OVERLAPPİNG STORMS- 22
22: Davet
En büyük ağabeyler, geldikleri hızla gittiler. Aslında daha fazla kalmayı planlamışlardı ama hem rahatça kalabilecekleri bir yer yoktu, hem de acil bir işleri çıkmıştı. Sonuçta Cheribar ve Chorall koca bir gezegenin yöneticileriydiler. Kriss ve Chiaro ise, galaksinin güvenliğinden sorumlu bir örgütü üyeleriydiler ve göreve çağırıldıkları için gitmeleri gerekiyordu.
"Tekrar gelmeye çalışacağız." dedi Kriss gülümseyerek, uzay gemisinin yanında vedalaştıkları sırada. "Kardeşlerimden ayrı durmaya niyetim yok. Ayrıca, Daun'u burada bırakacağımızı söylemiş miydim?"
Söylememişti ama çocuğun çok sevindiği kesindi. Angin de durumdan memnundu, çünkü Daun çok arkadaş canlısı bir çocuktu, ayrıca yaşıtıydı.
Beliung'la vedalaştıkları sırada, Kriss kimseye fark ettirmeden, onu kenara çekti ve elini omzuna koyarak, "Onu aramaya devam edeceğim." diye fısıldadı. "Bir süredir arıyorum zaten ama—"
"Lüzumu yok, onu aramak zorunda değilsin." diye sözünü kesti Beliung, elini kibarca ama sertçe ittirirken. Ses tonu boş, duygusuzdu. "Zaten—"
"Onu aramak zorundayım. O olmadığı için ne kadar perişan olduğunu görebilecek kadar tecrübeye sahibim." dedi Kriss, sertçe ama nazikçe gülümsüyordu. "O aynı zamanda benim de arkadaşım—"
"Tamam, sana kolaylıklar diliyorum öyleyse. Ama onu bulursan, görmek istemediğimi iletirsin." dedi Beliung soğukça ve daha fazla konuşmasına izin vermeden, ondan uzaklaştı.
"Hoşça kalın!"
"Lütfen yine gelin!"
Uzay gemisi yavaşça havalanırken, giriş kapısı henüz kapanmamıştı. Cheribar enerjik bir şekilde el sallıyor, Chorall yalnızca seyrediyordu; Kriss sıcak bir gülümsemeyle iki elini de sallıyor, Chiaro ise sırıtmamak için kendini zor tutarak, göz ucuyla Kriss'e bakıyordu. Gencin duygulandığını fark etmişti ve bu komikti.
Uzay gemisinin giriş kapısı sonunda kapandı ve böylelikle, bir akşamüstü, güneş batarken yola çıktılar.
"Neden hala el sallıyorsun?"
"Oh?" Angin irkildi ve elini sallamayı bırakıp, kızararak Beliung'a baktı. "Hiç... Bir nedeni yok."
"..." Beliung tepki vermedi veya soru sormadı fakat sinirli ve aynı zamanda kederli görünüyordu. Bunu anlamak Angin için kolaydı; kaşları hafifçe çatılmıştı ama gözleri kederle parlıyordu. Ayrıca omuzları ve elleri gevşekti. Beliung sadece sinirli olsaydı omuzları dikleşir, ellerini yumruk yapardı.
"Hadi içeri girelim abang, hava serinledi ve sen de iyi görünmüyorsun." dedi çocuk, bir süre sonra ve ağabeyini elinden tutarak içeri sürükledi.
Beliung sadece iç geçirebildi, sorunun hava olmadığını nasıl anlatabilirdi ki?
Mutfağa girer girmez Crystal'le karşılaşmaları bir tesadüf değildi elbette.
"Zamanlamanız mükemmel." dedi Crystal, memnuniyetle ellerini ovuşturarak. "Misafirlerimizden sonra evin iyi bir temizliğe ihtiyacı var. Mümkünse yardım edebilir misiniz?"
İki kardeş birbirlerine baktılar, sonra Angin Crystal'e dönüp gülümsedi. "Elbette abang. Bize nereden başlamamız gerektiğini söylemen yeterli."
"Peki... Mutfakla başlayabilirsiniz. Bulaşıklar inanılmaz birikti ve tek başıma baş edemem."
Bunun üzerine ikili, kolları sıvadı ve birikmiş bulaşıkları yıkamaya giriştiler.
Angin rüzgar üfleyerek, yıkadığı bulaşıkları kuruturken, Beliung aniden dirseğiyle onu dürtünce sıçradı—neredeyse elinde tuttuğu tabağı düşürecekti. "Aman—! Abang!?"
"Gücünü tüketme, şapşal." diye uyardı Beliung kısaca ve ciddiyetle işine devam etti.
"Ne var? Bu gücümü tüketecek bir şey değil bile! Herkes senin gibi güçsüz değil abang." diye çıkıştı Angin sinirli bir şekilde -neden bu kadar sinirlendiğini bilmiyordu- fakat yaptığı kıyası fark ettiğinde, artık çok geçti.
Beliung durdu -ona bakmadı, elindeki bez parmaklarından kayarak tezgaha düşerken, bir an yere çöküp ağlayacakmış gibi göründü.
Neden sonra gözlerini kapatarak, iç çekti ve ağır ağır başını salladı. "Doğru... Doğru söylüyorsun. Benim kadar güçsüz değilsin."
"Abang, ben gerçekten—"
Beliung gözünü bile kırpmadan, "Önemli değil Angin, sorun yok..." diyerek onu hemen susturdu fakat Angin sorun olduğundan emindi.
Sonunda bulaşıklar bitip de, dinlenmek için, yere çöktüklerinde, Angin birdenbire, "Biliyor musun abang? Ağabeyimize ne olduğundan bahsetmesen bile, ondan bahsedebilirsin." dedi. "Onu tanımak istiyorum."
"Hm..." Beliung gülümsedi—samimi ve minnettar bir gülümseme. Angin'in geçmiş hakkında soru sormaktan ihtiyatla kaçınması onu mutlu etmişti. "Ağabeyim... Sana çok benziyordu Angin."
"Ha? Ben mi?" Angin şaşkınlık ve kafa karışıklığıyla başını ovuşturunca, Beliung hafifçe güldü. "Bu hareketin bile ona benziyor. Kafası karıştığında başını ovuşturur, düşüncelere daldığında gözlerini kısar ve kaşlarını çatar, neşeli olduğunda herkesi neşelendirmeye çalışırdı..."
"Hiç benzemiyorsunuz." diye itiraf etti Angin, sıkkınca.
"Ah, ama benziyorduk. Sadece savaş sizden ziyade beni yıprattı." dedi Beliung, sesi gittikçe kısılarak. Ses tonunda keder, öfke ve kıskançlık aynı anda hissediliyordu ama ifadesi oldukça nötrdü.
Neden sonra başını iki yana salladı ve konuyu değiştirdi. "Biraz da alaycıydı ki— bazen neyi ciddi, neyi şaka olarak söylediğini anlamakta zorlanırdım."
Tam onlar böyle konuşurken, kapı çaldı ve bu Beliung'un şaşkınlık içerisinde ayağa kalkmasına neden oldu. "Bu saatte kim bu?..."
Kapıyı açmaya gitti fakat her ne olduysa, geri dönmedi.
Meraklanan Angin dayanamayarak kapıya gittiğinde, Beliung'un kapının önünde, ayakta dikildiğini gördü. Elindeki kağıda hızlı hızlı göz gezdirmekteydi.
Okumayı bitirdiğinde, sinirle kağıdı buruşturdu ve onu fark bile etmeden, sinirli adımlarla yukarı çıktı.
Angin ne olduğunu bilmiyordu fakat gece çöktüğünde, ağabeyini Voltra'yla konuşurken yakaladı.
Yine su içmek için -artık şüpheli olmaya başladığının farkındaydı ama yapacak bir şey yoktu- mutfağa indiğinde, iki ağabeyinin de bahçe kapısının pervazına oturmuş, konuşmakta olduklarını fark etti.
Suyunu içtikten sonra, içindeki dürtüye karşı koyamayarak, oraya bir yere çöktü ve ağabeylerini dinlemeye koyuldu.
"Gitmek istemiyorum..." Bu Beliıng'un sesiydi ve kulağa ağlamış gibi geliyordu. "Yaşanan onca şeyden sonra onlarla yüzleşemem... Onların hiçbir tavrına sabredemem... Bana acıyacaklar ya da en kötüsü... Herkes beni suçlayacak ve bunu yüzüme vurmaktan, beni aşağılamaktan çekinmeyecekler."
"Fazla kaygılanıyorsun Bel." dedi Voltra sakince fakat Angin onun endişeyle kaşlarını çattığından emindi. "Mektupta da bahsetmişler, seni yetenekli bulmuşlar. Bence sevinmelisin."
"Yetenekli, ha?... Bununla mı övüneceğim?" Beliung acı acı güldü, Angin ise onun acı dolu kahkahaları yüzünden yüreğinin sızladığını hissetti. "En değersiz üyelerden biriyim, Onbaşı rütbesine bile sahip değilim ama yetenekli miyim?... Gücümü bile kullanamıyorum. Benimle alay etme Voltra. Beni sevdiklerini sanmıyorum ama saygı duymadıklarından çok eminim... Üstelik mektup 'Taufan' adıyla imzalanmış—"
Angin şaşkınlık ve biraz umutla kaşlarını kaldırdı ve daha iyi duyabilmek için o tarafa doğru eğildi.
"Bu iyi bir şey, senin eski adını hatırlamalarını beklemezdim."
Beklediği şey çıkmamıştı.
İnanılmaz derecede şaşırtıcı haber karşısında afallayan çocuk, gizlenmesi gerektiğini unutarak ayağa kalktı ve, "Taufan benim adım değil mi?!" diye bağırdı.
"Ha?..." Beliung gerilerek, ayağa fırlarken, Voltra fevri bir hareket yapmaması için onu tuttu. "Sakin ol Bel... Ve Angin... Sen bizi mi dinliyordun?"
Angin Voltra'nın ses tonundan korkarak başını eğerken, pişmanlıkla, "Biraz..." diye mırıldandı.
"Madem bir şeyler duydun, geri kalanın da öğrenmen iyi olur." dedi Voltra sertçe ve Beliung'un elindeki buruşuk kağıdı alıp, ona uzattı.
Angin kağıdı kaparcasına aldı ve dikkatle okumaya koyuldu.
"Taufan von Windara'ya,
Uzun süreli istirahat döneminizin ardından, sizi tekrar TAPOPS'a bekliyoruz. Yetenekli galaksi koruyucularına ihtiyacımız var ve sizin geri dönebileceğinizi umuyoruz. Lütfen davetimizi kabul edin ve iki hafta içerisinde, herhangi bir gün TAPOPS'un Uzay İstasyonuna uğrayın.
Saygılarımla, Komutan Koko Ci."
"Yani bahsedilen kişi... Abang Bel mi?" diye sordu Angin, şoktan kısılmış bir sesle.
"Hm hm... Beni dürtüklemeyi kes Beliung, bu gerçeği eninde sonunda öğrenecekti." diye tısladı Voltra, rahatsız olarak ondan biraz uzaklaşırken. Çocuğa döndü ve oldukça kararlı bir şekilde, "Beliung'un gerçek adı Taufan." dedi.
"Abanng Tau...fan?" diye denedi Angin tuhaf bir şekilde, başını yana eğerek ve bu Beliung'un bakışlarını kaçırırken, kızarmasına neden oldu. "Bu-bu tuhaf..."
"Çok tatlı!"
"Hiç de değil." diye karşı çıktı Beliung fakat mavi gözleri ışıl ışıl parlayan Angin, ona değil Voltra'ya bakmıştı.
Bu bakışlara aynı neşeyle karşılık vermeyen Voltra, gözlerini kıstı. "Ve bizi gizli dinlemene gelirsek... Bu seferlik bir şey demeyeceğim Angin, fakat bir dahakine karşılıksız kalmayacağını bilmelisin. Bu kötü bir şey."
"Ta-tamam abang."
"Bu arada, Taufan gerçekten tatlı bir isim ve ona yakışıyor." dedi Voltra nazikçe, Beliung'u işaret ederek.
Beliung gece karanlığında bile belli olacak derecede kızarırken, omuzları dikleşti ve Angin'i hafifçe ittirerek, "Git Angin!" diye bağırdı. "Git ve uyumaya geri dön!"
Çocuk ağabeyini daha fazla sinirlendirmemek adına koşarak odasına çıkarken, Voltra güldü. "Gerçekten tuhafsın Bel."
"Onu cesaretlendiren kimdi?" diye çıkıştı Beliung, kollarını kavuşturarak.
"Biraz suçlu olduğumu kabul ediyorum ama sen de çok sert davranıyorsun." dedi Voltra, umursamazca. "Ayrıca bunu söylemeseydim belki de sonsuza kadar senin adının Taufan olduğunu bilmeyecekti."
"Kapa çeneni artık. Bu gerçekten..." Beliung bir eliyle yüzünü örterken, onu ittirdi.
"Tuhaf? Kötü? Utanç verici?"
"Hayır! Sadece bana.. eskiyi hatırlatan bir şey." diye mırıldandı Beliung, zayıf bir sesle. "Eğer Beliung isminin bana hiçbir şey hatırlatmadığını düşünüyorsan, onda da yanılıyorsun. Sadece Taufan gibi bana tüm travmalarımı, hayal kırıklıklarımı ve zayıflığımı hatırlatmıyor."
"Peki peki..." Voltra tekrar kapı pervazına çökerken, düşünceli bir iç çekti. "Peki TAPOPS meselesi ne olacak? Geri dönecek misin?"
"Hayır, sanmıyorum." diye homurdandı Beliung, kapıdan çıkıp bahçedeki toprağa otururken. "Onlara iğneleyici bir cevap gönderip hayatıma devam edeceğim. Oraya geri dönmek demek daha fazla risk demek ve ben..." Parmaklarını toprağa saplarken, dişlerinin arasından konuştu. "Angin'i de bu işe sürüklemek istemiyorum."
"Haklısın ama onu götürmek zorunda değilsin. Angin TAPOPS'a kayıtlı değil." dedi Voltra fikrini olumlu yönde değiştirebilme umuduyla ama Beliung hışımla ona döndü ve yüzünü onun yüzüne yaklaştırarak, "Yalnız gideyim ve benim yaşadıklarımı yaşasın öyle mi?..." diye fısıldadı. "Ben öleyim ve kardeşim yapayalnız kalsın öyle mi!?"
"Oh oh, sakin ol—" Voltra Beliung'un bileklerini tuttu ve gözlerinin içine baktı. "Derin nefes al Bel, sakin ol. Bunların hiçbiri gerçek değil. Şuan sadece kaygı atağı geçiriyorsun."
Beliung bir süre kesik nefesler alarak ona baktı. Sonrasında onun için şaşırtıcı olmayan bir şekilde, sıkıca sarıldı ve sessizce hıçkırmaya başladı.
Voltra onun omuzlarını ovuştururken, iç çekti. "Gerçekten çok zor bir dönemden geçtin ama sanırım yakında atlatacaksın."
Ertesi gün Beliung gizemli bir şekilde, bir şey demeden evden çıktı ve bir süre sonra geri döndü. Kapıyı açan Crystal'e tek kelime etmeden, yukarı çıktı ve odasında yalnız başına oturan Voltra'yı buldu. Boş gözlerle ona bakan gence elindeki kağıdı uzattı.
Voltra kağıda hızlıca göz gezdirdikten sonra, ifadesiz gözlerle kendisine bakan Beliung'un saçlarını karıştırdı. "Sonunda sanırım gerçekten iyileşmeye başladın."
"Komutan Koko Ci'ye,
Mektubunuzu aldım. Teklifiniz için teşekkür ediyor ve kabul ediyorum. Fakat bir şartım var, kardeşim Angin'i de yanımda getireceğim.
Teklifiniz için tekrardan teşekkürler. En yakın amanda TAPOPS'a geleceğim.
Saygılarımla, Taufan von Windara."
Devam Edecek...
Ne düşünüyorsunuz? Teorileri alalım!
İletişim: mercan.tasarim11gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder