı. "...Evet."

"Abang Voltra ve Crystal'in bizden şüphelenmemesi şaşırtıcı değil miydi?" diye devam etti Angin, oldukça alakasız bir konu olmasına rağmen. "Sanırım sana güveniyorlar."

Beliung omuz silkti ve cevap vermeden kitap okumaya devam etti. Ama Angin bir anda öyle bir bağırdı ki, neredeyse kitapla beraber yataktan aşağı yuvarlanacaktı.

"Aaaaa!"

"Ne-ne oluyor?! Neden bağırıyorsun?!" Beliung sanki her an pencereden veya kapıdan bir bomba içeri girecekmiş gibi gerilirken, Angin, "Topaçları unuttuk abang!" diye fısıldadı.

Beliung'un gözü seğirirken, yatağından bir tane yastık alıp ona fırlattı ve, "Yüreğime indiriyordun!" diye tısladı. "Topaçları yerine koydum, seni şapşal!"

"E-eh, nereden bileyim ben, görmedim ki?..."

"Sen gerçekten..." diye başladı Beliung ama söylenmek yerine, sinirle güldü ve kitabını yerden alıp, okumaya devam etti.

Bu sürtüşmelere rağmen, ilişkileri düzelmeye başlamıştı ve herkes gizliden gizliye bunun farkındaydı.

Bağırış yüzünden endişelenen, odaya göz atınca da onların aralarında geçen küçük sürtüşmeye şahit olan Crystal etkilenmiş bir şekilde, "Yıllar sonra onun bu kadar canlı olduğunu görmek gerçekten güzel..." diye fısıldamıştı.

Sadece gülmesi değil, Angin'le konuşması bile başlı başına bir şeydi ve bunu Crystal ve Voltra'dan daha iyi bilecek kimse yoktu.

Beliung açılmaya başlamıştı ve bunun anlamı da şuydu:

Zaman geçmiş, geçmişte büyük yaralar alan Beliung iyileşmeye başlamıştı.

Devam Edecek...

¹: Bunun anlamı şu: Beliung hala aynı ama kontrolü rüzgar gibi dengesiz ve cansız bir şeyin eline geçtiği için, düşünerek değil, rüzgar gibi spontane ve duygusuz hareket edecektir.

²: Acı, aslında sinirlerin beyni uyarması demektir ve bu kontrolünü geçici ve kalıcı olarak geri kazanmasını sağlayabilir.

Heheeeee, bu bölüm de iyiydi değil mi? Bu arada ben Embéria Aéris'im ama yazar arkadaşlarım benim Taufan olduğumu kabul ettiler. Hehe.

İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11