MİSUNDERSTANDİNG

 Bu hikaye, Untitled Tolerance, Untitled Fight'ın bir diğer versiyonu. Halilintar'ın bakış açısından yazılmış hali.

Misunderstanding:

O günü kesinlikle bu eski günlüğe yazmam gerekiyor. İleride torunlarıma gösterip ilişki tavsiyeleri veririm belki de, kim bilir? (Umarım o zaman böyle bir şey yapmam gerekmez...)

Şaka bir yana, bu olay kesinlikle ikimize de ders oldu. Ben çok suçluluk duymuyorum ama Emily her fırsatta özür diliyor. Bu kadar takılacak ne vardı bilmiyorum...

Her şey, kısacık bir meseleyle başladı—zaten büyük meselelerin arkasında küçücük sebepler yok mudur?

Saat ona gelirken Emily'den, kendinden de beklenebileceği üzere, birlikte kahvaltı edip edemeyeceğimizi soran bir mesaj geldi ve ben de kabul ettim. Kısa bir 'tamam'.

Açıkçası kardeşlerimle konuşurken kısa ve hatta başka insanlara kaba gelen cevaplar vermeye alışmıştım, bu yüzden Emily'le konuşurken sürekli bocalıyordum. Genellikle ne diyeceğimi bilemiyordum, Emily çok hassas bir kızdı ve benim tüm kardeşlerim erkekti (Iman hariç, o da bana alışkın).

Emily'e tamam demiştim, iyi hoştu da, oturup sohbet etmek istemiyordum ki! Gecem uykusuz geçmişti—üstüne Taufan'ı uykusuz bırakmanın suçluluğunu yaşıyordum -ama bunu ona söylemeyin- ve canım aşırı uyumak istiyordu.

O gelse bile, hemen kahvaltı etmeyeceğimizi düşünerek, telefonumu sessize aldım ve... uyumuşum işte.

Nasıl uyandığıma gelirsek... Bu gerçekten korkunçtu, itiraf etmeliyim. Daha sonradan esprili bir şekilde Taufan'a neden bunu yaptığını sorduğumda aldığım cevap ilginçti:

"Ehe~ Tam on beş dakika boyunca seni uyandırmaya çalıştım ve senin gıkın çıkmayınca, eğer hayat kaygısına kapılırsan uyanacağını düşündüm."

Mantığı doğru fakat çözümü yanlıştı. Yani işe yaramıştı fakat beni ölesiye korkuttuğunu söylemeliyim.

Beni nasıl mı uyandırdı? Ah...

O hava kafalı bir yastık bulmuş, benim yüzüme bastırmış. Benim geceleri uyku apnesi yaşadığımı ve böyle yaparsa, yine panikleyeceğimi bilmesine rağmen bunu yapmaya cesaret etmiş!

Elbette uyandım ve sonrasını tahmin etmek çok da zor değil...

"Hali—bak, bir dinle, bir dinle! Kahvaltı edeceğiz ve sen de bir türlü uyanmıyordun, bu yüzden böyle yaptım. Şimdi lütfen hayatımı bağışla..."

Taufan ellerini göğsünde birleştirip bana en yalvaran bakışını attı ama bana sökmezdi—ayrıca ellerimden kıvılcımlar çıkacak kadar sinirliyken, onun bakışını nasıl fark edebilirdim ki?

"Taufaaaaan!"

Herhalde bağırışımı duymayan kalmamıştır. Zavallı kardeşimse -ki ona gerçekten acıyorum, benim gibi asabi bir kardeşe sahip olmak zor olmalı- yaprak gibi titredi ve olabildiğince hızlı bir şekilde kaçtı.

Evdekiler için beni uyandırmak her zaman büyük bir sorun olmuştur ve genellikle kurban Taufan olur. Ama yanlış kişiyi günah keçisi yapıyorlar, zira Taufan beni aklınıza gelebilecek en tuhaf ve en kötü yolları kullanarak uyandırıyor.

Olaya dönecek olursam...

Aşağı indim ama fişek gibi. Öylesine sinirliydim ki, Emily'nin varlığını umursamadım bile.

Ablam sakin görünüyordu fakat uyarıcı bakışlarını fark etmiştim. "Hali... Fazla tepki veriyorsun. Çocuk sadece seni uyandırmak istemiş."

Ses tonuna bakılırsa, Emily gittikten sonra beni uzun uzadıya azarlayacaktı.

Yine de kinayeyle, "Beni neredeyse boğuyor ama fazla tepki veren ben mi oluyorum?" diyerek kendimi savundum.

Taufan gizlenmeyi bırakıp, "Sen de bir türlü uyanmıyorsun!" diye karşılık verince ablamın gözlerindeki bakış karanlıklaştı. Eline ne geçirdiyse artık, onunla hem benim, hem de Taufan'ın başına vurdu.

"Sabah sabah kavga ettiğinize değmez." diye söylendi (en azından azar yemekten kurtulmuştum). "Taufan, git diğerlerini uyandır ve Hali, ALLAH AŞKINA sakinleşmeye çalış.  Her sabah sizinle uğraşmaktan gerçekten yoruldum."

Sözünü ikiletmeden, tekrar üst kata çıktım. Eğer sakinleşmek istiyorsam genellikle Ais'ın yanına giderdim. Onun sessizliği bana huzur veriyor ve bunu o da biliyor. Sadece Ais hareketlerinizi yüzünüze vuran birisi değil—eğer kötü bir şey yapıyorsanız başka tabii...

"Sana da günaydın."

"Urgh, beni fark etmeyi nasıl başarıyorsun?..." İç çekerek Ais ve Blaze'e ait odaya girdim. Ais en ufak ayrıntıları bile yakalayabilen biriydi ve bu bazen korkutucu oluyordu.

"Odana girmediğini hissettim." diye açıkladı sakince. "Ve izlendiğimi hissettim ki, doğruluğunu test etmek için seslendim. Sen de cevap vererek burada olduğunu belli ettin."

"Bazen gerçekten sinir bozucu derecede dikkatli oluyorsun." dedim ama o yalnızca omuz silkti.

Ranzanın üstüne bakmaya çalışmaktan boynumun tutulacağını düşünerek, çalışma masasının önündeki sandalyeye oturdum ve Ais'a baktım. O da bana kısa bir bakış attı ve aşağıyı işaret etti.

Aşağı... Blaze'in yatağı... Ve uyuyan Blaze?!

"Neyse ki burada sır vermiyorum." diye homurdandım ve bunun üzerine belli belirsiz kıkırdadı. "Doğru. Zavallı sırların kaçırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı."

Ais'ın gizli ve soğuk şakalarına daha fazla katlanamadığım ve zaten üstümü değiştirmem gerektiği için kalktım. Ais'ın kendisi hiçbir şey söylemedi ama el sallarken neredeyse sırıtmıştı.

Onun da en az Blaze kadar sinir bozucu olduğunu düşünerek, odama geçtim ve hızlıca giyindikten sonra, aşağı indim.

Ablam ve Emily mutfaktaydı—aslında ikisinin yanında oturmak korkunç olurdu ama eninde sonunda mutfağa gelecektim. Sessiz durursam benim için bir tehlike oluşmayacaktı.

Bir şeyler konuştular ama bana nedense biraz zoraki bir sohbet ediyorlarmış gibi geldi. Yine de sorgulamadım ve kahvaltı edene kadar ısrarla sessiz kaldım.

Kahvaltı bizde oldukça coşkulu geçer. Blaze ve Taufan grubun en gürültücüsü kişileridir ve Gempa onları uyarırken istemeden o gürültü yapan kişilerden olur. Duri genellikle kıkırdamakla meşgul olduğu için konuşamaz. Ais sessizdir, Solar... Solar bir şeyler hakkında gevezelik eder ama ne olduğunu hiçbirimiz bilmeyiz, umursamayız da. Ablam da sükunet içerisinde hepimizi izler, o da sessizler grubuna dahildir.

Emily ise... Sessizdi. En azından o gün. Bir ara Ais'ın dingin gök mavisi gözlerinde alaycı bir bakış yakaladığım için biraz sinirlenmiştim ve tam bu sırada da Emily'le göz göze geldim. Sanırım beni yanlış anladı, çünkü hemen başını eğdi.

Kızları bir türlü anlayamıyorum, kendi ablamı bile.

Kahvaltıdan sonra, ablam bulaşıklara yardım edip edemeyeceğimi soran bir bakış attı ve ben de çaresiz kabul ettim. Ya ne yapacaktım sanki, ret mi edecektim? İşte o zaman ablam kesssin kemiklerimi kırardı (ah, bu satırı sesli okumuşum... pis pis gülüyor, bir şey yapamayacağımı da biliyor...).

İşim basitti: bulaşıkları topla ve yıkayacak olan Emily'e ver—eh? EEEH?!

Anlamakta geç kalmıştım. Ablam yine sinsilik peşindeydi. Taufan'la kime benzediler bunlar, hiç bilmiyorum...

Neyse ki Emily akıllıca davranarak sessiz durdu. Zaten akıllı bir kız da, bazen aklı bir karış havadaymış gibi davranıyor. Ama bunu ona söylemeyin, bir hafta boyunca her gün 'kız tribi' yemek istemiyorum.

Ehh, bunu da söylemeyin.

Bir dakika bir dakika bir dakika...

"Neden gelmek istedin?" Basit bir soruydu ve sadece meraktan sormuştum ama Emily irkildi, bir an neredeyse bana bakacaktı ki, son anda vazgeçtiğini fark ettim.

"D-daha kahvaltı etmemiştim." diye cevap verdi kekeleyerek. "Kahvaltıyı yalnız etmek yerine, size gelmeyi düşündüm."

"Ah, anlıyorum. Yani benimle bir ilgisi yok." dedim biraz alaycılıkla.

 "Neden seninle alakası olsun ki? Seninle konuşmak istesem herhalde arardım, değil mi? Ayrıca sohbet etmek isteseydim kesinlikle seninle değil, Taufan'la sohbet ederdim. En azından o düzgünce cevap veriyor." diye cevap verdi sinirle -yani...anladığım kadarıyla sinirliydi- ama ben onun konuşmakta ne kadar zorlandığını fark edebiliyordum ve bu komikti.

Ama tabii elbette on ikiden vuran atışını da görmezden gelemezdim. Beni Taufan'la kıyaslamaya kalkışıyor, hmm?... Bu hayatta en sevmediğim şeylerden biri kıyastır, çünkü bazı kıyaslar hiç adil değildir.

"Eh, benimle arkadaş olmayı tercih eden sensin. Bir de beni eleştiriyorsun." dedim hafifçe homurdanarak ve bu onu daha da sinirlendirdi (onun gibi fevri biriyle uğraşmaya çalıştığım için pişmanım).

"Belki de hanımefendilere nasıl davranılacağını bilmiyorsundur. Belki de ben de sana öğretmeye çalışıyorumdur." dedi meydan okur bir tavırla, benim cevabım ise zaten hazırdı.

"Kimsenin beni eğitmesine ihtiyacım yok." dedim, meydan okur tavrı doğal olarak beni sinirlendirmişti—yani evet, dik başlı davrandıkları için sadece kardeşlerime değil, diğer insanlara da kızıyordum. "Benden çok fazla şey bekliyorsun. Arkadaşlarının hayatına bu kadar karışıyorsan... Sanırım arkadaş olmamıza gerek yok. Ben hayatıma karışılmasından hoşlanmam, Emily."

Oopsie, biraz fazla sert konuşmuştum. Karşımdaki bir Taufan değildi, karşımdaki bir kızdı ve karşılaştığım en hassas, en alıngan kızdı. Hııığ, ağlamak istiyorum çünkü kibar olmaya çalışırsam tamamen çok farklı birisine dönüşürüm ama bu halimle devam edersem çok sorun yaşarım... Ah, zavallı ben...

(Taufan içeriden çok fazla kendimi düşündüğümü söylüyor. Birazdan onunla ilgileneceğim...)

"Ooh, öyle mi? Sen de arkadaşların için biraz olsun kendini değiştiremiyor, kibarlaşamıyorsan benimle konuşmana gerek yok Halilintar."

Bana tam adımla hitap ettiğine göre, kesinlikle yanmıştım.

Ellerini yıkadı ve tabakları bırakarak, hızlıca mutfaktan çıktı. Az sonra da ablamla vedalaştığını ve kapının kapandığını duydum.

Ayvayı yemiştim. Barış antlaşması teklif etmeyi gururuma yediremiyordum ama bunu yapmazsam Emily ne yapacaktı... Bilemiyorum. Ama sanırım o günden sonra yaşananlar, eğer Emily'le sonsuza dek birbirimize küsersek neler olabileceğini anlamama yetti.

Ah, sanırım yine Ais'ı bulmam gerekiyor.

...Ve buradan torunlarıma not: siz siz olun, konuşmayı kızların başlatmasına izin verin ve sakın ama sakın kızlarla alay etmeyin. Yazık edersiniz, çektiğiniz acıya değmez.

Devam Edecek...

Heheee... Hali'yi yazmak o kadar zor ki... Ama bunu seviyorum. He, bir de, biri neden kan ve şiddet yazamadığımı söylesin.

Embéria Aéris.

İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11