POİSON NOİR- BÖLÜM 4 (REWRİTE)
Bölüm 4: Saklı Taş
"Ne yapıyorsun Tau?"
Taufan irkildi, neredeyse elinde tuttuğu bıçağı düşürecekti. Refleksle, elini arkasına attı ve rahat görünmeye çalışarak mutfak tezgahına yaslandı. "Oh, Gem... Öyle. Öylesine duruyordum."
"Arkandaki şey düşündüğüm şey mi?" diye sordu Gempa gözlerini kısarak ve elini beline yaslarken, iç çekti. "Göster."
"Neyi?" Taufan suç üstü yakalanmış bir çocuk gibi sırıtırken, bakışlarını olabildiğince Gempa'dan uzakta tutmaya çalışıyordu.
"Taufan. Kes şunu." dedi Gempa alçak sesle ve elini uzattı. "Ver."
"Üf, senden bir şey saklamak çok zor." diye yakındı Taufan suratını asarak ve arkasında tuttuğu bıçağı Gempa'ya uzattı.
"Umarım elini kesmemişsindir..." dedi Gempa sakince, ama Taufan altında yatan imayı bildiği için, korkudan hafifçe titredi. "Ha-hayır, sadece—"
"Taufan!"
Ah, fark etti bile... Taufan iç çekerek sol avucunda sıkı sıkıya tuttuğu kolyeyi Gempa'nın talepkarca uzattığı avucuna bıraktı.
"Bilmece için mi uğraşıyordun?"
Taufan parmaklarının ucundaki rüzgarla oynamayı bıraktı ve dilini çıkardı. "Hehe. Ne var yani, yeşil bir taş olamaz mı? Eğer öyleyse annemin zümrüt kolyesi de olabilir."
Gempa kolyeyi daha sıkı kavrarken, arkasını döndü. "Annemin eşyalarına... Dokunmamalısın Taufan."
Taufan'ın kaygısız gülümsemesi bir anda soldu. Bir hüzün bulutu gözlerini gölgeledikten sonra, anlayışla hafifçe gülümsedi. Gempa'nın bu konudaki hassasiyetini biliyordu.
Kardeşi mutfaktan çıkarken, omuz silkti ve kendi kendine, "Pekala... En azından denemiş olduk." diye mırıldandı.
...
"Bu taş yerin çok derinlerinde bulunuyor." Solar düşünceli bir şekilde çenesini parmağına vururken, bilgisayardaki bilgileri bir kez daha okudu. "Ama hayır... Oraya inmemizin imkanı yok. Bizim bahçeden denesek bile, günlerce, hatta belki de aylarca kazmamız gerekir. Bu da Duri'nin bahçesini tamamen yok etmek anlamına geliyor... Ah."
"Kendini yormana gerek yok Sol, ben o taşı alabilirim."
Solar iç çekti ve ilgisiz gözlerle yanında beliren Gempa'ya baktı. "Sen nasıl—ah... Tabii!" Sevinçle sandalyesinden ayağa fırladı. Gri gözleri, bir şey bulduğunda olduğu gibi, parlıyordu.
Gempa sessizce kıkırdadı ve Solar'ın saçlarını karıştırdı. "Şimdi kendine bir mola verebilirsin."
Işık elementi sadece baş parmağını havaya kaldırdı ve kalkıp, kendini yatağına bıraktı.
Gempa başını iki yana sallarken, gülmeye devam etti. Açıkçası Işık manipülatörünün bir şey bulduğunda verdiği tepkiyi izlemek inanılmaz keyifliydi.
Az sonra Gempa aşağı indi ve bahçeye çıktı. Ellerini yumuşak toprağa dayadı ve gözlerini kapatarak, taşı hissetmeye çalıştı. Sonra aniden gözlerini açtı ve ayağa kalkarken, gülümsedi. Elini açtığında, avucunda yeşil taş bulunuyordu.
Soluk renkli, ölü görünen taş, zümrüde benziyordu fakat zümrütten farklı bir şekilde, kendiliğinden parlayıp sönüyordu. Belki de özelliği buydu.
"Bu çok hızlıydı." dedi Taufan, etkilenmiş bir şekilde ve taşı elinden kapıp, incelemeye koyuldu.
"Ve şimdi ikinci unsur var." diye mırıldandı Gempa, düşünceli bir şekilde Taufan'ın elindeki taşa bakarken. Gözlerini ne zaman kapatsa Yıldırım manipülatörünün acı dolu ifadesi gözünün önüne geldiği için, suçluluk duymadığı bir gün yoktu.
Aniden çalan saat, ikisinin de dikkatini oraya yöneltti.
Gempa şaşkınlıkla aramayı açtı fakat komutanı gördüğünde, şaşkınlığı endişeye dönüştü. "E-evet komutan?"
"Sektör-C'de bulunan Cocoonbot'u kurtarmanız gerekiyor. Görev bilgilerini saatlerinize göndereceğim. İyi şanslar."
"Oh... Yani bir sesli mesajdı?..." Taufan 'mesajın' anlamını çözemediği için sakince başını sallarken, Gempa'nın sağ gözü seğiriyordu. "Haaa—?!"
"Ah... Hayır." Taufan beklenen tepkiyi -geç de olsa- verdi ve sessizce bir şeyler mırıldanarak, diğerlerine bu haberi vermeye gitti.
Gempa elindeki taşa bakarken, iç çekti. Bazen gerçekten de olmasını hiç istemeyeceği şeyler oluyordu...
...
"Göreve gitmeyi sevmiyorum!" diye bağırdı Blaze, öfkeyle yere tekme atarak. "Bu adil değil! Yaşıtlarımla aynı hayatı yaşamak istiyorum!"
"Element kullanıcısı olduğunda, bunun getirdiği sorumlulukları da otomatik olarak kabul etmiş olursun." diye açıkladı Solar, tabletinden başını kaldırmadan kısaca.
"O zaman şu—"
Gempa iç çekti ve kısaca, "Diline dikkat et Blaze." dedi. Şuan gerçekten onunla uğraşabilecekmiş gibi görünmüyordu.
Oldukça ormanlık bir gezegene gelmişlerdi. Her yer aynı türden, sık dalları ve yaprakları olan ağaçlarla kaplı olduğu için, ormanın içindeki yol gösterici patikalar olmasa kaybolabilirlerdi.
Taufan Halilintar'dan oldukça uzakta, Ais'ın yanında yürüyordu ve oldukça suskundu. Hayır hayır, öyle değil, sadece 'sevgili ikizini' yine kızdırdığı için, yine onun tarafından ağzı bantlanmış ve Ais'ın yanına sürgün edilmişti. Elbette isterse banttan kolayca kurtulabilirdi ama o zaman kim bilir Halilintar ne yapardı.
Derken, sağ taraftaki çalılar hışırdadı ve bu Rüzgar manipülatörünün korkuyla ağzındaki banttan kurtulmasına neden oldu. Ais'a doğru yanaşırken, gergince gülümseyerek, "Burada canavar falan yoktur değil mi?..." diye fısıldadı. "Hani şu, Planet Gurunda'daki gibi?"
"Sanmıyorum, olsa görev tabletinde yazardı ve tabii Solar da bunu söylerdi..." diye mırıldandı Ais, son kısımda alaycı bir tavırla gözlerini devirmişti.
"Ben bu işten gerçekten şüphelenmeye başladım..." Taufan iyice gerilirken, sırıtışı kaybolmuştu. Zaten bir kez daha, çok daha dikkat çekici bir hışırtı üzerine, çığlık atarak Halilintar'ın arkasına gizlendi. "Ah ah! Özür dilerim Hali!"
"Tch, kızmadım bile... Korkak hava kafalı." diye homurdandı Halilintar fakat o da tetikteydi. Yavaşça kılıçlarını çekti ve gözlerini kısarak çalıyı izlemeye koyuldu. Aniden geçen bir karaltı dikkatini çekti ve ileri atılacak oldu, ancak...
Olmasından korktuğu bir şey oldu.
Yıldırım kılıçları yere düşerek yok olurken, Halilintar'ın kendisi de yere çöktü. Bulanıklaşan görüşünü netleştirmek istercesine, gözlerini ovuşturdu fakat hiçbir şey değişmedi.
"—Hali!"
"Ah..." Halilintar kardeşlerinin önünde zayıf görünmekten nefret eden biriydi, fakat yapabileceği bir şey yoktu. Desenler stabil bir hızda, sağ koluna ve sol eline yayılırken, sadece hissedenlerin anlayabileceği tarifsiz bir acı veriyordu.
"—li! Bizi duyuyor musun?"
Gempa... diye düşündü fakat konuşabilecek güce sahip değildi. Gözlerini hafifçe araladı ve sadece başını sallayabildi. Ağzını açacak olursa, inleyebilirdi, ki bu onların önünde yere yığılmaktan on kat daha kötüydü.
"Dayan kardeşim, lütfen dayan..."
Taufan şaşkınlıkla endişeli kardeşini izliyordu. Onu ilk defa bu kadar çaresiz görüyordu. Ve Halilintar'ı da ilk defa bu kadar zayıf görüyordu... Ne hissedeceğini, ne yapacağını bilemediği için izlemekle yetindi.
Yaklaşık bir saat boyunca desenler yayılmaya devam etti. Sonunda durduğunda, bitkin düşen Halilintar uykuya dalarken, kardeşler rahat bir nefes aldılar.
"En iyisi bu gece burada uyuyalım." diye fısıldadı Gempa, karanlık çöktükten sonra—Halilintar'ı rahatsız etmemek için hepsi sessizce konuşuyordu. "Onu daha fazla hareket ettirmenin bir anlamı yok."
Herkes birer uyku tulumu çıkarıp, uzanırken, Gempa diğerlerinden biraz uzağa çekildi. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
Dizlerini karnına çekti ve bakışlarını ağaçların arasından görünen gökyüzüne sabitledi. Öylesine kaygılıydı ki, uyuyabileceğinden bile emin değildi.
"Buraya geleceğini biliyordum."
"Ha?" İrkildi ve şaşkınlıkla arkasına döndü. "Taufan?..."
"Gerçekten güzel bir yer." diye devam etti Taufan gülümseyerek. Başını gökyüzüne kaldırdı ve gözlerini kapatarak, ormanın temiz havasını içine çekti. "Ağaçların arasından gökyüzü görünüyor, temiz oksijen insanı rahatlatıyor... Oldukça şiirsel. Ama gördüğüm kadarıyla sen burada kaygıyla oturuyorsun."
Gempa hafifçe güldü -kardeşinin drama yeteneği gerçekten komikti- fakat hemen ardından iç çekti. "Evet, burada kaygılı bir insan oturuyor."
"Konuşabiliriz." dedi Taufan kısaca, yanına oturdu ve aynı onun gibi, dizlerini karnına çekti.
"Ne konuşabiliriz ki?" Gempa acı acı güldü. "Rol yapacak enerjim kalmadı ve zaten senin yanında da rol yapacak değilim Taufan... Yoruldum. Endişeliyim. Halilintar'ı kaybetmek istemiyorum. Ne diyebilirim? Ya da söyleyeceğin hangi söz beni teselli edebilir?"
"Biliyor musun? Bence en iyisi ağlamak." dedi Taufan umursamaz bir tavırla—o kadar sakince söylemişti ki, Gempa bir an başını salladı. Sonra irkilerek ona döndü. "S-sen—!"
"Herkesin kendine göre bir rahatlama yolu vardır." dedi Taufan gülümseyerek. "Ağladığımda şaşırmayı bırakın ve bırakın—"
Gempa elini omzuna koydu ve sakince gülümsedi. "Ağlayabilirsin. Yanında olacağım."
"İşte benim kardeşim..." Taufan yumruğunu onunkiyle tokuşturdu ve ona yaslandı.
"Yalnız olmaktansa kolayca ağlayan bir kardeşi tercih ederim." dedi Gempa bir anlık bir ciddiyetle ve bunun üzerine ikisi de kıkırdadı.
"Sürekli ağlamıyorum. Sadece sinirlerim Hali kadar dayanıklı değil." diye homurdandı Taufan fakat ikisi de Halilintar'ın aslında o kadar da dayanıklı olmadığını bildikleri için, bu bir bahane sayılmıyordu.
"Ah, nitekim artık yatmalıyız." Gempa ayağa kalktı ve gözlerini sildiği halde, gülümseyerek gökyüzünü seyretmeye devam eden kardeşine baktı. "Ve... Teşekkür ederim. Her şey için."
"Oh? Önemli değil." dedi Taufan her zamanki gibi gülümseyerek fakat başını çevirmemişti. Gempa görmemişti, ama mavi gözleri onunkinden daha büyük bir kaygıyla parlıyordu.
...
Ertesi gün güç küresini buldular—çalıların hışırdamasına neden olanın da o olduğunu öğrendiler.
Eve döndükleri sırada, Gur'latan'dan bir davet aldılar.
Devam Edecek...
Gelecek Bölüm:
"Elementler ve Varisleri."
Heheeee, uzun zaman olmuştu biliyorum! Ama sonunda bitirdim değil mi? Ve tabii, Taufan'ı çok sevdiğim artık hikayelerimde bile belli. Uf.
Yorumlar
Yorum Gönder