ANA RUTUBETİ- 2
Bu bölüm için bana kızmaya cesareti olan varsa görelim. Hehe. Ne var, zevk alıyorum.
2: Halilintar
Dıt. Dıt. Dıt.
Halilintar alarmı kapatarak kalkmak yerine, sesi bekliyordu. Herhangi bir nedeni yoktu, sadece onu sinirlendirmek için.
"Halilintar! Kalk artık!"
Üvey annesinin sesi, geniş sofada yankılanırken, sert adımlarının sesi de gittikçe yaklaşıyordu.
Halilintar onu şaşırtmayı da oldukça seviyordu. Hızlıca yatağını topladı ve kıyafetlerini giyinmeye gidiyormuş gibi görünerek, üvey annesini kandırmayı, her zamanki gibi mükemmel bir şekilde başardı.
"Ah, kalkmadığını sanıyordum..." Kadın bir an şaşkınlıkla ona bakakaldıysa da, hemen toparladı ve şaşkınlığını belli etmeyen bir tonda, "Gecikme. Hazırlan ve hemen çık." dedi.
"Peki anne..."
"Çantan hazır mı?"
"Evet..."
"Enjeksiyonlarını aldın değil mi?"
Halilintar iç çekme isteğini güçlükle bastırırken, bıkkın bir tonda, "Evet anne..." dedi. "Sence unutabilir miyim?"
"Unutursan geçen yılki gibi felaket sonuçları olacağı için hayır." dedi kadın sertçe. "Oyalanma. Aşağıda bekliyor olacağım."
Halilintar okul üniformasını giyerken neredeyse sızlanırcasına bir iç çekti. On altı yaşındaydı ve Allah'ım! Ona bebekmiş gibi davranmayı bırakmıyordu.
Üstünü giyindikten sonra, çantasını da alarak aşağı indi ama imtihanı henüz sona ermemişti.
"Saçlarını taramadın."
Halilintar bir tartışmanın daha yaklaşmakta olduğunu hissederek, üvey annesine sertçe baktı. "Böylesi daha iyi. Tarak saçlarımı mahvediyor."
"..." Şaşırtıcı bir şekilde, kadın hiçbir şey söylemedi ve yalnızca, özel bir içeriğe sahip beslenme kutusunu uzattı.
Halilintar soğukça selam vererek, evden çıktı ve olabildiğince hızlı bir şekilde evden uzaklaştı. Yeterince uzaklaştığında, iç çekti ve adımlarını biraz daha yavaşlattı.
Evde çok fazla baskı vardı, bunaltıcıydı—ki bu yalnızca onun bildiğiydi. Taufan'ın nelere maruz kaldığını bilmiyor, bilmek de istemiyordu.
Bir kez daha iç geçirdi. Okul daha sıkıntılıydı gerçi... Evde en azından kimse ona acımıyordu ama dışarıdaki insanlar enjeksiyonlarını gördüklerinde ve ne için kullandığını öğrendiklerinde, bunu ağızlarından düşürmüyor, birbirlerine fısıldamaya başlıyorlardı.
"Öğretmenim, Halilintar oynamasın, zaten diyabetli..."
"O gerçekten?..."
"Ne üzücü..."
Doğruydu. Halilintar'a bir yıl önce, on beş yaşındayken tip 1 diyabet teşhisi konmuştu. O zamana kadar zaten sağlık açısından hassas bir çocuk olarak büyümüştü ve bir yıl önce koşu sırasında bayıldığında sorun anlaşılmıştı.
Halilintar çok net hatırlıyordu; ilk haftalarda bu gerçekten ısrarla kaçınmış, okula bile gitmek istememişti. Enjeksiyonlarını kullanırken biri tarafından görülecek ve haber tüm okula ışık hızıyla yayılacaktı.
Daha sonradan, bunun elinde olmadığını, insanlardan sonsuza kadar kaçınamayacağını anlamış ve okuldaki söylentileri boş vermişti. Şuan da oldukça rahattı.
"Günaydın Hali~"
Halilintar başını kaldırdı ve yanında beliren kişiye bir an boş gözlerle baktı. Sonra istemsizce gülümsedi. "Günaydın Duri."
"Keyifsiz görünüyorsun." dedi Duri, ifadesini dikkatle inceledikten sonra. "Sorun nedir?"
Halilintar istemsizce güldü; Duri'nin sezgileri bazen tehlikeli derecede keskin olabiliyordu. "Biliyorsun işte... Evdeki meseleler işte..."
"Hmm... Taufan mı?" diye sordu Duri, yeşil gözlerindeki çocuksu parıltı, yerini ciddiyete bırakmıştı.
"Taufan, annem... Ne diyebilirim ki?" Halilintar kulağa keyifsiz gelen bir kahkaha attı ve başını salladı. "Biliyor musun, belki de şikayet etmemeliyim... Gempa nerede?"
Duri onun konuyu değiştirme girişimini fark etse de, görmezden geldi ve, "Okula varmış olmalı." diye cevapladı. "Biz de geldik zaten."
"Ah, evet, bu siyah demir kapının arkasında daha büyük bir sorun var..." diye homurdandı Halilintar ama aslında şaka yaptığı için, ikisi de güldü.
Eğlenceli bilgi: Halilintar ve Duri, pek de mantıklı olmayan bir şekilde hem doğduklarından beri arkadaştılar, hem de bir şekilde süt kardeşi olmayı başarmışlardı. Bunun sırrı annelerinde saklıydı ve anlaşılan o ki, asla öğrenemeyecekleri bir sırdı.
Sonuç olarak ikisi de bu durumdan memnundu. Duri bir sorun olduğunda, ondan yalnızca bir yaş küçük olduğu halde, "Süt ağabeyime sorun." derdi. Halilintar da konuşmak istemediğinde, "Ben bilmem, süt kardeşime sorun." diyerek insanları Duri'ye yönlendirirdi. Oldukça işe yarar bir yöntem olduğu söylenebilir.
"Öğle yemeğinde görüşürüz Hali~" Duri kendi sınıfına gitmek için ondan ayrılırken, neşeyle el salladı.
"Tamam..." Halilintar kısaca el sallayarak karşılık verdikten sonra, kendi sınıfına doğru ilerledi.
Neyse ki sınıfının çoğu, en az kendisi kadar içine kapanık ve kendi halinde kişilerden oluşuyordu. Rahatça sınıfına girdi ve sırasına oturdu. Hayır, iç çekmedi ama bunu yapmayı çok istediği kesin.
"Yine dünyanın derdini sırtına yükleyip gelmişsin Hali."
"Sana da günaydın." dedi Halilintar, sesin sahibini tanıdığı için, başını kaldırmaya tenezzül dahi etmeden. "Ayrıca dünyanın derdine ihtiyacım yok. Bizim evin derdi bana yetiyor."
"Dün yine kötü bir gün müydü?" diye sordu Gempa, arkadaşının yanına otururken.
"Güzel geçiyordu—diğer günlere göre epey iyiydi ama sonra kötüleşti işte." diye ofladı Halilintar, kardeşinin perişan ifadesini hatırladığı için yüzünü buruşturarak.
"Taufan ne zaman okula başlayacak?" diye sordu Gempa, meraktan ziyade, aklına bir çözüm yolu geldiği için sormuştu. "Okula başlasa annenizden kurtulamaz mı?"
"Birincisi; annem Taufan'ı asla okula göndermeyeceğini, onu evde tutacağını söylüyor. Neden böyle dediğini Allah bilir." diye homurdandı Halilintar, umutsuzca kötü düşüncelere kapılmış olsa da, bu düşüncelerini dile getirmemişti. "İkincisi; Taufan okula gitse bile bu başımıza daha fazla dert açması anlamına gelir. Uzun süreliğine dışarı çıkmadığı için fazla açık tenli ve mavi gözleri aşırı dikkat çekici. Sokağa çıkabildiği bir gün, birkaç serseri çocuk ona zarar vermeye çalışmıştı. Hayır, bu mümkün değil, Gem."
"Peki ya... Yatılı okula gitse?" diye sordu Gempa, son bir umutla. Tek istediği küçük çocuğun biraz daha normal bir hayata kavuşması ve arkadaşının da rahatlamasıydı ama görünüşe bakılırsa, bu imkansızdı.
"Bu sefer de Taufan çıldırır." dedi Halilintar, biraz esprili bir şekilde. "Çok, çok zor bir hayat yaşıyor olmasına rağmen neden asla şikayet etmiyor, biliyor musun? Çünkü beni çok seviyor ve ona destek olacağımı biliyor. Yatılı okula giderse beni felaket özler. Ayrıca bahsettiğim nedenler de var."
"Anladım, anladım, bu durumdan hiçbir çıkışı yok..." Gempa onunla aynı anda iç çekti. "Ama ben sana diyeyim Hali, o çocuk günden güne ölüyor. Ne kadar güçlü olursa olsun, bu hayat onu bir gün öldürecek."
"Biliyorum ama elimden gelen hiçbir şey yok..." diye mırıldandı Halilintar, daha da karamsar hissederken.
Neyse ki tam bu sırada ders başladı ve onu daha fazla düşünmekten alıkoydu.
...
"Zavallı Taufan'cık... Yani şimdi evde mi Hali?"
Bu sırada öğle yemeğini yiyen Halilintar Duri'nin ağlamaklı bir ifadeyle baktığını görünce, gülmemek için kendini zor tuttu. "Evet, evde olması gerek."
"O zaman ona, onu sevdiğimi söyle..." dedi Duri çocuksu bir kararlılık ifadesiyle ve bunun üzerine Halilintar kendini daha fazla tutamayarak, güldü. "Pekala, pekala, bunu ileteceğim..."
"Bu bana..." Duri başını yana eğerek, kan şekerini kontrol etmiş ve şimdi de gerekli olduğu kadar insülini kolundan enjekte eden kardeşine¹ baktı. "Hala tuhaf geliyor."
"Bir yerden sonra alışıyorsun." diye omuz silkti Halilintar, Duri'nin kendisine acımadığını, yalnızca gerçekten tuhaf bulduğunu bildiği için rahattı.
Nitekim yemeğini bitirdiği için, oturdukları banktan kalktı. "Şimdi derse geçmem gerek. Chi, Ri."
"Chi, Lin." dedi Duri kıkırdayarak ve el salladı.
Bu aralarında oluşturdukları bir vedalaşma şifresiydi ve elbette yalnızca ikisi biliyordu.
...
Okul çıkışı, Halilintar Duri'yi göremedi. Onu aramak için telefonunu açtığında, zaten kendisine mesaj atmış olduğunu fark etti.
"Üzgünüm Hali~ Seni bekleyemedim. Acilen çıkmam gerekti (^∀^●)ノシ.
Yarın görüşürüz! Chi~"
"Haha, her zamanki gibisin Duri..." Halilintar onun yüzünde oluşan ifadeyi tahmin ederek güldü ve evine yürüdü.
Eve girdiğinde, bu sefer onu hizmetçilerden biri karşıladı. Kadın çantasını alınca, kısaca ve kibarca teşekkür ettikten sonra, yukarı çıktı. Taufan'ı kontrol etmek istiyordu.
Bereket versin ki, kardeşi yatağındaydı.
"Taufan..." Halilintar yatağa oturdu ve yüzünde çocuklara özgü o masum ifadeyle uyuyan kardeşinin saçlarını okşadı. "Bu saatte neden uyuyorsun acaba?..."
Kıyafetlerini değiştirmek için kısa süreliğine odadan ayrıldı fakat geri döndüğünde gözlerine inanamadı. Taufan uyanmıştı, yatağından kalkmış, ayakta duruyordu ve en önemlisi de... Ağlıyordu!
"Hey hey, ne, ne oldu?" Halilintar kafa karışıklığı ve endişeyle kardeşine yaklaştı ve ellerinden birini sıktı—iki kez. Bu da kardeşiyle arasındaki gizli şifreydi.
"Ka-ka-kabus gördüm..." dedi Taufan hıçkırarak.
Halilintar biraz rahatlarken, kardeşini yatağına oturttu ve teselli etmek için sırtını ovuşturdu. Neyse ki kardeşi dürüst ve bir şeyi bile gizlemeyen biriydi. Eğer tam tersi olsaydı, Halilintar için hayat daha da zorlaşırdı.
Elbette şuan da kederli hissediyordu ama oturup ağlayacak değildi. On altı yaşındaydı! ON ALTI DİYORUZ.
"Yemek yedin mi?" diye sordu Halilintar, biraz daha sakinleşen kardeşinin saçlarını okşamaya devam ederken.
"Evet..." Taufan gözlerini silerken, başını salladı. "Annem evde canlı cenaze istemediğini söyledi ve yemek yememi istedi. Aslında istemese bile yerdim ama bana verir miydi bilmiyorum... Şey..." Taufan başını kaldırdı ve kaşlarını çatarak ağabeyine baktı. "Canlı cenaze nedir?"
"Çok zayıf, güçsüz kimseler için kullanılır ama boş ver." dedi Halilintar gülerek. Kardeşinin ciddi durduğunda oldukça komik görünüyordu. "Bunu sormak için aklında mı tuttun?"
"Evet... Anneme de sordum ama küçük çocukların fazla meraklı olmaması gerektiği... İşte öyle bir şeyler söyledi ve soruma cevap vermedi." dedi Taufan, karmaşık kelimeler yüzünden yüzünü buruşturarak. Ama onun güldüğünü gördüğü için tekrar neşelendi. "Ben de sana sormaya karar verdim çünkü her zaman beni dinliyorsun."
"Elbette..." Halilintar gülümseyerek başını salladı fakat aslında oldukça dalgındı. Taufan gerçekten kanaatkar, affedici ve iyimser bir çocuktu ama...
Halilintar hala heyecanla bir şeyler anlatan kardeşinin saçlarını okşamayı sürdürürken, kaygıyla kaşlarını çattı.
"Hep böyle dayanabilecek mi? Bu hayata annem veya kendisi ölene kadar katlanabilecek mi?..."
Devam Edecek...
¹: Onlardan kardeş olarak bahsedeceğim ama süt kardeşi olduklarını her zaman hatırlayın.
Bu arada tip 1 diyabetin tip 2'den farkı şu: tip 1 diyabette vücut insülin üretemiyor ve hastanın her yemekten sonra kendisine insülin enjekte etmesi gerekiyor. Ve evet, kronik bir hastalık ama hem tip 1, hem de tip 2 diyabetliler için harika beslenme şekilleri biliyorum. Ben bildiğime göre karakterim de biliyordur XD. Lütfen bana kızmayın aaaaa...
İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder