OVERLAPPİNG STORMS- 26
26: Senin Sorunun Ne, Taufan?
"Hayata döndürmek mi? Taufan mı?" Yaya bir an şaşkınlıkla ona baktıktan sonra, içtenlikle güldü. "Taufan en az senin kadar yaşıyor."
"Abla! Bunu kastetmediğimi biliyorsun!" Angin yetişkinlerin espri anlayışının ne kadar kötü olduğunu düşünerek surat asarken, açıklamaya çalıştı. "Bazı günler, abang Taufan yatağımı toplamadığımı görünce çok sinirleniyor, hatta bazen ölümcül derecede korkutucu oluyor. Bazen de kendi yatağını toplamayı unutacak kadar dalgın oluyor ve bana bunun için kızdığını hatırlattığımda çok üzülüp, özür diliyor. İnsanların bipolar dediği bir hastalığı falan mı var?"
"Bipolar mı? Taufan mı? Ahaha, kesinlikle değil tatlım." Yaya gülümseyerek, çocuğun saçlarını karıştırdı. Arkadaşının sınırlarını koruyarak, "Sadece bir süredir fazlasıyla üzgün." diye açıkladı. "Ailesini kaybetti-ki bu bile oldukça büyük bir şey, Dünya'da kendine yeni bir hayat kurmaya çalıştı, seni büyüttü... Düşünebiliyor musun, senin tüm eğitiminden o sorumluydu ve bu oldukça ağır bir yük. Şimdi de, TAPOPS hayatına uyum sağlamaya çalışıyor. Taufan üzgün, yorgun ve aynı zamanda çok stresli."
"Anlıyorum..." diye mırıldandı Angin başını sallayarak fakat tekrar kıza baktı ve, "Bir sorun daha var." dedi. Neyse ki Yaya onu dinleyecek kadar anlayışlı ve şefkatliydi. "Abang Taufan'la beraber eğitim yaptığımız sırada bana bir şey söylemişti... Rüzgar Taşıyıcılarında nadiren karşılaşılan bir durum. Rüzgar elementi kanında dolaşırken, bir anda durduğunda orada tıkanıklık yapıyor. Kandaki o kısımdan kurtulması ve bunun için de kusması gerekiyor. Yani böyle anlatmıştı."
"İlginç..." diye mırıldandı Yaya, işaret parmağını düşünceli bir şekilde çenesine vurarak. "Bana bundan hiç bahsetmemişti."
"Sanırım seni üzmek veya endişelendirmek istemedi." diye mantıklı bir çıkarımda bulundu Angin fakat Yaya başını iki yana salladı. "Sanmıyorum, anladığım kadarıyla bu genellikle kimseye anlatmadığı bir konu. Baksana, kardeşi olmana rağmen sana bile yeni anlatmış."
Angin ansızın, "Bunu araştıramaz mıyız?" diye sordu. Gözlerinde umudun parıltısı belirmişti. "TAPOPS kütüphanesini incelesek... Abang Taufan'ın durumuyla ilgili bir şey bulamaz mıyız? Hem belki bir çözümü vardır."
"Hmmm... Eminim o bunu çoktan denemiştir ama... Yine de denemeye değer." dedi Yaya, gözleri aynı onunkiler gibi parlamaya başlarken. "Ayrıca Taufan'ı biraz çalıştırmamız gerekiyor. Onunla konuşurken fark ettiğim üzere, Taufan fiziksel olarak kendisini geliştirmiyor—tabii bunun durumuyla da alakası olabilir ama yine de bedenini güçlendirmesi gerek."
"Bu büyük bir eksiklik." dedi Angin ciddiyetle. Hemen sonrasında, "Lütfen onu da benim gibi ölesiye koşturalım." diye ekledi. "Sanırım bunu ancak öyle unutabilirim."
İkisi de güldüler ve eğitim alanlarına gittiler.
Angin kendi başına eğitim yaparken sıkılıyordu ama ağabeyinin de dediği gibi, atışlarını geliştirmesi gerekiyordu.
Bir süre ısınma hareketleri yaptıktan sonra (bir savaşta ısınma hareketleri yapmasına imkan yoktu tabii), Taufan'ın yeni öğrettiği şekilde, birden fazla rüzgar küresi oluşturdu ve teker teker hedeflere fırlatmaya çalıştı.
Yine başarısız olarak hepsini aynı anda rastgele bir yerlere savurunca, iç çekti ve yere çöktü. Rüzgar gücünü kusursuz bir şekilde kullanabilmek istiyordu ama sanırım bunu yapabilmesine daha çok vardı.
Birkaç saatlik alıştırmadan sonra, yorgun bir şekilde eğitim odasından çıktı ve odaların bulunduğu yere yürüdü. Yorgun olmasına rağmen, oldukça mutluydu. Bu akşam diğerleriyle görüntülü konuşacaklardı! Özlem giderme günü!
Nitekim odadaki manzara, tüm bunları unutmasına neden oldu.
"Ben geldim—e-eehh?" Angin dehşet ve şaşkınlık içerisinde, ağzını açıp kapattı. Resmen dili tutulmuştu.
Oda biraz değişik görünüyordu, anlaşılan Taufan bugün toplamamıştı -ki onun gibi bir temizlik ve düzen hastası için bu ilginç bir şeydi- ve bazı eşyalar fırlatılmış gibi görünüyordu. Ama tüm bunlar, Taufan'ın kendisinin yanında bir hiçti.
Taufan amuda kalkmış ya da bunun gibi saçma veya tuhaf bir şey yapmış değildi. Sadece, kıyafetlerini değiştirmeden, dağınık yatağına gömülmüştü -ki bu bile oldukça tuhaftı- ve muhtemelen farkında olmadan, yüksek sesle ağlamaktaydı—bu amuda kalkmasından bin kat daha kötüydü.
Angin tereddütle yaklaştı ve elini omzuna koyarak, "Abang... İyi misin?" diye fısıldadı ama hiç beklemediği bir tepki aldı.
Taufan önce durdu ve başını kaldırıp dik dik ona baktı—onu görmeyi beklemediği kesindi. Sonra eline vurdu, hatta onu ittirdi ve tekrar yatağa gömülerek, "Git buradan..." diye homurdandı.
"A-ah—" Angin bir an nefesinin sıkıştığını hissederek, birkaç adım geriledi. Ağabeyinin davranışına bir anlam veremese de, kısık bir sesle, "A-ama abang, sen... İyi görünmüyorsun..." dedi.
Daha fazla bir şey söyleyemeden, Taufan hızla doğruldu ve doğrudan gözlerinin içine bakarak, "Gitmeni söyledim! Sen beni anlayamazsın!" diye bağırdı. "Hiçbir şey bilmiyorsun! Ağabeyini kaybetmedin, onu özlemiyorsun! Gücünü kullanabiliyorsun! Bildiğim şeyleri bilmiyorsun ve bilsen bile, fazla iyimsersin! Zaten bu yüzden beni anlayamazsın!"
Angin dehşetle öfke arasında gidip gelirken, hızlı hızlı soluyan ağabeyine baktı ve istemsizce, gözlerine yaşlar dolmaya başladı. Ağabeyinin başka bir şeyden ötürü böyle davrandığının farkındaydı fakat bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu.
Ağabeyinin gözlerinin içine bakarken, "Hiçbir şey bilmiyor ve seni anlamıyor olabilirim ama benimle acısını paylaşmayan ve beni dışlayan da sensin!" diye patladı. "Ağabeyimi hiç tanımadım—sen bu hissin nasıl olduğunu bilmiyorsun... Ondan bahsettiğinde ben ne hissedeceğimi bilmiyorum. Evet, fazla iyimserim! Çünkü bana bilmem gereken şeyleri anlatmıyorsun. Bir de anlayışımı mı bekliyorsun abang?"
Bu noktada küçük çocuğun gözyaşları akmaya başlarken, Taufan sarsılmış görünüyordu. Yine de son bir güçle, "En azından beni anlıyormuş gibi yapmak yerine... Normal davranabilirdin..." diye fısıldadı.
"Seni anlıyormuş gibi mi yapıyorum?" Angin gerçekten şaşırmış ve incinmiş görünüyordu. Hafifçe, hüzünle gülümsedi. "Ben gerçekten senin duygularını paylaşmaya çalışıyordum... Senin yanında olmak, en azından acını böyle paylaşmak istiyordum... Ama sanırım..." Bu kısımda sesi bir fısıltıya dönüştü.
"Senin zaten bana ihtiyacın yok."
Ve odadan çıktı.
Taufan bir süre boş gözlerle kapıya baktı. Hem acı gerçekler, hem de ürpertici bir déja vu hissi... Ne yapacağını bilemeyerek, yatağına çöktü ve başını ellerinin arasına alarak, "Yine haklıydı..." diye düşündü. "Tehlikeli derecede fevriyim, yargılayıcıyım ve en kötüsü, bencilim... Ona her şeyi anlatmam gerektiğini biliyorum ama anlatmıyorum... Üstüne bir de anlayış bekliyorum... Eğer Angin'i incittiğimi bilseydi... Beni affeder miydi?..."
...
Angin odadan çıkar çıkmaz, gözyaşları içerisinde Yaya'nın odasına koştu. Yardım isteyebileceği başka bir yer yoktu. Elbette Fang'in odası da vardı ama genci daha tanımıyordu bile.
Bereket versin kız hala uyanıktı.
"Angin—ah, ne oldu tatlım? Angin, beni duyuyor musun?" Yaya endişeyle kendisine sarılan ve hıçkırmaya devam eden çocuğun yüzünü görmeye çalıştı fakat başaramadı. Onu sakinleştirmeye odaklanması gerektiğini düşünürken, Angin geri çekildi ve hıçkırıklar arasında, "Abang... Abang Taufan'la kavga ettik!..." diyebildi.
Yaya bir an donup kaldı. Kim bilir neler düşündükten sonra, çocuğu içeri, odasına aldı.
"Yaya? Kim gelmiş—ah?" Siyah, kısa saçlarını iki kuyrukla toplamış, gözlüklü bir kız şaşkınlıkla Angin'e bakarken, Yaya susmasını işaret etti. Hala hıçkıran çocuğu yatağına oturttu, sakinleşmesi için sarıldı ve saçlarını okşadı. Kendisinin de kardeşi olduğu için, çocukların nasıl sakinleştirileceğini biliyordu.
"Bu..." Az önceki gözlüklü kız onlara bakarken, "Taufan'ın erkek kardeşi değil mi?" diye sordu. Yaya başını sallayınca, nefesi kesildi. "Ne kadar da büyümüş! En son gördüğümde hala bebekti."
"Ying... Bunu daha sonra konuşalım..." diye fısıldadı Yaya, uyarıcı bir bakışla ve Angin'e baktı. Çocuk biraz daha sakinleşmişti.
Ona burnunu silebilmesi için birkaç mendil uzatırken, "Neler oldu Angin?" diye sordu. "Eğer anlatmak istemiyorsan sorun değil ama—"
"Kavga ettik, bunun dışında anlatılacak pek bir şey yok." dedi Angin üzgünce—kızarmış gözleri ve gözyaşı izleriyle dolu yüzü ifadesini daha da trajik kılıyordu. "Aslında normal bir şekilde odamıza girmiştim. A-abang Taufan'ın ağladığını gördüm ve doğal olarak ne olduğunu sordum. Ama o bana çıkıştı -bayağı sert çıkıştı hem de- ve bunun üzerine ne oldu bilmiyorum ama ben de sinirlenerek, ona çıkıştım. Sonra da buraya geldim."
"Anlıyorum... Umarım ikiniz de birbirinizi çok fazla incitmemişsinizdir." diye mırıldandı Yaya düşünceli bir şekilde. Neden sonra çocuğa döndü ve bir öğretmeni anımsatan bir tavırla, "Ama odana geri dönmen ve ondan özür dilemen gerek Angin." dedi. "Affetmek büyüklüktür. Ayrıca sana bir şey söyleyeyim mi? Eminim Taufan sana kızdığı için çok üzülmüştür, çünkü -kulağa klişe gelmeye başladığını biliyorum ama- Taufan sana kızgın değildi."
"Peki, öyle diyorsan..." dedi Angin, odadan çıkmak için kapıya yönelirken. "Ama özür dilemeyeceğim, hayır. Hem abang Taufan'ın bunu gerekli gördüğünü de sanmıyorum."
Yaya kaşını kaldırarak, "O zaman affettiğini nasıl anlayacak acaba?" diye mırıldandı fakat daha fazla ısrar etmedi.
Angin sonunda kızın yanından ayrılınca, içini bir huzursuzluk sardı. Ya ağabeyi hala kızgınsa ve onun döndüğünü görünce...
Avucunu, el tanıma cihazına koymadan önce, bir an tereddütle durdu. Ama hayır, öyleyse bile, odasına girmek zorundaydı.
Neyse ki, Taufan uyuyakalmıştı.
Angin parmaklarının ucunda yürüyerek yaklaştı ve başını eğerek ağabeyinin yüzüne dikkatle baktı. Onu uyandırmaktan o kadar korkuyordu ki, nefesini tutmuştu.
Taufan uykusunda oldukça sakin ve huzurlu görünüyordu ama hiç olmadığı kadar dağınık kıyafetleri ve karışmış saçları bir sorun olduğunun bir işaretiydi. Ayrıca Angin yakından baktığı ve aynı zamanda onu iyi tanıdığı için, Taufan'ın uykuya dalana kadar ağladığını anlamıştı. Bu da yalnızca üzücüydü.
Angin duş alıp, pijamaya benzer rahat bir şeyler giyindi ve yatmadan önce, ağabeyine acıyarak baktı. Yatağında bile değildi, yatağa yaslanarak uyuyordu ve eğer böyle devam ederse sabah kalktığında hem beli, hem de boynu çok fena tutulmuş olurdu.
Angin ona gerçekten acıdığı için, yavaşça yaklaştı ve ağabeyinin omzuna dokundu. "Abang... Uyan..."
Uykusu fazla derin olmasa gerek ki, Taufan birkaç kez seslenişinden sonra, yavaşça başını kaldırdı. "Hm?... Ne... Ne oldu?..."
Angin gülmemesi gerektiğini bildiği halde, fark edilmeyecek kadar sessizce kıkırdadı. "Burada uyuyakalmışsın abang... Duş da almamışsın. Hadi kalk..."
Taufan birkaç saniye boyunca boş boş ona baktı—hala uyanabilmiş gibi görünmüyordu. Sonra yavaşça kalktı ve banyoya yürüdü.
Angin de yattı. Ağabeyinin duştan sonra daha uyanık ve bilinçli hareket edeceğini biliyordu, bu yüzden onu beklemesine gerek yoktu.
...
Kavga etmeleri bir açıdan iyi olmuştu. Taufan odalarında oldukları zamanlar dışında, Angin'e fazla yanaşmıyordu; Angin de ihtiyatla ondan kaçınıyordu. Eğitimlerini bile birbirlerinden bağımsız bir şekilde yapıyorlardı.
İyi olan kısım şuydu: Angin istediği gibi Yaya'yla kütüphaneye gidebiliyor, araştırma yapabiliyordu.
"Taufan Windara'lı olduğuna göre... Windara hakkındaki tüm kitapları okumamız gerekecek." dedi Yaya, ertesi gün kütüphaneye geldiklerinde. "Eminim Rüzgar Taşıyıcılarından bahseden bir kitap vardır."
Vardı.
Kitapları okumaya başladıkları ikinci gün, Yaya keyifle çığlık attı. "Angin, bak! Burada yeni ve eski zamanlardaki yetenekli Rüzgar Taşıyıcılarından bahsediliyor. Birçoğu kraliyet ailesinden ama bazı kraliyet üyeleri, güçlerini halkın içindeki yetenekli kişilere teslim etmiş."
Angin Yaya'nın yanına çökerken, merakla resimlere ve açıklamalarına baktı. "Bekle... Bunların çoğu benim atalarımsa ve yine birçoğunda anten olduğuna göre... O zaman... Bizde niye anten yok? Genellikle Windara'lıların hepsinde var."
"Belki de yalnızca kral veya kraliçede oluyordur... Ya da Windara'da büyümediğiniz için antenleriniz oluşmamıştır?" diye mantık yürüttü Yaya ama bakınca, bu pek de mantıklı değildi.
"Ah, bak. Burada açıklaması da var." dedi Angin, bir satırı işaret ederek ve sesli bir şekilde okumaya koyuldu. "Windara'lı birinin anteni yoksa bakılır; Windara'da yaşamıyorsa oraya geri dönmesi o kişi için yeterli olur. Ama anemosis'e yakalanmış biriyse, onun için yapılacak bir şey yoktur. Antenleri hiçbir zaman çıkmayacaktır. Anemosis de nedir?"
"Bilmiyorum. Kitaplarda yazıyor olmalı." dedi Yaya düşünceli bir şekilde ve bunun üzerine bunu araştırmaya koyuldular. Bir şekilde, bir ipucu yakaladıklarını hissetmişlerdi.
"Buldum! Bak Angin..." Beraber kitabın başına çöktüler ve Yaya bulduğu bilgiyi sesli bir şekilde okumaya koyuldu. "Anemosis, halk arasında bilinen adıyla Rüzgar Laneti, Rüzgar Taşıyıcılarında rastlanan kalıtsal ve kronik bir hastalıktır. Bulaşıcı değildir, bir Rüzgar Taşıyıcısından diğerine bulaşması söz konusu bile olamaz. Bu hastalığa yakalanan Rüzgar Taşıyıcısı..."
"Rüzgar elementini kullanamaz." Angin şaşkınlıkla Yaya'nın kaldığı yerden okumaya devam etti. "Bunu denediğinde başına gelebilecek şeyler şunlardır: kişi gücünün kontrolünü kaybedebilir (detaylı bilgi için bkz. kontrol kaybı), ölecek kadar hasta olabilir veya rüzgar elementi damarlarından birinde tıkanıklığa neden olur. Bu durumda kişinin acilen kusturulması gerekir. Anemosis hastalığına sahip Rüzgar Taşıyıcılarının kusması için..."
Angin okumayı bırakıp şaşkınlık ve şok içerisinde Yaya'ya baktı. Kız da aynı ifadeyle ona bakarken, "Sa-sanırım aradığın şey tam karşında duruyor Angin..." diye fısıldadı. "Taufan'ın sorunu tam olarak gözlerinin önünde duruyor."
Devam Edecek...
Evvetttt, bu daha da heyecanlıydı değil mi? Umarım biraz rahatlamışsınızdır, hehehe... Taufan'ın sorununu öğrendiniz tabii (her şey bir kurmaca... hihehehehe... E ne var yani, bulmaca gibi bir hikaye yazdığımı söylemek spoiler sayılmaz).
İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder