OVERLAPPİNG STORMS- 23

 23: Yeni Bir Başlangıç

"Birdenbire tatile çıkmaya mı karar verdin abang? Dünden beri bavullara bir şeyler yerleştirip duruyorsun."

Bir çantayı daha ağzına kadar doldurmuş olan Beliung, fermuarını çekerek çantayı kapatırken, kısaca başını iki yana salladı. "Hayır." Daha fazla açıklamada bulunmadan, cebinden bir şey çıkarıp uzattı.

Agin şeyi... yani kağıdı aldı ve sesli sesli okumaya koyuldu.

"Taufan von Windara'ya,

Teşekkür ederiz. İkinizi de TAPOPS istasyonunda görmeyi bekliyoruz.

Komutan Koko Ci."

"Eeeeh?! Ne-ne-nereye gidiyoruz????!!!"

"Akıllı çocuk." dedi Beliung gülümseyerek, fakat açıklama yapmaktan ısrarla kaçındı ve diğerlerinden ödünç aldığı iki bavulu işaret etti. "Senin için. Hazırlansan iyi olur, yoksa diş macununu komutandan rica etmek zorunda kalabilirsin."

"A-aaaa—tamam!" Şoktan henüz çıkamayan çocuk sertçe başını salladı ve okuduğu çizgi romanı bir kenara bırakarak, yataktan aşağı atladı.

Beliung kendi kendine gülerek başını iki yana salladı ve çantaları kontrol etmeye geri döndü. "Kıyafetler tamam, nevresim takımları tamam, bakım malzemeleri tamam, atıştırmalıklar tamam... Hm, başka bir şeye gerek yok gibi görünüyor."

"Abang~ Dolabımda neredeyse hiç kıyafet yok!"

Beliung derin bir iç çekti ve sızlanan kardeşine bıkkın bir bakış attı. "Az önce demedim mi? Bavulları zaten hazırladım."

"Az önce şu iki bavula eşyalarını koyabilirsin dedin!" diye bağırdı Angin, eline geçirdiği bir çorap yumağını ona fırlatırken.

Tam on ikiden! Yumak Beliung'un alnına isabet etmişti.

"İiiish..." Beliung ayağa fırladı ve çorap yumağını ona geri fırlatırken, "Beni çıldırtmak mı istiyorsun?!!" diye çıkıştı.

"Konuşurken düşüncelere dalan sensin." diye karşılık verdi Angin, yumağı hafif bir rüzgarla yakalayıp yerine koyarken.

"Eeeh, yeterli. Kavgayı kesin."

Crystal'in sesi, ikisinin de durup kapıya bakmasına neden oldu.

"Yemek yemeyecek misiniz? Yoksa TAPOPS'a benim yemeğimi son kez yemeden mi gideceksiniz?" diye sordu Crystal, neşeli ve belki biraz da gururlu bir tavırla.

"Hey—! TAPOPS'a hemen gitmiyorum bile!" diye karşı çıktı Beliung öfkeyle bağırarak, fakat Crystal çoktan gitmişti.

"Sanırım yemek için aşağı inmemiz gerekiyor." dedi Angin yavaşça fakat ikisi de bir adım olsun atmadı.

Beliung bakışlarını bir an olsun ondan ayırmadan, yatağından bir yastık kaptı ve ani bir hareketle ona fırlattı.

"Hey! Bu adil değil!" Angin zar zor dengede kalırken, yastığı bir kenara bıraktı ve karşılık olarak az önce yerine koyduğu çorak yumağını alıp ona fırlattı. Fakat Beliung gözünü bile kırpmadan, hafif bir rüzgarla yumağı yakaladı ve yerine koydu.

Sonra hiçbir şey olmamışçasına sakince ona baktı. "Hadi. Yemek zamanı."

Yemekte tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi yan yana oturmaları da bu yüzdendi—intikamlar alınmış, mevzu halledilmişti.

"Demek Beliung TAPOPS'a geri dönüyor..." diye mırıldandı Rimba yemek sırasında, kederli bir biçimde. "Yani artık yalnızca tatillerde gelecekler..."

"Hm. Ama sizi arayacağım, bundan hiç şüpheniz olmasın." dedi Beliung ciddiyetle—dışarıdan umursamıyormuş gibi görünse de, cevabı aslında gayet de umurunda olduğunun bir kanıtıydı.

Son akşam yemeği yendi, son çaylar içildi, son sohbetler edildi, bir mecburi vedalaşma gecesi adında gece boyu uyumamayı hedefleyen bir parti düzenlendi. Sonunda sabah olduğunda gitme vakti gelmişti.

"Haah... Hiçbirinizden ayrılmak istemiyorum..." diye sızlandı Angin, bavulları bahçeye taşıdıkları sırada. "Abang Bel niye böyle bir şey yapmak istiyor, anlamıyorum."

"Galaksinin güvenliği için." dedi aniden yanında beliren Beliung, sakince. Korkudan neredeyse yere düşecek olan kardeşini kolundan yakalarken, "Daha sonra detaylı açıklamayı alacaksın." diye ekledi.

"Işınlanma tüneli açılıyor!" diye seslendi Thorn ve bunun üzerine herkesin dikkati iki kardeşin üzerine yoğunlaştı.

"Hepinizi çok özleyeceğim..." Angin en sevdiği kardeşlerinden Thorn ve Blaze'e sıkıca sarılırken, gülümsüyor olmasına rağmen, mavi gözleri dökülmemiş yaşlarla parlıyordu. "Ama en çok da siz ikinizi çok özleyeceğim!"

Thorn en duygusal kardeşlerden biri olarak Angin'le beraber gözyaşlarına boğulurken, Blaze derin bir nefes alarak, ağlamamak için kaşlarını çattı.

"Sadece uzakta olacaksın, hepsi bu." dedi Halilintar gülümseyerek, yanlarına yaklaşırken. Fakat kızıl gözlerinde belirgin bir acı vardı. "Görüşmeye devam edeceğiz."

"Evet ama yüz yüze görüşmekle, beraber yaşamakla aynı şey değil!" Angin sonunda beklenen şekilde hıçkırırken, bunu yapmasını beklemediği için kaskatı kesilen Halilintar'a sıkıca sarıldı. Eğer Beliung onu çağırdığı için geri çekilmeseydi, Halilintar dayanamayıp ağlamaya başlardı.

Bu sırada ağabeyler Beliung'u sarmalamışlardı.

Rimba Beliung'un beline, Nova ise dizlerine sarılmış, dramatik bir şekilde, "Gitme Bel... Bizi bırakma..." diye sızlanıyorlardı. On dokuz yaşındaki gençler olarak pek ağırbaşlı görünmüyorlardı ama kimsenin umursadığı yoktu.

"A-ah! Ne oluyor?! Angin, gel!" Ve beni kurtar, diye düşündü Beliung, çaresizce.

"Heh, kaçışın yok Bel." diye sırıttı Nova, Beliung'un sol koluna yapışırken.

"Kesinlikle, gitmeyeceğini söyleyene kadar seni bırakmayacağız." diye onayladı Rimba, gencin boynuna sarılırken.

"Beni bırakın artık! Boğuluyorum!" diye bağırdı Beliung dehşet içerisinde fakat daha çok zevk alıyormuş gibi görünüyordu.

Kimse araya girmeseydi, bu oyun sonsuza kadar sürerdi.

"Hadi hadi, bırakın onu." dedi Voltra gülerek, Beliung'u iki yapışkan gençten kurtarırken.

Sonunda ışınlanma tüneli açıldığında, Beliung'un kimseye sarılmaması ve sadece soğukça, "Görüşürüz millet..." demesi bu küçük çaplı olaydan kaynaklanıyordu.

İki kardeş birlikte açılan ışınlanma tüneline girerken, tünel kapanana kadar diğerlerine el sallamayı sürdürdüler.

Geldikleri yer, TAPOPS karargahının toplantı odasıydı. Önlerinde de küp kafalı, yeşil tenli, güneş gözlüklü, çok kısa boylu bir uzaylı duruyordu.

"Ah!" Angin, Beliung'un arkasına sığınırken, ağabeyinin dudakları gerildi ve, "K-komutan!" derken, asker selamı olduğuna kanaat getirdiği bir hareket yaptı.

Angin merakla ona baktı ve her ne kadar yeni kişiden çekinse de, aynısını yapması gerektiğine karar vererek, yapmayı denedi fakat dengesini koruyamadı. Neredeyse yere düşüyordu ki, ağabeyi duruşunu bozdu ve düşmeden önce onu yakaladı. Sonra yine ciddiyet içerisinde komuta dediği kişiye döndü.

"Hm... Yani Angin sen misin?" diye sordu komutan, ciddi ve biraz kuşkulu bir ses tonuyla. Gözleri yüzünden ifadesi görünmüyordu ve bu daha da ürkütücüydü.

"E-evet efendim." Angin birdenbire kendini çok gergin ve beceriksiz hissederken, hızlıca başını salladı.

"Hmm... Güzel..." diye mırıldandı komutan fakat onu yeterince uzun süredir tanıyan Beliung, kardeşinin beceriksizliğinden hoşlanmadığını hissedebiliyordu. Bu onu sinirlendirse de, belli etmedi.

"O zaman odanıza yerleşebilirsiniz. Kapının üzerinde adlarınız yazıyor."

İki kardeş bavullarını da yanlarında sürükleyerek, odalarını bulmaya gittiler.

"Abang Kriss ve abang Chiaro da burada kalıyormuş, baksana... Luiyn, isimsiz, aaa Yaya ablanın ismi ve biri daha, Fang dediğin ağabey de burada ve isimsiz, isimsiz... Abang, sakın o komutan bizimle alay etmiş olmasın?" diye sordu Angin, upuzun geniş koridorun yarısından fazlasını yürüdükten sonra.

"Boş odaların bir sahibi olmalı ki, bize vermemişler." dedi Beliung, komutandan bir gram şüphe duymadan. Bu onun için tuhaf bir şeydi, çünkü Angin'in bildiği kadarıyla ağabeyi her zaman bir şeylerden şüphe ederdi.

"Taufan ve Angin... İşte burası." dedi Angin rahatlayarak, sonunda bir kapının önünde durduklarında.

"İsmimden nefret ediyorum..." diye homurdandı Beliung, elindeki kartı okutarak kapıyı açarken.

"Anlamı hoş ama¹." diye karşı çıktı Angin—gerçi, biraz kaotikti de ama Angin yine de seviyordu.

Beliung karşılık vermedi, yüzünde belirgin bir tiksinti ifadesiyle odayı süzmekteydi.

Demir ranza, çirkin bir komodin, steril, metal duvarlar... Hepsinden nefret ediyorum. Öyle bunaltıcılar ki, diye düşündü gözlerini kısarak.

"Iııy, burası çok kasvetli." dedi Angin, ürpererek. Çantasını yatağa atarken, kendisi de yatağa oturdu ve bacaklarını sallayarak, "Burayı neşeli ve canlı bir yer haline getirmeliyiz." diye ekledi.

"Burayı sahiplenmek istemiyorum!" diye karşı çıktı Beliung karmakarışık duygularla ama Angin onu dinlemiyordu bile. Hemen çantasını açtı ve kişisel eşyalarını komodinin iki çekmecesinden birine yerleştirdi. Bavulundan nevresim takımını çıkardı ve üstteki yatağın üzerine bıraktı. Son olarak, bavulunu dolabın yanına sürükledi ve neşeyle, kıyafetlerini yerleştirmeye koyuldu.

O neşeyle dolabını doldururken, Beliung kendi kendine başını salladı ama dudaklarının kıvrıldığını hissedebiliyordu.

Böyle bir durumda bile gülümseyebiliyorsun Taufan, dedi sağduyusu ve bunun üzerine eşyalarını yerleştirmeye karar verdi. Düşünceleriyle baş başa kalmaktansa, eşyalarını yerleştirmeyi tercih ederdi.

İki kardeş gün boyunca; yataklarına çarşaf sermek, eşyalarını yerleştirmek gibi şeylerle meşguldüler. Daha sonra, görev vb. bir şey olmayacağı için daha gündelik bir şeyler giydiler ve biraz dinlendiler.

"Hey Angin..."

"Hmm...?" Angin başını aşağı sarkıtarak ağabeyine baktı. "Ne oldu abang?"

"Sana bir yeri göstermemi ister misin?..." diye sordu Beliung dalgınca, ki sırt üstü uzanmış, ellerini başının altında birleştirmiş ve gözlerini kapatmıştı.

"Eeee... Olur, tabii?" Angin şaşırsa da, yataktan aşağı indi ve bu sırada hızlıca kalkan ağabeyinin peşinde, odadan çıktı.

O yere vardıklarında şaşkınlığı artmakla beraber, biraz canı sıkılmıştı. "Burası neresi abang? Bizim odamızdan daha kasvetli, her tarafta yalnızca metal duvarlar var—uzaya bakan şu pencereyi saymazsan."

"Burası eğitim alanı. Eğitimlerimizi burada sürdüreceğiz." dedi Beliung, ağır bir ses tonuyla. "Güvenlik açısından iyi ve ilkyardıma ihtiyacımız olursa diye yakınında revir var."

"Peki..." Angin daha fazla soru sormadı ama Beliung'un söylediklerinin arkasında daha fazlasının yattığını hissetmişti.

Belki de eskiden buraya geliyordu, diye düşündü omuz silkerek.

Sonunda akşam olduğunda -uzayda oldukları için bunu yalnızca saate bakarak anlayabiliyorlardı-, ilk gecelerini geçirmek üzere odalarına döndüler ve yataklarına girdiler.

Burada da, Beliung alttaki yatakta, Angin ise üstteki yatakta yatacaktı. Çocuk nedenini sorgulamamıştı ama zaten çok da önemli değildi, sonuçta üstteki yatakta uyumayı seviyordu.

"Angin, uyumadın değil mi?"

"Hayır... Ama birazdan uyuyacağım..."

"Yarın yedide ayakta olmalıyız..." dedi Beliung sessizce. "Amiral yedide hazır olmadığımızı görürse çok kötü olur. Öğrenmek bile istemezsin."

"Peki peki... İyi geceler..." diye mırıldandı Angin, yatağında oturmuş, pencereden yıldızlarla dolu uzayı izliyordu. Buraya alışabilecek miydi acaba?...

Yatağa, battaniyesinin içine gömülürken, gözleri yaşarmaya başladı. "Keşke şimdi evde olabilsem..."

Blaze, Thorn, Voltra ve Halilintar'ı düşündüğünde acısı daha da arttı ve bunu düşünmemeye çalışarak, gözlerini kapattı.

...

Gecenin bir yarısı -tabii uzayda saat kavramı yoktu ama- herkes uykudayken, tüyler ürpertici bir bağırış duyuldu.

Angin oldukça aşina olduğu bu bağırış üzerine, uykusundan uyandı ve endişeyle, "Abang?" diye fısıldadı.

Karşılık gelmeyince, yavaşça yataktan aşağı süzüldü ve ağabeyini görebilmek için, daha loş bir ışığa sahip gece lambasını açtı.

Beliung yatağının içinde, battaniyesine sıkıca sarılmış, ağlıyordu. Muhtemelen uyuyordu ama Angin onu kabusundan kurtarmak adına, uyandırmaya karar verdi.

Eliyle hafifçe omzuna dokunarak, "Abang, buradayım..." diye fısıldadı.

"A-abang?..."

"Eh?" Angin şaşkınlıkla donup kalırken, Beliung aniden doğrularak, ona sıkıca sarıldı—ağlamaya devam ediyordu. "Özür dilerim..."

"Ha—ne?" Angin, Beliung başını omzuna yasladığında daha da şaşırdı ve biraz da endişelendi. "Abang, benim, Angin."

"Angin?..." diye fısıldadı Beliung, bitkin ve titrek bir sesle. Şimdi yarı yarıya uyanmıştı.

"Ben de evi özlüyorum abang..." diye fısıldadı Angin, gülümseyerek. O da ağlamak üzereydi ve gerçekten de, özellikle de gece vakti onları özlüyordu ama şuan ağabeyini teselli etmesi gerekiyordu. "Abang Voltra'yı, Blaze'i, Thorn'ü, Ice'ı, Hali'yi... Herkesi özlüyorum..."

"Ağabeyim..." diye fısıldadı Beliung—tekrar gözyaşları akmaya başlamıştı ve Angin bunu hissedebiliyordu. "Ağabeyimi özlüyorum..."

"Biliyorum..." Angin kendinde beklenmedik bir olgunlukla gülümserken, ağabeyine daha sıkı sarıldı. "Onu beraber arayacağız abang. Eminim ki bir gün—"

"Onu özlüyorum..." diye fısıldadı Beliung biraz sertçe, ağlamayı bırakırken. "Ama onu görmek istemiyorum."

Devam Edecek...

Nasıl şok ama? HEH HEH. Bundan iyisi olamazdı. Neyse. Boboiboy Galaxy Baraju'nun tanıtım fragmanı çıktı, izleyip beğenmeyi unutmayın. Beliung'la alakası olan sezon Windara ama olsun.

İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11