SHE WAS UNİQUE...

 Eğer bu hikayeyi okuyorsanız, altı kız kardeşin hikayesini merak ediyorsunuz demektir. Altı kız kardeş; yani Halilintar, Gempa, Blaze, Ais, Duri ve Solar.

Hepsi aynı gün doğdular ama kişiliklerinden, tarzlarına kadar oldukça farklı ve özgünler. Ebeveynlerini erken yaşta kaybetmelerine rağmen, dayandılar ve ayakta kaldılar. Yetimhaneye düşmek istememişlerdi.

Ve tabii herkesi tek tek tanıtmalıyım. Halilintar. En büyük kardeş; aynı gün doğdular tabii ama yine de herkes onun kararlarına saygı duyuyor.

Halilintar yalnız takılmayı sever, soğuk ama ara sıra espri yapma girişimlerinde bulunur. Utangaç ve içine kapanık bir kızdır. Tüm bu soğukluğuna rağmen, Duri'ye saçlarını örmesi için izin veriyor.

Gempa evin ikinci annesi niteliğinde; nazik, koruyucu, şefkat dolu bir kız. Azarlama konusunda yetenekli ve evi o idare ediyor. Kardeşler Halilintar'dan ziyade ondan korkarlar.

Blaze ailenin en cin fikirlisi, tüm belaların altında adı yatar ama buna rağmen kardeşlerinden biri zorbalık görürse kardeşini kolayca koruyabilir. Sık sık sorun çıkardığı için Gempa'dan veya Halilintar'dan azar yer ama umursadığını sanmam.

Ais evin en oturaklı, en sakin kızıdır. Onu yemek yerken veya uyurken görmek mümkündür. Genellikle derslerde bile uyuduğu için, sınavlardan yüksek notlar aldığında herkes şaşırır. Hatta geçen sene neredeyse okul birincisi olacaktı.

Duri saf, neşeli ve hassas bir kızdır. Çok kolay ağlar ve güler. Ara sıra zorbaların hedefi olmasına rağmen, masum ve suçsuz biridir aslında.

Gerçi zorbalık yapanlar kurbanları için bir suç uyduruyor mu bilmiyorum ama neyse...

Ve son olarak Solar, evin dahi kızı. Kardeşler, dahi olduğu için ara sıra gurura kapıldığını biliyorlar ama hoş görüyle karşılamaya çalışıyorlar. Ayrıca tüm alaylarının altında, kompleksleri, korkuları ve stresi yatıyor. Aslında Solar nazik bir kızdır ve evin 'bebeği'dir.

Kardeşler dışında evde bir de hizmetçi bulunur. Ebeveynleri hayattayken çalışmazdı -onlar kendisini yıpratmasına izin vermezdi- ama onlar öldükten sonra, kendini altı kardeşe adadı. Para bile almadığı halde, evin çoğu işlerini o halleder. Oldukça yetenekli ve çalışkan biri; gerçi Halilintar tembel olduğunu, daha çok çalışması gerektiğini söylemişti. Ama ona aldırmayın, parasız çalışmasına rağmen hizmetçiyi küçümseyebilecek tek kişi odur herhalde.

Ben kim miyim? Ben onlardan biri değilim. Ben sadece anlatıcıyım.

Altı kardeşin kaldığı ev, oldukça güzel bir köşktür. Dışarıdan çok kötü görünebilir, ama içi oldukça güzeldir. İki katlıdır ve her kardeşe bir oda düşecek kadar olmasa da, hepsine yetecek kadar büyüktür.

Halilintar okul ve ev işleri dışında müzik dinlemekten, gitar çalmaktan, roman okumaktan ve kedilerle ilgilenmekten hoşlanır. Onu bazen şarkı söylerken yakalayabilirsiniz ama sakın yakaladığınızı ona belli etmeyin. Çok utanacaktır.

Gempa okulda biraz daha fazla kalır; öğrenci konseyi başkanıdır ve ilgilenilmesi gereken belgelerle ilgilenir. Evdede de ev işleriyle vakit geçirir. Hobileri... Herhalde diğerlerini azarlamak. Bunun dışında resimde iyi, ara sıra çizim yaparken görebilirsiniz.

Blaze okul ve evde belalı biri olarak bilinir. Yaramazlıkları ve şakaları yüzünden sık sık başı belaya girer. Halilintar veya Gempa ona kefil olmasaydı, okuldan atılabilirdi. Hobileri futbol veya voleybol oynamaktır, bunun dışında fazla yetenekli olduğu bir şey yoktur.

Ais okulda da, evde de genellikle uyur veya yemek yer. Sık sık uyuduğu için kardeşleri -özellikle de Duri- onun saçlarını örebilir veya istedikleri gibi süsleyebilirler. Ders notları gayet iyi olmasına rağmen, ders çalışmayı sevmez. Kitap okumaktan ve gölgelik ormanlara, deniz kenarına gitmekten hoşlanır. Bunun dışında bir hobisi olduğunu duymadım.

Duri okulda ve evde bitkilerle uğraşır. Okul bahçesindeki çiçekler onun tarafından ekilmiştir. Evin arka bahçesine tüm o bitkileri ve çiçekleri de o ekti. Bunun dışında bir yeteneği yok ama bitkileri o kadar çok seviyor ki, bitkiler hakkındaki tüm ansiklopedileri okudu (kitabı ters tutuyor).

Solar okuldaki en başarılı öğrenci. Eve bir katkı sunduğu söylenemez ama başarısı bunu telafi ediyor. Kitap okumaya bayılır ve bilime aşırı meraklıdır. Bunun dışında bir hobisi yok sanırım.

Sevgili hizmetçilerine hobilerini sorarsak, o da pasta yapmaktan hoşlandığını söylerdi sanırım. Evde pasta pişmeyen bir gün olmuyor. Artık el alışkanlığı kazanmış olmalı. Gerçi, genel olarak bir şeyler pişirmeyi seviyor sanırım.

Ama herhalde... kimse ona ne yapmaktan hoşlandığını sormazdı sanırım. Onu önemsemiyorlar... değil mi?

...

"Taufan... Hayır, bu doğru değil..." diye fısıldadı Gempa, hıçkırarak. Bir süredir, evde bulduğu mavi kapaklı defteri okumaktaydı. Bir hikayeyi anımsatan bu kelimeler, ablasına aitti.

Bir zamanlar Halilintar onun defterlerini bulmuş ve sebepsiz bir şekilde yazdığı şeylere sinirlenmişti. Taufan bu yüzden şifreli yazıyor olmalıydı.

"Gempa, kendini boş yere tüketiyorsun. Yapacak bir şeyimiz yok." dedi Halilintar sertçe, elini omzuna koyarak fakat Gempa onun elini ittirdi ve deftere daha sıkı sarılırken, "Üzülmek zorundayım!" diye haykırdı. "Nedenini benden daha iyi biliyorsun!"

"O tüm bunları yapmak zorundaydı! Yoksa yaşamımızı sürdürmemize imkan yoktu!" diye çıkıştı Halilintar öfkeyle, sesi gittikçe daha da fazla yükseliyordu.

"Ne?..." Gempa ağlamayı bir anlığına kesti ve altın gözlerinde şok ve hayal kırıklığı dolu bir parıltıyla, kız kardeşine baktı. "Bana... kendi kardeşimizi hizmetine muhtaç olduğumuzu mu söylüyorsun? Bana Taufan'ın bunu yapmaya mecbur olduğunu mu söylüyorsun?! Bunu nasıl söylersin Halilintar?!"

"O en büyüktü! Bizi korumak zorundaydı! Ayrıca bizim gibi değildi—" diye karşı çıktı Halilintar fakat bunun karşılığında Gempa sinirle çığlık attı—belki de aynı zamanda hüzünden de yapmıştı bunu. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Halilintar?! Taufan'a resmen eziyet ettiğimizi görmüyor musun?! Ölesiye yorulmuş olmalı! Ve şimdi... Şimdi..." Hıçkırarak sustu.

"...Özür dilerim." diye fısıldadı Halilintar başını çevirirken, fakat epey kısık bir sesle söylediği için, kız kardeşi onu duymamıştı.

Neden sonra, Gempa daha fazla beklemeden, ayağa kalktı ve burnundan soluyarak ona baktı. Sonra, ağır adımlarla, onu orada bırakarak uzaklaştı.

Halilintar yavaşça başını çevirip, yanında durdukları taze mezara baktı. Ona çok kötü davrandıktan sonra, ablasını sevdiğine inanmıyordu. Ona yaşattığı acılardan sonra onu özlemeye... onu sevmeye hakkı olabilir miydi?

"Burada olsaydın... Neyi isterdin?" diye fısıldadı kendi kendine, gözlerini kısarak.

Elbette sevinir ve tüm geçmişe bir sünger çekerek, onu sevgiyle kucaklardı. Eski yaraları ara sıra yine sızlardı ama onu suçlu hissettirmemek için bunu gizlerdi.

Halilintar bunu yapmamak için dudağını kanatacak kadar sert ısırmasına rağmen, gözlerinin dolmaya başladığının farkındaydı. Daha fazla dayanamayarak, yere çöktü ve gözyaşlarının -ki pişmanlık ve özlem gözyaşlarıydı bunlar- akmasına izin verdi. Yararsız ve boş sözlerle nefesini beyhude yere tüketmek yerine, nefesi tıkanana kadar ağladı. Nasıl olsa kimse görmeyecekti.

Öte yandan Gempa, eve yürürken, ablasının, Taufan'ın nasıl bir hayat geçirdiğini düşündü. Madalyonun diğer yüzünde hangi hayal kırıklıkları vardı? Ne tür kırgınlıklar, nasıl acılar, nasıl gözyaşları vardı?

Ne zaman gözyaşı dökmüş, dökebilmişti Taufan? Gün boyu, Halilintar öyle bir tavra giriyordu ki, onun ağlamasına bile katlanamıyordu.

Neler yaşamıştı Taufan? Görünen kısımda Taufan mutluydu. Her zamanki rutiniymiş gibi ev işlerini hızlıca ama özenle yapar, yorgun olsa bile okula gitmeyi başarırdı. Okuldan sonra, artık tükenme noktasında olmasın rağmen yarı zamanlı bir işte çalışırdı ama eve geldiğinde sanki arkadaşlarıyla bir gün geçirmişçesine mutlu gözükür, neşeyle -ama yalnız başına- akşam yemeğini yerdi.

Ama son zamanlarda Gempa onun neredeyse hiç yemek yemediğini ve aşırı zayıfladığını fark etmişti...

Daha sonra herhangi bir sebepten dolayı öfkelenen Halilintar, sinirini ondan çıkarırdı ama Taufan onu her zaman gülümseyerek dinlerdi.

Fakat bir keresinde, Gempa onun çenesinin nasıl sıkıldığını, gülümsemesinin yalızca ezberden bir hareket haline geldiğini görmüştü. Çok kısa bir andı, sonra ablası tekrar duygularını yatıştırmış olmalıydı ama gördükleri onun için yeterliydi.

Ve kimse, Taufan'ın bu hayattan bıkmış olabileceğini veya en azından bedeninin bu kadar yükü taşıyamayacağını düşünmemişti.

Taufan ailenin ilk çocuğuydu; altı kardeşten yaklaşık beş yıl önce doğmuştu. Bu yüzden kimse, ona 'en büyük kız kardeş her şeyi yapmalıdır' etiketini yapıştırmakta güçlük çekmemişti.

Ve şimdi Taufan ölmüştü. Yetersiz beslenmiş, yetersiz uyumuştu. Bunlar ve üstüne kronikleşen yorgunluk, bağışıklık sisteminin çökmesine neden olmuş, yakalandığı sapasağlam insanlar için kurtulması zor olmayan hastalık, onu ölüme sürüklemişti.

Gempa anahtarı çevirerek eve girerken, yorgun bir iç geçirdi. Tüm bunlar buz dağının yalnızca görünen kısmıydı. Bir de Taufan'ın, biricik ablasının geceleri nasıl geçirdiği sorusu vardı. Eğer Taufan bu konuda da bir yarı otobiyografik hikaye yazmadıysa, sorusunun cevabını asla öğrenemeyecekti.

Ama yazmıştı.

Taufan'a ait küçük ve eşyalarla dolu eski odayı toparlarken, kenarda duran kolileri fark etti. İçleri dolu olmalıydı ki, taşırken oldukça zorlandı.

Kolilerden birini alarak, ablasına ait yatağa oturdu ve bandını yırtarak açtı. Neredeyse ağlayacaktı, bunlar Taufan'ın; gerek hikaye olarak, gerekse normal günlük şeklinde yazdığı günlükleriydi. Taufan yıllardır günlük tutuyordu!

Bir tanesini çekip aldı. Bu soluk renkli, deri kapaklı defterin sayfaları nemden ve rutubetten dolayı sararmış ve kabarmıştı.

Günlüğün ilk sayfasında onu, Taufan'ın çarpıcı derecede güzel el yazısı karşıladı.

El yazısını güzelleştirmek için ne kadar uğraşmıştı... diye düşündü keder ve özlem karışımı bir şekilde gülümseyerek.

"Bugün annemlerin ölüm yıldönümü." diye yazmıştı Taufan, dört yıl önce. "Kimse onları hatırlamıyor ama benim acım her geçen gün artıyor. Onları özlüyorum. Eski hayatımı özlüyorum... Hali'den nefret etmek istiyorum -Gempa'nın nefesi kesildi- ama yapamıyorum. Bana verdiği küçük zararlar hariç küçük kız kardeşimi her zaman mazur görebilirim. Fazla merhametliyim ama elimde değil.

Ağlıyorum. Halilintar niye ağlamama izin vermiyor, hiçbir zaman anlayamayacağım. Bir gün zatürre  veya veremden ölürsem ne yapacak merak ediyorum.

En iyisi gidip yatmak. Yarın yapacak çok işim var.

İyi geceler gelecekteki ben."

Gempa gözyaşlarını sildi ve ağlamamak için gayret ederek,  başka bir defteri aldı. Bu defter çok daha eskiydi—Taufan'ın o zamanlar hala kötü olan el yazısıyla yazılmış, umut dolu kelimelerle doluydu.

"Bugün annemler bizi pikniğe götürdü! Çok eğlenceli geçti, Hali'yle her zamanki gibi ebelemece oynadım—ben kazandım, hehe. Ve tabii yine espri yapma girişiminde bulunup başarısız oldu.

Ben onun sevimliliğine gülerken, o utançtan bir kirpi gibi tortop olmuştu bile. Hali'yi çok seviyorum, o kadar sevimli ki... Hem saçlarında yeni modeller denememe de izin veriyor.

Ah, annem çağırıyor, şimdi..."

Gempa gözleri hala gözyaşlarıyla parlıyor olmasına rağmen, gülümsedi. Taufan... Son zamanlarında çok umutsuzdu ama aynı zamanda mutlu olduğu zamanlarda olmuştu.

Bunu bilmek güzeldi.

(Sona gelmeden önce...)

Taufan'ın Son Günü:

Taufan akşam sekizde eve girerken, bitkince başını tuttu. Bir süredir kendini aşırı hasta hissediyordu; aşırı zayıflamasına ve sürekli sıcak hissetmesine rağmen ayakta kalabilmesi bir mucizeydi.

Gerçi... Halilintar'a hasta olduğunu söylerse yalnızca daha fazla azar yiyecekti ve Taufan onun hakaretlerine dayanabileceğini sanmıyordu—en azından bugün değildi. Ondan korkmuyordu, sadece yeterince bitkin ve halsiz hissediyordu, şuan onun yükseldikçe yükselen sesini kaldırabilecek halde değildi.

Bitkince ceketini askıya astı ve mutfağa gitti. İşe bak! Yemek kalmamıştı.

Taufan küfretme isteği duyarak mutfak sandalyelerinden birine çöktü ve uzun bir süre hıçkırdı. Sonra kalktı ve dolabı açıp, yemek olup olmadığını kontrol etti.

Aslında canı yemek de istemiyordu.

Tükenmiş hissederek, yukarı, odasına çıktı ve üzerini değiştirip, eski ama hala rahat olan yatağına gömüldü.

"Ah, ödevim var değil mi?..." Başını bin bir güçlükle kaldırdı ve çalışma masasına baktı. Yanındaki küçük çöp kutusu, kan lekeleri bulunan kağıt mendillerle doluydu.

"Hasta olduğumu nasıl anlatacağım?... Kime anlatacağım ki?..." Taufan gözyaşları akmaya başlarken, başını yastığına gömdü ve yatağı tekmeledi. Bazen gerçekten çok sinirleniyordu. Kardeşlerine, hayata, her şeye.

Sırt üstü uzandı ve elini ışığa tuttu. "Ellerim ne kadar incelmiş... Hiç dikkatimi çekmemişti..."

Sonunda hiçbir şey yapamadan, uykuya daldı fakat rahat uyumak mümkün müydü? Sonu gelmeyen öksürük nöbetleri, terleme ve titremeler, nefes alırken çektiği zorluk, gittikçe yükselen ateşi ve kabuslar...

Taufan sonunda gece yarısı uyandığında, gözyaşlarına boğularak, "Hayırlıysa ölmek, değilse yaşamak istiyorum..." diye fısıldadı.

Sabah diğerleri onu kontrol ettiklerinde, ruhunu çoktan teslim etmişti.

Son (?).

Embéria Aéris, Angst bağımlısı yazarınız.

Notlar:

Eğer isterseniz diğer kardeşlerin bakış açılarını da ele alacağım. Hatta kesin yapayım ben bunu, lütfen beni zorlayın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11