POST KAYIP FIRTINA 2: HEADACHES

Bugün saçmalayacağım, kusura bakmayın. 

Kayıp Fırtına Sonrası 2: Baş Ağrıları

Sıradan bir gündü. Kayıp Fırtına'nın üzerinden 2-3 hafta geçmişti. Uyku sorunlarım başlayalı da bir hafta geçmişti. Alışmış mıydım? Kesinlikle hayır.

Ve bu sabah, 11'e kadar uyumamın nedeni de buydu. Gempa beni uyandırmasaydı eminim uyumaya devam edeceğime emin olabilirsiniz.

"Hali... Hey Hali, uyan."

"Bırak... Ah, çilekler..."

Kardeşlerimden sadece Taufan ve ben uyku arası konuşuruz. Ama korkarım ben ondan daha çok saçmalıyorum—muhtemelen gündüz çok (!) ağırbaşlı ve gayet mantıklı davrandığım için. 

Ne olduğunu, Gempa'nın ne tepki verdiğini duymadım, tekrardan derin bir uykuya dalmıştım. Herhalde o an kulağımın dibinde bir sinek vızlasa onu bile duymazdım—ki bu dünyadaki en rahatsız edici seslerden biridir.

"Hali... Haliciğim... Saat kaç oldu biliyor musun? 11. Artık uyanmalısın."

Ah, işte bu sesin kime ait olduğunu biliyordum, Iman'dı. Onun, zayıf yönlerimi bildiğini ve beni oralardan vuracağını biliyordum.

Sabah sabah onun kibarlığı yalnızca sinirlerimi bozuyordu, bu yüzden doğruldum ve uyurken dağılan saçlarımı düzeltmeyi düşünmeden, ona baktım. "Kalktım."

Pek umut verici görünmemiş olmalıyım ki, ablam uzun bir 'hmmm' sesi çıkardı. Sonra şefkatin, gözlerine, oradan da tüm ifadesine yayıldığını gördüm. Bunun üzerine saçlarımı karıştırdığında şaşırmadığımdan emin olabilirsiniz. "Seni uyandırmayı istemezdim ama bu kadar fazla uyuyamazsın."

"Fazla değil..." diye karşı çıktım kısık bir sesle, uykulu halimle bile beni tartışmaya sürüklemeyi başarıyordu. "Eksik olan uykumu tamamlıyordum."

"Biliyorum..." diyerek kabullendi ve bunun üzerine rahatladım. Benimle uğraşmayacaktı.

...Çok erken sevinmiştim.

Odadan çıkmadan önce bir şey hatırlamışçasına durdu ve, "Emily bugün kahvaltıya geleceğini söyledi." dedi. Ses tonundaki alay öylesine belirgindi ki, parmaklarımda kıvılcımlar parladı ve komik bir benzetme olsa da, saçlarım diken diken oldu.

Birincisi, neden sürekli Emily hakkında imalarda bulunuyordu?! İkincisi, neden Emily'nin geleceğini daha erken söylememişti?! Şimdi hazırlanabilecek vakti bulabilecek miydim?!

Görünüşüm için endişelendiğimden değildi, hayır... Ama kimse yabancı bir kızın yanında yataktan yeni kalkmış haliyle durmak istemez, değil mi?

Elektriklenen saçlarımı yatırabilmenin ve kaygıdan uzaklaşabilmenin en iyi yolu duşa girmekti.

...

Duştan çıkınca en sevdiğim şey herhalde saçlarımın alnıma düşmesidir. Normal zamanda saçlarım o kadar kabarır ki, genellikle tarayamam bile—taraktan nefret etme nedenlerimden biri bu. Eğer Gempa veya Iman yardım etmezse, tarak saçlarıma gömülüp kalıyor.

Neyse ki banyodan sonra böyle bir derdim olmuyor—geçici süreliğine.

İç geçirdim. Sanırım üzerimi giyindikten sonra Taufan'dan yardım isteyeceğim. Ya da... Belki de yapmam.

Ah, tabii... Dolabımı açmak demek, ne giyeceğim sorusuna davetiye yollamak demek... Ben asla kıyafetlerim ve dış görünüşüm için kaygılanmam. Hele Emily geldiği için asla! Sadece fazla uykum var... (Tamam, ben bile kendime inanmadım.)

Öylesine bir şeyler giyeceğim işte (iç sesimin çığlıklarını görmezden geleceğim).

Siyah eşofman ve... kırmızı tişörtüm kalmadığı için siyah tişört... Ah, şapkam da siyah, HARİKA. Kendimi yastaymış gibi hissediyorum ama Taufan'ın tişörtlerini giymektense siyah giyinmeyi tercih ederim (onun tişörtleri çok canlı ve... coşkulu).

"Halii!"

"Geliyorum..."

Gempa çağırıyor (onu üst katta ve mutfaktan uzak odalardan birinde olmama rağmen nasıl duyabildiğimi sormayın). Kahvaltıyı hazırlamasına yardım etmemi isteyecek muhtemelen. Taufan yeni başladığı pastacılık kursuna gittiği için ona yardım edebilecek 'aklı başında kişi' ben oluyorum.

Bitkin ve isteksiz adımlarla merdivenlere yürüdüm. Bir basamak olsun inemeden, başımda hissettiğim keskin acı beni basamaklara çökmeye zorladı.

Bu hala oluyordu. Vücudumda hala kırıntıları bulunan zehir ara sıra nüksediyor, beni yere çökmeye zorluyordu. Noir'in TAPOPS hapishanesinde olduğunu bilmesem, geri geldiğini düşünürdüm.

Gempa'nın bana seslenen sesinin sertleştiğini duyunca, hızla doğruldum ve sendeleyerek de olsa, merdivenleri inmeyi başardım. Başarmasına başardım, ama bu başımdaki ağrının inanılmaz derecede artmasına neden oldu. Eğer tam da bu sırada -beni azarlamak için- merdivenlere gelen Gempa'ya yaslanmasaydım olduğum yere çökecektim.

"Ah, oh—iyi misin Hali?"

Gempa'nın endişeli sorusuna verdiğim tek cevap, asla inanmayacağı zayıf bir 'evet' oldu.

Beni merdivenin son basamağına oturttu ve iyi olduğumdan emin olmak istercesine beni süzdü—sanırım ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

Ama değildi.

"Hali... Sana bir şey söyleyeceğim... Ama hiç hoşuna gitmeyecek..."

Başını kaldırdım ve yorgun gözlerle ona baktım. Kötü haberler almaya alışmış birinin sesiyle, "Ne?..." diye sordum.

"Gözlerinin etrafındaki desenler... Tekrar belirmiş." dedi tereddütle.

"Yani...?" Bunu duyduğuma şaşırmamıştım. O baş ağrısından sonra bunu zaten bekliyordum.

"Ne oluyor? Hali?"

"Ne?"

Başımı tutmayı bırakmadan, Iman'a öfkeli bir bakış attım. Olmadık zamanlarda ortaya çıkıp duruyordu, ona gerçekten sinir oluyordum.

"İyi değilsen kalkmana gerek yok." dedi şefkatle omzumu okşayarak ve bu sağ gözümün seğirmesine neden oldu. Ablamın sevmediğim huylarından biri daha. Önce kalk diyor, sonra iyi olmadığımı görünce kalkmana gerek yok diyor. Başından beri zaten kötü olduğumu göremiyor.

Şimdi battaniyemin içinde gömülü olacaktım ve Emily'nin geldiğini ruhum bile duymayacaktı.

"—ister misin?"

Cevap vermediğimi fark ettiğimde, düşüncelere daldığımı belli etmemek için ayağa kalktım. "İyiyim."

"Sen bilirsin." Iman doğruldu ve mutfağa yönelmeden önce, dostça omzuma vurdu. "Bayılmadığından emin ol ama."

Benimle alay mı ediyordu, yoksa gerçekten kastetmiş miydi bilemediğim için, tepki vermedim.

Bir saat, su gibi akıp geçti.

Emily geldiğinde herkes masadaydı.

Herkesin sürekli konuştuğu kahvaltı benim için tam bir eziyetti. Başım ağrıyordu ve midem bulanmaya başlamıştı, buna rağmen yemek yiyordum—ki bu çok zordu. Kahvaltı boyunca pasif dinleyiciydim, birkaç kelime belki konuşmuştum.

Sonunda kendimi sessiz odama atabildiğimde, gerçekten rahatladım. Yorgundum, başım ağrıyordu ve korkarım birazdan Emily gelip bana gözlerimin etrafındaki desenleri soracaktı.

Gerçekten de öyle oldu.

"Hali?"

Başımı, gömüldüğüm yastıktan kaldırıp kapıda duran kıza kısa bir bakış attım, sonra tekrar yastığıma gömüldüm. En ufak bir harekette bile başım zonkluyordu ve sanırım bunun anlamı şuydu... Migren atağı.

Emily yaklaşırken, "İyi misin?" diye sordu ama bu haldeyken, insanların nazik davranışları bana daha çok batıyordu.

Elimi sinek kovalarcasına salladım ve homurdandım. "Değilim."

"Bunu görebiliyorum ve bunun için beni suçlamamana da şaşırdım."  dedi gülümseyerek ve bu tekrar çıkışmama neden oldu. "Biraz daha konuşursan suçlu sen olacaksın!"

"Aaa~ seni yalnız mı bırakayım yani?"

Sanırım herkes benimle alay etmeye bayılıyor.

Cevap vermeden sırtımı döndüm ve gittikçe kötüleşen baş ağrım yüzünden gelen inleme isteğimi bastırdım. Dikkat çekmekten gerçekten nefret ediyorum.

Tabii bu bir migren atağıysa, kusma ihtimalim de var. Midem zaten iyi değil—dört ay boyunca Szcéi'de yaşadım ve yemek zorunda kaldığım şeyleri sormayın. Bu yüzden bol baharatlı Malay yemeklerine henüz alışabilmiş değilim.

Başımda oluşan ani bir zonklamanın sonucunda, bastırmaya çalıştığım inleme ağzımdan kaçtı ve itinayla başımda bekleyen Emily de bunu duydu tabii ki...

Dostum, cidden, yalnız kalmak ve ağlamak istiyorum.

Döndüm ve Emily'e yorgun bir bakış attım. O ise elinde bardakla ve... neyle bekliyordu?

"Iman çok kötü olursan bunları vermemi istedi." diye açıkladı kısaca.

Anlayışlı -düzelteyim, fazla anlayışlı- ablam elbette sadece alay etmeyecek, bana ağrı kesici verecekti. Defalarca gerek olmadığını vurgulamama rağmen.

Emily bardağa ve beyaz hapa uzun uzun baktığımı fark etmişti, bu yüzden içmemi işaret etti. "Hadi, iç şunu."

"Hepiniz gerçekten..." diye başladım ama benim hapı almaya niyetimin olmadığını fark eden Emily, daha fazla dayanamayarak ağzıma tıktı.

Haih, bu kız, gerçekten... Blaze kadar hiperaktif.

"Daha iyi." dedi gülümseyerek ve boş bardağı alarak aşağı indi. Sonunda beni yalnız bırakmıştı.

Ağrım biraz hafiflediği için, uykumun geri geldiğini hissedebiliyordum. Zaten sonrasını hatırlamıyorum, uyuyakalmışım.

Uyandığımda saat öğleden sonra üçtü. Migren atağımın hemen geçmeyeceğini biliyordum, bu yüzden temkinli bir şekilde, bir yerlere tutunarak banyoya yürüdüm.

(Yazar: namaz kılmadın dostum, koş koooş.)

Yapmam gerekenleri hallettikten sonra, yatağıma geri döndüm ve tekrar gömülmüştüm ki... battaniyem aniden beni sarmalayınca, korkuyla bağırdım. Sanırım battaniye de korktu, çünkü o da çığlık atmıştı.

Ne saçmalıyorum? Battaniyeler canlı değildir.

"Hali, boğuluyorum!"

Demiştim değil mi? Bu ses elbette ki Taufan'a ait.

"Sen bittin." dedim sinirle. "Yatağımda ne işin var?"

"Boş ve sıcaktı, ben de sıcak sıcak boşa gitmesin dedim yattım, ne var yani?"

"Senin pastacılık kursunda olman gerekmiyor muydu?"

"Geri döndüm?"

"Ve yatağımı ele geçirdin."

"A-aaaaah, Gempaaaaa!"

Halilintar, 7 Mayıs 2025.

Not: kesin kararımı verdim. Taufan Emily'den çok daha büyük bir baş ağrısına neden oluyor.

H. 07/05/25

Son.

Embéria Aéris.

Hehe. Halilintar'ı yazmak çok zor ama yine de keyifli.

İletişim: mercan.tasarim11gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11