A SLİCE OF LİFE WİTH EMİLY

Yine bir HaLy hikayesi daha, hihi. Böylesi daha eğlenceli.

 A Slice Of Life With Emily:

İşte yine günlük yazıyorum. Yani, aslında bu bir günlük sayılmaz... Geçen gün çektiğim videoyu yazıya dökeceğim. Bu daha da güzel, çünkü hem anılarım canlanıyor, hem de yazı yazıyorum.

Neyse, evet. Gelelim konuya. Video başlıyor.

"Merhaba gelecekteki biz, bugün Hali'yle nereye gidiyoruz biliyor musunuz? Elbette hatırlıyorsunuzdur ama, şey... Eee, nereye gidiyoruz Hali?" Dirseğimle onu dürtüyorum, Hali ise yalnızca omuz silkiyor ve bir şeyler homurdanıyor.

Onu anlama konusunda yüksek lisans yapmış olan bense, başımı sallıyorum. "Doğru! Çarşıya gideceğiz ve ben de bu sırada gelecekte oturup izlemek için video çekeceğim. Yani, öyle işte... Başka açıklama yok. Gülmeyi kes Hali!!" Öfkeli bir şekilde omzuna vuruyorum.

Halilintar gezmeyi seven biri değil gibi görünüyor ama onu dışarı çıkmaya ikna etmek çok kolay oluyor. İçten içe onun da gezmeyi sevdiğini biliyorum. En sevdiğim şeyse, isteklerimin onunkilerle çakışması. Bu sayede hiç tartışma yaşamıyoruz (en azından bu konuda, uh).

"Şaka bir yana, çarşıda ne yapacağız Hali?" diye soruyorum. Videoya göz ucuyla bakıyor ve kısaca, "Bilmem." diyor. "Çarşıya gitmek isteyen sendin."

"Uf Halii..." Sızlanarak omuzlarımı düşürüyorum. Eğer telefonu tutmuyor olsaydım muhtemelen video çektiğimi bile unuturdum. "Kıyafet almam lazım, o yüzden çarşıya gidelim dedim. Hatta sen de yeni bir şeyler alırsın, ısrarla şunu giymeye devam ediyorsun." Bıkkınca ceketini işaret ediyorum.

Bana doğru eğiliyor ve, "Sana mı sordum?" diye homurdanıyor. Olumsuz yorumlara genellikle aldırmaz ama eğer olumsuz yorumu yapan kişi bensem başka tabii... Bu kötü.

"Ne var sanki, haksız mıyım? Allah Allah..." diye çıkışıyorum ve onu ittiriyorum. Evet, canım sıkıldığında böyle yaparım, çünkü onu ittirmek çok zevkli—çünkü onu gıcık ediyorum, evet!

"Bugünkü kombinim hakkındaki düşüncelerini alalım Haliiii..." diyorum, kamerayı işaret ederek. Halilintar ona bakmam için omzuma dokunuyor ve yumruğunu işaret ediyor. 'Susmazsan fena olur' hareketi.

Kombinim sıra dışı bir şey değil; mavi, askılı kot elbisem, uzun kollu, toz pembe elbisem ve kırmızı şalım. Zaten sinir olduğu kısım da kırmızı şalım—onunla benzeşmemi sevmiyor.

Birlikte tramvaya yürüyoruz. Iman ablanın uyarıları yüzünden, aramızda mesafe bırakmaya çalışıyoruz ama ben ki, insanların koluna girmeye bayılan Emily, onun koluna girmek için yanıp tutuşuyorum. Bunun onunla alakası yok, eğer yanımda biri varsa ve koluna girmezsem o kişiden tamamen kopup başka bir yerlere gidebilirmişim gibi hissediyorum.

Ama elbette ki, ne zaman Hali'nin koluna girmeye çalışsam geri çekiliyor. O da hiç dokunsal biri değil ki...

Tramvaya geliyoruz—tüm süre boyunca sessizdik, evet. Az önce koluma girmekten ısrarla kaçınan Halilintar, şimdi omuzlarımı sıkı sıkıya tutuyor. "Hali, cidden çok komiksin. Çocuk gibi tramvayın önüne atlayacağımı falan mı düşünüyorsun?"

"Ne?" Bana odaklanmadığını o an anlıyorum. Soruyu duymadığı için boş boş bakıyor. Ben de gülümseyerek sorumu tekrarlıyorum. "Tramvayın önüne atlayacağımı falan mı zannediyorsun?"

"Bunu denediğini hatırlıyorum..." diye homurdanıyor bıkkınca ve bunun üzerine, öfkeyle ellerine vurarak geri çekiliyorum. "Saçmalama Hali, sadece tren raylarının nasıl olduğunu anlamak istemiştim! Tramvay gelmeden önce geri çıkacaktım!"

"Tabii tabii, öldükten sonra seni çıkartacaktık..." diyor ve itirazlarıma aldırmayacağını belirten bir ifadeyle, tekrar omuzlarımı tutuyor.

"Seni tsundere..." diyerek surat asıyorum, bu bir nevi intikamdı ama buna da aldırmıyor. Zaten ben de uzun süre surat asamıyorum, bir şeyler anlatmaya başlıyorum.

Ehh, Hali pek konuşkan değil ama iyi bir dinleyici. Ayrıca kabus gördüğüm nadir gecelerde her zaman uyanık olurdu. Nasıl olduğunu henüz çözemedim, çok mu geç yatıyor, yoksa bana o kadar bağlı ki benimle beraber kabus mu görüyor?

İki olasılık da aşırı saçma olduğuna ve kendisi de cevaplamadığına göre, bu soru yanıtsız kalacak.

Sonunda tramvaya biniyoruz. Bugün biraz kalabalık, bu yüzden sadece bir tane yer görüyoruz. Ben hemen oturuyorum. Hali'nin oturmak istemeyeceğini düşünsem de, nezaketen, "Oturmak ister misin?" diye soruyorum.

'Otur gitsin' dercesine elini sallıyor. Ben de neşeleniyorum ve konuşmaya kaldığım yerden devam ediyorum. Okulda yaşadığım bir olay, Taufan'ın yaptığı soğuk bir espri veya kendi başımayken yaşadığım trajikomik bir durum.

Halilintar genellikle sessiz kalıyor ama geçen ay okulda sınav puanları konusunda yaşanan karışıklığı anlattığımda neredeyse kahkahayı basacaktı, bundan eminim. Ben zaten sürekli kıkırdayarak anlatıyordum, o ise sonucu duyunca önce gülümsedi. Sonra başını çevirdi ve kıs kıs güldü. Dışarıda olmasaydık kahkahalarla gülerdik herhalde.

Her neyse.

Çarşıya geliyoruz. Bunu şimdi fark ettim... Ben ciddiyet içerisinde çarşıyı izlerken, Hali iki saniyede fotoğrafımı çekiyor. Bir hareketlilik hissederek ona döndüğümdeyse, telefonuyla uğraşıyormuş gibi yapıyor.

Ondan bu fotoğrafı istediğimde ne tepki vereceğini gerçekten merak ediyorum, hihihi...

Birlikte kıyafet satan bir mağazaya giriyoruz. Bazı kıyafetlerim eskidiği, bazıları da küçüldüğü için yeni bir şeyler almam gerekiyor. Hali'nin de kıyafete ihtiyacı var ama bir türlü uygun kıyafet bulamıyormuş. Eğer ısrarla siyah veya kırmızı istemese bir şeyler bulabilirdi herhalde!

"Hali, eğer bu kadar seçici olmayı bırakırsan kıyafetsiz kalmayacaksın."

Bunu ona da söylemişim neyse ki...

Bana bıkkınca bakıyor, gözlerini işaret ediyor ve parmağını yavaşça aşağı indirerek, tişörtünü işaret ediyor. "Zevksiz..." diyor alçak sesle, beni sinirlendirmeye bayılıyor.

Ama ben toplum içerisinde kolay kolay sinirlenmem. Sakince, "Ne olmuş yani gözlerinle uyumlu olmuyorsa?" diye homurdanıyorum ve içimden sabır çekerek, onu yalnız bırakıyorum. Kıyafet bulamadığı için üzülecek biri varsa, o da Hali olacak, üzülse de umurumda değil açıkçası. Bu kadar seçici olması onun suçu.

"Biraz yeni bir şeyler, yeni renkler denemek istiyorum ama burada istediğim kıyafetleri bulabileceğimden bile emin değilim..."  diyorum kendi kendime, raflar arasında ilerlerken. "Iman ablanın ne demek istediğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. İlk kez tesettüre girdiğim zaman, 'Tesettür kıyafetleri bulmak çok zor.' demişti. Sonra da her zaman gittiği bir yeri önermişti, adı neydi...?"

"Ben biliyorum."

"Woi—!"

Yine izlerken fark ettiğim üzere, sesli düşünmüşüm. Hali de her zamanki sinsiliğiyle, ilgilenmiyormuş gibi yapıp beni dinledi tabii...

Diğerlerine 'Hali sinsi biri' dediğimde, "Ne? Bizim Hali mi? Hadi canım sen de!" diye gülüyorlar. Gerçek Halilintar'ı tanımıyorlar bence.

"Beni korkutma demiştim! Ayrıca niye dibimde dolaşıyorsun?! Kendi kendime konuşurken birinin beni dinlemesini sevmiyorum!" diye kızıyorum ama o da, oldukça güzel bir cevap yapıştırıyor. "Sen benim burnumun dibine girerken sorun olmuyor, ben senin az yakınında durunca hemen 'niye dibime giriyorsun' oluyor... Gerçekten gıcıksın."

"Uff, kapa çeneni Hali... Gidiyor muyuz onu söyle." diyorum, o da başını sallıyor.

Birlikte o dükkana gidiyoruz. Hali'ye dışarıda beklemesini ve kesinlikle başka bir yere gitmemesini söyleyip içeri giriyorum.

Bu sefer gerçekten güzel ve uygun kıyafetler bulabiliyorum. Beyaz bir gömlek, zeytin yeşili bir yelek ve yine aynı renkte bir etek—kış aylarında giyilebilecek kalın, kot kumaşından yapılmış. Mavi bir elbise, turuncu bir kazak ve kazağın altına beyaz etek. Ayrıca Hali'yle uyumlu olması için siyah bir tunik ve kırmızı bir etek.

Bunların hepsi iki ağır poşet anlamına geliyor tabii. Yine çok para harcadığımı düşünerek dükkandan çıkıyorum ve poşetler gerçekten ağır olduğu için bir tanesini Hali'ye veriyorum.

Sonra bir bakıyoruuum, Hali de bir şeyler almıııış. "Ooooo, ne aldın Hali?"

Cevap vermek yerine poşetin içini gösteriyor. Aradığı kırmızı tişörtü bulamamış ama en azından siyah bir şeyler bulmuş.

Gülüyorum ve arkadaşça omzuna vuruyorum. "Yine matemdeymiş gibi giyineceksin."

"Siyah iyi..." diyor kısaca ve yürümeye devam ediyoruz.

Şimdiden o kadar yorulmuşum ki, çok geçmeden yolun kenarındaki banklardan birine çöküyorum. Halilintar kaşlarını çatarak bana bakıyor, dışarıdan sorgular gibi görünse de, kaşlarını çatmasının asıl sebebi endişeleniyor olması.

"İyiyim, sadece yoruldum." diyorum gülerek.

"Tamam." Yanıma oturuyor. Muhtemelen o da yorgundu, sadece beni rahatsız etmek istememiş olmalı.

Bir süre sessiz durduktan sonra, ansızın telefonunu istiyorum. Doğal olarak bana kaşını kaldırarak bakıyor, aniden böyle bir şey istediğim için şüpheleniyor.

Dürüstçe, "Karıştıracağım."  diye cevap veriyorum.

Gözlerini devirerek gülüyor, telefonunu cebinden çıkarıp uzatıyor. Ben de hala video çektiğim için elimden bırakamadığım telefonumu ona veriyorum.

Hali'nin telefonunda önemli bir şeyler yok. Ama benim merak ettiğim şey, benim numaramı nasıl kaydettiğiydi.

"Emily dari Science¹... Haliiii! O gezegeni sevmediğimi biliyorsun!" diye çıkışıyorum, o da sinsi bir ifadeyle, onu nasıl kaydettiğimi soruyor. Kızarıyorum ve suçluluktan kaynaklanan küçük bir kahkaha atıyorum. Hiçbir şey söylemiyorum, çünkü kesinlikle beğenmeyecek.

"Gıcıksın." diyor içtenlikle ve tekrar sessizleşiyor. Ben de galeriye bakıyorum, açıkçası Hali'nin telefon galerisini karıştırması çok eğlenceli. Gerek Taufan'ın çektiği 'özel ve güzel anlar' olsun, gerek Hali'nin gizlice çektiği gerçekten güzel fotoğraflar olsun, hepsi çok komik ama çok samimi.

Ben onun telefonun telefonunu karıştırırken, o da kameraya saçma saçma şeyler yapmış. Elbette ki videoyu tekrar tekrar izleyeceğimi biliyordu ve açık açık benimle alay ediyordu!

Bu kısa eğlenme ve dinlenme faslından sonra tekrar yürüyoruz. Ben neredeyse kendi kendime konuşurcasına bir şeyler anlatıyorum, o da hmmm deyip geçiyor. Sadece vakit öldürüyoruz.

Artık dönüş vaktimiz geldiği için tramvaya gidiyoruz.

Tramvay şimdi daha da kalabalık. Hali, pek nadir gösterdiği nezaketiyle benim kalabalığın içinde ezilmemi engelliyor. Ben de hayattan memnun bir şekilde, videoyu sonlandırıp telefonumda boş boş takılıyorum.

Hali'yle bir gün geçirdim, üstelik kıyafet alarak ihtiyaçlarımı da gidermiş oldum, daha ne olsun?

(Emily'nin bakış açısının sonu.)

...

Emily tüm bunları yazarken, telefonu çalmaya başladı. Arayan Halilintar'dı, bir saat önceki aramaya ancak geri dönüyordu mübarek.

"Assalamualaikum Hali."

"Waalaikumussalam. Ne oldu?"

"Bir şey yok, sadece seni biraz azarlayacağım." dedi Emily sakince, kalemini masaya vurarak. "Videoyu izlemeyi bitirdim ve seni fark ettim. Gıcık."

"Tanıştığıma memnun oldum gıcık."

"Ufff, tamam kapat şunu." diye homurdandı Emily ve onun cevap vermesine izin vermeden aramayı sonlandırdı.

İç çekti, ama eğer böyle espriler yapmasa Halilintar'ın hiçbir sevilesi bir özelliği kalmazdı ki...

Son.

Embéria Aéris.

¹: "Science'dan Emily" anlamına gelen Malayca bir cümle. Science, Emily'nin vatanı olan gezegenin adı ancak oraya dair hiçbir güzel anısı olmadığı için, Emily orayı sevmiyor.

Evet, yine Halilintar & Emily hakkında yazdım. Tebrikler bana... XD Beceremediğim şeyi yapmamam lazım aslında ama neyse.

Overlapping Storms 36'yla bunu telafi edeceğim, hihi.

İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11