OVERLAPPİNG STORMS- 29

 29: "O Çok Yetenekliydi..."

Onlara inanmamışlardı.

"Nasıl yani? Şaka. Şaka değil mi? Eve dönüyor olamazsınız!"

"Hayır gerçek! Bir haftalığına eve dönüyoruz!"

Gerçekten inanmadılar. Gerçi, Angin onları suçluyor değildi, çünkü buna kendisi de inanamıyordu. Bir gündür eşyalarını toplamakla meşgul olmalarına rağmen.

"Hayat gerçekten iyiye gidiyor..."

"Ne?"

Bir an sessizlik oluştu.

Angin başını ovuşturdu ve merakla şaşkınlık karışımı bir ifadeyle kendisine bakan ağabeyiyle göz göze gelmekten kaçındı. "Şey... Hayat daha iyiye gidiyor. Sence de öyle değil mi?"

"Sanırım..." diye mırıldandı Taufan tereddütle ve başka bir yorum yapmadı. Ama Angin zaten ondan bir şey beklemiyordu. Sonuçta o 'ailesini kaybetmiş bir savaş mağduru' idi.

(Sürekli bunların hatırlatılmasından çok sıkılmıştı...)

Angin, ağabeyiyle birlikte, ellerinde bavullarıyla merkez odasına giriş yaptıklarında, Ochobot'un da orada bulunduğunu fark etti. Önce Komutan ile Amiral'e selam vermesi gerekmeseydi, güç küresine neşeyle el sallardı.

"Tatilinizde iyice dinlenin ve rahatlayın. Sizi gözleyen kaptanın söylediği şey bu." dedi Komutan Koko Ci sakince ama bu sefer durumdan biraz memnun gibiydi. "Tatiliniz bittiğinde bir mektup alacaksınız."

Taufan kısaca başını eğerek, "Tamam... İyi günler komutan." dedi ve ışınlanma tüneline yürüdü.

"Güle güle Ochobot!" Angin bavullarını bırakıp sarı güç küresine sarıldı ve neşeyle gülümsedi. "Senin ışınlanma yeteneğine sahip olduğunu bilmiyordum!"

"Ah, öyle mi? Söylemeyi unutmuş olabilirim." dedi Ochobot ve onunla beraber hafifçe güldükten sonra, onu hafifçe ittirdi. "Hadi hadi, ağabeyini bekletme."

"Tamam, hoşça kal Ochobot!" Angin ışınlanma tüneline girene kadar arkasına bakmayı ve el sallamayı sürdürdü.

Diğer tarafta ise onu ilginç bir manzara bekliyordu.

"A-ah... Neler oluyor?..." Angin kafa karışıklığı içerisinde belli iki kişiye bakmayı bıraktı ve çevresini inceledi. E tamam, evin bahçesindeydiler, her şey eskisi gibi duruyordu...

Öyleyse Voltra ve Taufan neden dövüşüyordu?

"Kendini geliştirmişsin..." dedi Voltra sırıtarak, Taufan'ın ataklarını gözünü bile kırpmadan karşılıyor ve hatta genci zor duruma düşürecek ataklarda bulunuyordu.

"Evet... Ekmeği kestim¹." diye hafifçe güldü Taufan ve havada küçük bir takla atarak Voltra'nın arkasına geçti. Onu nakavt etmeye hazırlandığı sırada, beklemediği bir şey oldu.

Voltra aniden arkasında döndü ve bunu hiç beklemeyen Taufan'a yapıştı—kelimenin tam anlamıyla yapıştı. Rüzgar Taşıyıcısı ani ağırlık sebebiyle dengesini koruyamadı ve dengesiz bir şekilde süzülerek yere inmek zorunda kaldı.

Voltra bir hareket yapmasına izin vermeden, onu hızla yere yapıştırdı ve zaten elinde tuttuğu Yıldırım Kılıcını boynuna yasladı.

Kıkırdayarak, "K ve O. Knock Out²." diye fısıldadı fakat Taufan da öfkeli değildi. Onunla beraber nefes nefese gülüyordu. "Neredeyse kazanmıştım..."

"Bir dahaki sefere artık." dedi Voltra sırıtarak ve onu bileğinden tutarak ayağa kaldırdı.

"Oooo, bu çok iyi bir maçtı!" diye tezahürat etti Angin hayranlıkla ve diğerleri de ona katılarak alkışladılar.

"Ah, teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler..." Voltra hayali bir sahnede izleyicileri selamlıyormuş gibi eğildikten sonra, kolunu Taufan'ın omzuna attı. "Biliyorsunuz, biz çocukluktan beri böyle dövüşüyoruz. Bu yüzden şaşırmaya gerek yok—"

Taufan bilgileri ifşa edildiği için kıpkırmızı kesilirken, şaşkınlıktan herkesin ağzı açık kalmıştı.

"???"

"Siz... Siz çocukluk arkadaşı mısınız?!??" diye sordu Angin, neredeyse dehşete düşerek. "Ben sizin savaştan sonra tanıştığınızı sanıyordum!"

"E ne var yani, her anımızı paylaşmak zorunda mıyız? Siz de amma abartıyorsunuz." diye homurdandı Voltra sinirli bir şekilde ve hala boş boş bakan Taufan'ı sürükledi. Bir yandan da, "Onlara aldırma, sen sadece git, duş al ve rahatla." diyerek onu gerçekliğe döndürmeye çalışıyordu. "Tatildesin."

Bu da tatlı bir anı olarak hafızalara yerleşirken, herkes içeri geçti.

İki Windaralı kardeş duş alıp temiz bir şeyler giydikten sonra, yataklarının keyfini çıkardı.

"Yatağımmm..." Angin sırt üstü yatağında uzanmış, sanki gerçek olduğundan emin olmak istiyormuş gibi, bir sağa bir sola dönüyordu. Taufan ise, ses çıkarmadan, yastıklarına gömülmüş bir halde duruyordu.

Neden sonra aniden doğruldu ve yatağına basarak, yukarıdaki kardeşine baktı. "Angin."

"Hm?" Angin gözlerini dahi açmadan uzanmayı sürdürdü ve yalnızca kaşını kaldırdı.

"Beraber şeye bakalım..." Taufan teklif etmeden önce bir an duraksadı. "Albüme?"

"Albüme mi?" Angin bu sefer gözlerini açtı ve şaşkınlıkla ağabeyine baktı. "Neden birdenbire—"

"Daha önce gördüğün albümden bahsetmiyorum." diye sözünü kesti Taufan, ses tonu sertti ama daha çok telaşlı gibiydi. "O albümden aldığım birçok fotoğraf var. Onları inceleyelim demek istemiştim."

"Peki, madem ısrar ediyorsun..." Angin isteksizce yatağından kalktı ve aşağı indi. Ağabeyiyle birlikte giysi dolabının önünde çöktüler.

"O fotoğrafları şeye saklamıştım... Neresiydi orası?..." diye mırıldandı Taufan kendi kendine. Hem böyle mırıldanıyor, hem de eliyle yerdeki döşemeleri yokluyordu. Sonunda eli bir yerde durdu ve o kısmın üstüne bastırdığında, döşeme yaylıymış gibi fırladı. Karşılarında küçük bir bölme vardı.

"Vay canına... Burası bir... Küçük bir mahzen gibi..." diye fısıldadı Angin hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla. Sessizleşen ağabeyine baktı. "Diğerlerinin bundan haberi var mı?"

"Hayır. Yeni geldiğim zamanlarda tesadüfen bulduğum bir yer ve o zamanlar oldukça işime yaradı. Hala da yarıyor." diye açıkladı Taufan, oradaki mavi kare kutuyu alırken. "O zaman bu fotoğrafları yakmak istiyordum, tabii eğer bunu yapsaydım hayatım boyunca pişmanlık duyardım. Ama onları görmeye de katlanamıyorum. En azından o zaman öyleydi."

Angin kutuyu almak için elini uzattı fakat kutunun ağabeyine ait olduğunu düşünerek hızla elini geri çekti.

Taufan onun bu hareketine gülümserken, kutuyu uzattı. "Al, sen açabilirsin. Benim zaten açacak cesaretim yok."

Angin korkarak kutunun kapağını araladığında, içinde korktuğu gibi bir şey olmadığını gördü ve rahatlayarak iç çekti.

En üstteki fotoğrafta bir bebek vardı. Koyu mavi gözlüydü, yanaklarında Windaralılara özgü o iki üçgen, pembe leke vardı ve neşeyle gülüyordu.

"Çok tatlı..." Angin dramatik bir şekilde kalbini tutarken, Taufan bir an tereddüt etti. Sonra yavaşça, "Bu benim bebekliğim." dedi. "O zamanki Angin bendim. Sen daha doğmamış olduğun için."

"Peki ya yanaklarındaki lekeler?" diye sordu Angin, başka şeyler de sormak istemişti ama ağabeyini incitmekten korktuğu için o soruları yalnızca zihnine not etti.

"Onlar... Burada." Taufan eliyle yüzünün bir tarafını sildi ve o üçgen, pembe lekelerden biri ortaya çıktı. Ağabeyi hafifçe kızarırken, "Ben... Dışarıdaki insanların dikkatini çekmemek için... Onların üstünü kapatıyorum." diye mırıldandı.

"Bunu günde defalarca yapmak yorucu değil mi?" diye sordu Angin, şaşkınlıkla. "Sonuçta abdest alman gerekiyor veya sabah kalkınca duş alıyorsun veya yüzünü yıkıyorsun veya—"

"Tamam, anladım." diye sözünü kesti Taufan elini kaldırarak. İç çekti ve kısaca açıklamaya koyuldu. "Evet, sürekli siliyorum. Ama bu önemli bir şey değil."

Bir de o acayip antenlere sahip olsaydım ne yapardım? diye düşündü dehşet içerisinde.

Angin bu cevabı kabul etmiş gibi göründü fakat hemen ardından hızla başını kaldırdı. "Peki ya benim—"

"Senin yok. Sen Windara'da büyümedin." dedi Taufan oldukça düz bir şekilde. "İlk doğduğun zamanlarda sende de vardı ama buraya geldiğimizde... Zaman içerisinde kayboldu. Eğer erişkinlik yaşına kadar orada yaşasaydın antenlerin ve o lekeler de kalıcı olarak oluşacaktı."

"Hmmm... Peki." Angin diğer bir fotoğrafı alırken, daha fazla sorgulamadı.

Bu fotoğraftaysa, yaklaşık beş yaşlarında, tepeden tırnağa neşe dolu bir çocuk vardı. Mavi, kendisine büyük gelen bir pelerin giymiş, elinde bir çubuk tutuyordu. Kollarını kendisini daha büyük göstermek istercesine havaya kaldırmıştı.

"Bu da..." Angin'in nefesi kesildi ve beklenti içerisinde ağabeyine baktı.

"Beliung." dedi Taufan, alçak sesle. Ses tonu 360 derece değişmişti. "Sana dediğim gibi... O çok neşeli biriydi."

"Hmmm..." Angin ağabeyinin yeterince üzgün göründüğünü fark ettiği için diğer bir fotoğrafa geçti. Ancak bu fotoğraf diğerinden daha fazla üzecekti Taufan'ı.

Windaralı olduğu belli olan, mavi gözlü, asaletli bir duruşa sahip bir kadındı ve gülümsüyordu. Kucağında bir bebek vardı, yanındaysa Angin'in tanımakta güçlük çekmediği ağabeyi Taufan ve en büyük ağabeyleri olduğunu tahmin ettiği Beliung vardı.

"B-bu..." Taufan ellerinin inanılmaz derecede titriyor oluşuna aldırmadan fotoğrafı ondan aldı ve gözlerine yaşlar dolmaya başlarken, uzun uzun fotoğrafa baktı. "A-ağabey... Anne... Ben... Çok özür dilerim..."

Angin sesli düşündüğünü fark etmeyen ve omuzları sessiz hıçkırıklarla sarsılan ağabeyine bakarken göğsünün sıkıştığını hissetti. O da üzgün hissediyordu ama yaşamadığı acıyı nasıl anlayabilirdi ki? Ağabeyi annesini yıllarca görmüş ve şefkatinden, sevgisinden payını almıştı. O ise... Bu da üzücü bir gerçekti ama sekiz yaşına kadar ağabeyinin sert ve tavizsiz eğitiminden başka bir şey görmemişti.

Taufan bir süre sonra sakinleşti ve başını tutarak, "Ü-üzgünüm..." diye mırıldandı. "Ben—"

Angin elini omzuna koydu ve yavaşça, "Anladım abang. Açıklamana gerek yok." dedi. Sonra bir süredir incelediği iki fotoğrafı işaret etti. "Bu iki fotoğrafın arasındaki fark ne? Birinde gülüyorsun, diğerindeyse fazlasıyla asık suratlısın. Neden?"

Taufan gözlerini kısarak onun işaret ettiği fotoğrafları inceledi. Sonra kaşlarını kaldırdı ve ilk fotoğrafı işaret ederek, "Burada Rüzgar Lanetini bilmiyordum." dedi. "Beliung aniden gülümse diye bağırmıştı, ben de ne yapacağını bildiğim için gülmüştüm. Diğerindeyse..."

Angin yine yanlış bir soru sorduğu için kendine kızdı ve suçluluk duygusu içerisinde kızardı. Taufan ise, derin bir nefes alarak devam etti. "Bu fotoğrafta ise bir sorun yaşamıştık ve ondan sonra Rüzgar Lanetini taşıdığımı öğrenmiştim. Bu tüm hayatımı, hatta gelecek nesillerdeki Rüzgar Taşıyıcılarını bile etkileyecekti... Ben o fotoğrafta çok üzgündüm ve aynı zamanda... Beliung'u çok kıskanıyordum... Çünkü o çok yetenekliydi ve Rüzgar Lanetini taşımıyordu..."

"O da bunu biliyormuş gibi görünüyor ama sanırım yine de gülümsemeyi ve seni tüm duygularınla kabullenmeyi tercih etmiş." dedi Angin, biraz esprili bir şekilde ve bunun üzerine Taufan hafifçe güldü. "Evet, o gerçekten de böyle biriydi."

"Taufan! Angin! Hadi yemeğe gelin!"

İki kardeş birbirlerine baktılar ve içtenlikle güldüler. "Crystal'in şölenine gidelim!"

"Sen git, ben buraları toparlayıp geleceğim." dedi Taufan ve kardeşi giderken, fotoğrafları toplamaya koyuldu. Birçoğunu gerçekte yırtıp atmak istiyordu ama o zaman gözyaşlarını durdurabileceğinden emin değildi. Bu onu daha da çok yaralayacaktı sadece.

Bu yüzden yalnızca topladı. Sonra kardeşine göstermek için açtığı pembe lekenin üstünü örttü ve aşağı indi.

Evet, Taufan gizemliydi... Ama aynı zamanda çok üzgündü.

Devam Edecek...

¹: Bunu sanırım bir yerde görmüştüm. Espri yapılıyor.

²: 'Nakavt etmek' anlamına gelen İngilizce kalıp. Oyunlarda 'K.O' olarak sık sık görürsünüz.

İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11