JEALOUSY RISING FROM MISUNDERSTANDING
Bu hikaye, Untitled Tolerance, Untitled Fight ve Misunderstanding'in devamı, aynı zamanda final niteliğindedir.
Jealousy Rising From Misunderstanding:
Merhaba sevgili okuyucular, şuan yukarıda adı geçen iki hikayenin son bölümündesiniz. Bu bölümde yazar/anlatıcı olarak size ben eşlik edeceğim. Birden fazla bakış açısı ve düşünce olabilir, bu yüzden zihninizi hazırlayın.
...
Emily ile Halilintar'ın kavgalarının üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Görünüşte pek bir şey yok gibiydi ama dikkatle inceleyecek olursanız, oldukça ilginç detaylar fark edersiniz.
Halilintar sıkıntılı bir ruh hali içerisindeydi. Kavgadan sonra arkadaşından özür dilemek istemiş ama ne için özür dileyeceğini bilmediği için -işin aslı, tam olarak ne söylediğini ve hangisinin Emily'i incittiğini bilmiyordu- mesaj atmaktan vazgeçmişti.
Emily ise eve varır varmaz, saçma sapan bir sebepten doğan kavgaları sinirini bozduğu için uzun süre gülmüştü. Aynı uzunlukta bir süre de ağladıktan sonra, düşünmeye koyuldu.
Hem öfkeli, hem de incinmişti ama Halilintar'ı suçlayamıyordu. Bu daha da sinir bozucuydu!
İkisi de okulda sıkça karşılaşıyorlardı ama ya birbirlerini görmezden geliyor, ya da kaçamak bakışlar fırlatıp, hızla birbirlerinden uzaklaşıyorlardı.
Açıkçası, Emily bir keresinde konuşma girişiminde bulunmuştu ama nedense Halilintar hiç tepki vermemiş, hatta ona dönmemişti bile (Emily bilmiyordu ama o sırada Halilintar'ın kulaklarında kulaklıkları vardı). Böyle olunca da, cesareti kırılmış ve yeni bir girişimde bulunmamıştı.
Bu şekilde bir hafta geçtikten sonra, geri kalan yedizler durumu farkına varmaya başladı. Halilintar Emily hakkında tek kelime etmiyordu—gerçi eskiden de yalnızca geleceğini veya bir yere gideceklerini haber verirdi ama artık bunu bile yapmıyordu. Emily ise, ne onu ne de diğerlerini aramaz olmuştu.
Bu şüpheliydi, çok şüpheliydi ama ne yazık ki Halilintar kendisine yapılan tüm baskıları görmezden gelerek, çenesini kapalı tuttu.
Bunun üzerine diğerleri araştırmayı bıraktı fakat içlerinden biri fazlasıyla meraklıydı. Başkalarının işine sık sık burnunu soktuğu için aynı sıklıkta papara yerdi ama hala akıllanmamıştı.
Bu kişi Taufan'dan başkası değildi tabii ki!
Olayın tüm detaylarını bilmiyor olabilirdi ama Emily ve onun arasında ilginç, bir o kadar da yakın bir bağ vardı. Halilintar'ın ikizi olarak, onu en iyi Taufan tanıdığı için, bir sorun olduğunda Emily ona başvururdu.
Şimdi sıra Taufan'daydı. Halilintar'ın en yakın arkadaşı, elbette onun sorununu biliyor olmalıydı. Görüşmemelerine bakılırsa zaten aralarında bir şeyler geçmiş olmalıydı ama ne?... Taufan bunu Emily'e sormalıydı.
Bu... Nasıl olacaktı?
...
"Taufan? Orada ne yapıyorsun?"
Taufan irkildi ve kendisine seslenen Duri'ye susmasını işaret etti. Eliyle gelmesini işaret etti ve bakışlarını tekrar, kapısından gözetlediği odaya dikti. "Gördün mü?" diye fısıldadı, avını gözleyen bir kaplan edasıyla. "Hali yatağında uyuyor... Telefonunu sessizce almam gerek ama mübarek, tavşan uykusu uyuyor sanki..."
"Hee... Yardım etmeme izin ver." Duri gülümsedi ve asmalarından birini yavaşça odanın içine uzattı (umarım Duri'nin gücünü açıklamamı beklemezsiniz). Sessizce ilerleyen asma, komodinin üstünde duran telefonu sarmaladı ve aynı sessizlikle onların yanına geri kıvrıldı.
"İşte!" Duri asmayı yok ederken, telefonu Taufan'a uzattı. Masumca gülümseyerek, "Peki telefonu ne yapacaksın?" diye sordu.
"Şşş, bu bir sır." dedi Taufan gözlerini kısarak fakat hemen ardından güldü. "Neyse neyse, şimdi gitmeliyim. Sonra görüşürüz Duri~"
Taufan Duri'nin cevabını beklemeden, merdivenleri hızlıca indi ve kimseyle karşılaşmayacağı tek yere, bahçeye kaçtı.
Bahçenin sonlarındaki büyük ağacın altında oturdu ve telefonun rehberini açarak (ooo, kimler kimler varmış, diye düşündü Taufan), Emily'nin telefon numarasını buldu. "Ve... Çaldır!"
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Emily aramayı üçüncü çalışta açtı. Oldukça yorgun ve bıkkın bir sesle, "Evet, Hali?" diye sordu. Ses tonu, "Neden beni rahatsız ediyorsun?" der gibiydi.
"Assalamualaikuuum! Benim Em, Taufan." dedi Taufan neşeyle. Bir an kızın aramayı sonlandıracağından endişelense de, Emily, "Ha, Taufan... Waalaikumussalam... Ne oldu?" deyince, rahatladı.
"Bir şey yok, sadece bir şey sormak istiyordum. Hali'nin nesi var?"
"Ah, yine ne yaptı?" diye sordu Emily, ses tonu sanki Halilintar'dan sürekli sorun çıkarmasını bekliyor gibi bıkkındı.
"Bir şey yapmadı." dedi Taufan, bir yandan eliyle ağzını kapatmış, kıs kıs gülüyordu. Emily'nin bıkkınlığı ve Halilintar'a nutuklar çekmesi içten içe hoşuna gidiyordu. Ayrıca Halilintar'a karşı çıkabilen nadir insanlardan biriydi. "Sadece, geçen haftadan bugüne çok sessizleşti. Zaten sessiz ama çok sıkıntılı görünüyor. Szcéi'deki durumlardan sonra ilk defa onu bu kadar sıkıntılı gördüm."
"Sıkıntılı demek... Gördüğüm en tuhaf davranışlara Dünyalı zaten..." diye mırıldandı Emily, hem şaşkın, hem kuşkulu hem de biraz alaycı bir şekilde.
"Kendi kendine konuştuğuna bile şahit oldum." diye devam etti Taufan şaşkın bir tonda. "Hali'den bahsediyoruz. Bırak kendi kendine konuşmayı, bizimle bile konuşmuyor o. Yok hayır, onda kesinlikle büyük bir sorun var."
"Ben onun derdini de, bu derdinin dermanını da biliyorum." diye ofladı Emily, canı sıkkın bir şekilde. "Yarın öğlen sahile gel, anlatırım. Buradan anlatmam uzun sürer... Hem eminim şuan Hali telefonunu arıyordur."
"Ah, doğru! Bu telefon onun telefonu!"
.
.
.
Ertesi gün Taufan belirledikleri saatte oraya gitti. Hiç vakit kaybetmek istemediği için, "Geçen hafta ne oldu Em?" diye sorarak hemen konuya girdi. Selam vermeyi bile unutmuştu.
"Aslında bir sorun yoktu, sonra..."
Emily olanları ve aralarında geçen diyalogları kısaca açıkladıktan sonra, iç çekti. "Hali'yle bir haftadır konuşmuyoruz. Açıkçası bu gerçekten tuhaf, çünkü ona günümü anlatmadan uyumazdım. Sonuçta tanıdığım sayılı insanların en önemlisi o."
Taufan bir taş alıp denize atarken sakince gülümsedi ve, "Onunla konuşmayı denedin mi?" diye sordu. "Biliyorsun, Hali buna mecbur bırakılmadıkça veya biri sormadıkça düşünceleri ve duygularını dışa vurmaz. Belki sorarsan—"
"Sormayı denedim. Ama ne zaman konuşmaya çalışsam ya beni görmezden geliyor, ya da yıldırım hızını kullanarak yanımdan uzaklaşıyor. Aramayı denediğimde de meşgule atıyor. Onu seviyor olabilirim ama o bu arkadaşlığı sürdürmek istemiyorsa ne yapabilirim ki?" dedi Emily çaresizce ve aynı onun gibi bir taş alarak, atabildiği kadar uzağa attı. "Evde nasıl peki?"
"Pek farklı değil, her zamanki Halilintar." dedi Taufan, göz kırparak. "Dediğim gibi, normale kıyasla çok daha sessiz ve oldukça sıkıntılı. Ara sıra gerçekten bunaldığını, kendi kendine ofladığını fark ediyorum ama sormaya çalışırsam, beni sorduğuma bin pişman ettiriyor."
"Behey akılsız çocuk... Gelip özür dilemeyi bile beceremiyor, sonra dertli dertli etrafta dolaşıyor." diye homurdandı Emily umutsuzca ve yere çömelip, kumlara rastgele şekiller çizmeye başladı. "Umudumu korumaya çalıştım ama gerçeği kabul etsem iyi olacak. Arkadaşlığımız burada bitti."
"Hey, umudunu çok kolay kaybediyorsun." dedi Taufan şakacı bir şekilde ve o da kuma oturdu. Bakışlarını ufka dikti, mavi gözleri aklına gelen fikirden dolayı hiç olmadığı kadar canlı görünüyordu. "Hali'yle nasıl barışabileceğini biliyorum. Biraz riskli ama işin sonucunda sana sımsıkı yapışma ihtimali var."
"Ha?" Emily 'Halilintar' ve 'sımsıkı yapışmak' gibi iki alakasız şeyi duyunca, şaşkınlıkla güldü ve ona baktı. "Ne yapacaksın?"
Taufan sırıtarak, baş parmağını kaldırdı. "Hali belli etmese de, bazı konularda korkunç derecede kıskanç olabiliyor. Yani..."
.
.
.
Beklenen yıl sonu programı gelmişti. Davet edilen eski mezunlardan biri olan Halilintar, gerçekten de bunalmış hissediyordu. İlk sebebi çok saçmaydı ama doğruydu.
Gempa tişörtünü ve normal ceketini giymesine izin vermemiş, onu gömlek giymeye mecbur bırakmıştı. Neyse ki kravatı yoktu -Halilintar'a göre asla olmamalıydı-, bu yüzden bu konuda ısrar etmemişti. Gerçi gömlek yeterince berbattı; rahatsız edici, hareket kısıtlayıcı, şeklini almanız gereken bir kalıp gibiydi.
İkinci bir sebebi de şuydu: Taufan bir süredir Emily'le daha fazla ilgilenmeye başlamıştı. Gerçi kardeşinin arkadaşlıktan öteye gitmeyeceğini biliyordu ama yine de... Kıskanıyordu.
Halilintar bu düşünce üzerine huzursuzca kıpırdandı ve saate baktı. Ne zaman çıkacaklardı sahi? Bunu öğrenmeyi unutmuştu.
"Haliii! Yemek yedin mi?"
"Evet! Neden?"
"Birazdan çıkacağız ve orada bir şey yemeyeceğiz, biliyorsun!"
"E tamam, ben yedim zaten!"
Halilintar bıkkınca bir iç geçirdi fakat hemen ardından gülmekten kendini alamadı. Gempa neden bu kadar annelere benziyordu? Hadi Gempa öyle davranıyordu, bunda gülünecek ne vardı da gülesi geliyordu?
Sonunda yedili hazırlanmayı tamamladılar ve herkesin yeteri kadar güzel göründüğünden emin olmak isteyen Gempa, hepsini tek tek kontrol etti.
Dürüst olalım, hepsi oldukça derli toplu ve aynı zamanda yakışıklı görünüyordu. Taufan, Blaze ve Duri'nin kıyafetleri siyah yelek ve gömlek şeklindeydi. Tek fark, Taufan'ın gömleği koyu mavi, Blaze'in gömleği parlak kırmızı -ayrıca kısa kollu- ve Duri'nin gömleği yeşildi.
Halilintar, Ais ve Solar da oldukça benzer şeyler giymişlerdi. Halilintar siyah, yarım kol bir gömlek giymişti -aslında oldukça bol ve rahat bir gömlekti ama o ısrarla sevmediğini söyledi-, Ais Gempa ona ne verdiyse onu giymişti (sade, buz mavisi bir gömlek) ve Solar... Gömleğinde ve ceketinde kadar beyaz, turuncu ve sarı vardı ki, ona baktığınızda ciddi anlamda gözlerinizi kısmak zorunda kalabilirdiniz.
Gempa'nın kendisi, gösterişten uzak ama şık bir şey tercih etmişti. Halilintar'ınki gibi siyah, yarım kol bir gömlek -aynı gömleğin belki bir beden daha küçüğü¹- ve kahverengi, güzel bir yelek.
Sonunda bir şekilde, harala gürele evden çıktılar ve eski okullarına doğru yola çıktılar.
Yıl sonu programı, Pulau Rintis ortaokulunun bahçesinde yapılacaktı, bu yüzden bahçe hiç olmadığı kadar ışıl ışıl ve güzel bir şekilde süslenmişti.
Halilintar etkilendiğini belli eden uzun bir ıslık çalarken, gözü ikizine çarpınca durdu. "Taufan... Emily ile hararetli hararetli konuşuyor... Yine neler karıştırıyor?..."
Kıskandığını o an fark etmedi fakat bir sonraki davranışı tamamıyla kıskançlıktan doğmuştu.
"Taufan."
Bu sırada Emily'nin yaptığı espriye gülen Taufan, durdu ve şaşkınlıkla yanında beliren Halilintar'a baktı. "Ha? Hali? Neden bu kadar ciddisi—"
"Nede Emily'nin dibinden ayrılmıyorsun?" diye sordu Halilintar, kelimenin tam anlamıyla çakmak çakmak gözlerle ve bu Taufan'ın gergin bir şekilde kıkırdayarak, soğuk terler dökmesine neden oldu. "Bi-bir nedeni yok..."
"Dağdan geldin bağdakini mi kovuyorsun?! Haftalardır Emily'nin peşindesin, görmediğimi mi sanıyorsun?!"
"Ama yalnızdı! Ben sadece ona göz kulak oluyordum. Bazen tehlikeli derecede kıskanç oluyorsun Hali..."
"Apa kau cakap²?!"
"Kıskançsın. Yalan mı?!"
"Cesaretin varsa bir daha söyle!"
"Hey—" Emily araya girmeyi denedi fakat iki yediz öylesine yüksek sesli bir şekilde tartışıyorlardı ki, onun sesini duymadılar. Zaten geçen gün yağmurda yaptığı yürüyüşten sonra, boğazını üşüttüğü için sesi normale göre daha kısıktı. "Hey, ikiniz de durun..."
Onu duymadılar.
Emily öfkelenerek elini masaya vurdu ve, "Durun dedim!" diye bağırdı. İkili durup ona baktılar fakat kız uzun bir öksürük krizine tutulduğu için hemen konuşamadı.
"K-kavga... etmeyin." dedi Emily öksürüklerin arasında ve durabilmek için çantasından suyunu çıkarıp içti. Sonra ciddiyetle ikisine baktı. "Kavga etmeyin. Hele benim yüzümden hiç kavga etmeyin."
Taufan yavaşça geri çekilirken -plan buydu-, Emily ayağa kalktı ve hala aynı ciddiyetini koruduğu halde, Halilintar'ın gözlerinin içine baktı. Bu sayede bakışlarını kaçırmaya cesaret edemeyecekti. "Hali... Geçen ay söylediklerini gerçekten kastedip etmediğini merak ediyorum."
Halilintar etkilenmiş gibi görünmüyordu ama drama izliyormuşçasına zevk alan Taufan, onun gerildiğini fark etti.
Zaten çok geçmeden, bu uzun süreli bakışma yarışına katlanamayarak, bakışlarını kaçırdı. "Hayır... Ben o gün... Sadece seninle alay ediyordum."
"Ah, bu işleri daha da kötüleştiriyor..." diye iç çekti Emily ancak hemen ardından -tabii ki kimseyi şaşırtmayarak- Halilintar'a sıkıca sarıldı. "Ama en azından dürüstsün, bu da bir şeydir değil mi?"
"İsh, tamam, uzaklaş biraz! Iman bunu görürse önce seni öldürür, benim de kemiklerimi kırar, öyle öldürür."
Taufan ve Emily Halilintar'ın tepkisine gülerlerken, çocuk sinirli bir şekilde bir şeyler homurdanarak uzaklaştı. Taufan'ın arabuluculuk ettiğinden emindi ve bunu ona ödetecekti.
Taufan'sa aşşırı mutluydu, çünkü ilk defa Halilintar'ı adamakıllı kandırabilmişti.
...Zaten bu yüzden ertesi gün tavsiye almak için Emily'i aradı.
"Em... Hali bana her fırsatta vuruyor, sence neden?"
Ah, Taufan...
Son.
Embéria Aéris.
¹: Halilintar aralarındaki en iri yapılı kişi, bu yüzden yediz olsalar bile giydikleri kıyafetlerin bedeni daha büyük veya daha küçük olabiliyor.
²: "Ne dedin sen?!" demektir.
Romantizme bayılıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder