OVERLAPPİNG STORMS- 30

 30: Kim?

"Günaydın."

"Hmm."

Voltra hafifçe kıkırdadı ve gayet ciddi bir ifadeyle bir şey hazırlamaya devam eden Taufan'ın omzunun üzerinden baktı. "Bu da nedir?"

"Bu bir karışım." dedi Taufan kısaca ama ses tonunda hafif bir alay seziliyordu. Voltra da bunu fark etmiş olmalıydı ki, sertçe omzunu ittirdi. "TAPOPS'ta ne yaşadın bilmiyorum ama eskiden olduğun kadar sinir bozucu davranmaya başladın."

Taufan yalnızca iç çekti ve elindeki karışımla (yalnızca krep hamuruydu) uğraşmaya devam etti. Onunla uğraşmak istememişti, bu yüzden en iyisi onu görmezden gelmekti. Çok hassas bir işle uğraşıyordu şuan, kafasını vermeliydi!

Voltra tezgaha yaslandı ve, "Şaka bir yana, TAPOPS nasıl geçti?" diye sordu. Sıradan bir soru gibi gelebilirdi ama onun dikkatini çeken şey başkaydı.

"İyi... Ya da kötü?" diye mırıldandı Taufan, son kısmı sessizce söylemiş olsa da çocukluk arkadaşı onu duymuştu. "Kulağa şüpheli geliyor. Geldiğinden beri de sessizsin... Farklı bir sessizlik..."

"Anlatacak bir şey yok." diye omuz silkti Taufan, tavaya mükemmel krep hamurundan biraz dökerken. Sıradan bir şey yapıyormuş gibi görünüyordu ama yıllardır krep yapmadığı için, oldukça dikkat çekici bir durumdu.

"İşin içinde sen varsan kesin bir şey olmuştur." dedi Voltra kaşlarını kaldırarak ve Taufan irkilince, muzaffer bir havayla, iç çekti. "Bir şeyleri gizlemede çok kötüsün."

Taufan ofladı ve, "Yani, tamam... Belki birkaç şey olmuş olabilir..." diyerek mırın kırın etti. Sonra durdu, parmaklarıyla bir şeyleri sayarak kendi kendine mırıldandı ve Voltra'ya baktı. "Angin anemosis'li olduğumu öğrendi, Yaya'yla birlikte sıkı bir eğitim yaptık... Sanırım bu kadar. Ha, bir de Angin'e güç kürelerini gösterdim."

"Hepsi bu mu?" diye sordu Voltra şaşkınlıkla ve arkadaşı kısaca başını sallayınca, kısa bir ıslık çaldı. "Eğer tüm bunları yaşadıysan gerçekten iyileşmişsin demektir."

Taufan gözlerini devirdi ve ona daha fazla açıklama yapmadı. Ne var ki, Crystal uyanıp, kahvaltıyı hazırlamaya giriştiğinde ona katılması, Voltra dahil olunca ve işleri karıştırınca onu azarlaması Voltra'nın haklı olduğunu gösteriyordu.

"Peki bugün için planın ne?" diye sordu Voltra, nefes nefese.

Olay şuydu: Taufan başka bir şeyle ilgilenirken, gizlice krep yapmayı denemiş ve ortalığı birazcık batırmakla kalmamış, hiç de güzel olmayan beş krep yapmıştı. Taufan özel hamurunun ziyan olmasına ve işine karışmasına oldukça sinirlenmişti. Eğer Crystal araya girmeseydi onu bir güzel benzetebilirdi—ki yapardı da.

Taufan onu duymazdan gelmeye çalışsa da, onun bakışlarına dayanamayarak pes etti. Aniden on yıl daha yaşlı görünerek, "Yaya bana oldukça sıkı bir eğitim takvimi hazırladı ve bu takvim tatilleri de kapsıyor." dedi. "Kahvaltıdan sonra öncelikle en az beş kilometre koşacağım, sonra da Angin'i da yanıma alarak ormanda eğitim yaptığımız yere gideceğim. Herhalde eve akşam gelirim."

"Peki... Angin bunca şeyi, hatta Beliung'u bile öğrendikten sonra ona geri kalanları anlatmayacak mısın?" diye sordu Voltra, sinsi ama şefkatli bir ifadeyle.

"Hayır. Bilmesine gerek yok." dedi Taufan sertçe ve kararlılıkla. Ona baktı ve başını iki yana salladı. "Olanları belki de asla ona anlatmayacağım. Yaşayacağı hayal kırıklığı çok büyük ve Angin o kadar metanetli biri değil."

"Peki..." Voltra daha fazla bir şey sormadı veya söylemedi ama içten içe arkadaşının düşünce biçiminin yanlış olduğunu hissediyordu. Yine de Taufan bir fikre kapıldığında o fikirden ne olursa olsun vazgeçmeyen biriydi, bu yüzden ikna etmeye çalışmak bir işe yaramazdı.

O mutfaktan çıkarken, Taufan düşünceleriyle, kaygılarıyla ve aklına gelen en kötü senaryolarla baş başa kalmıştı. Düşüncelerini durdurabilmek için başını sertçe ovuşturdu ve kalktı. Angin. Angin'i uyandırmaya gitmeliydi, evet.

Ara sıra böyle olurdu, özellikle de düşünmemesi gereken bir şey hakkında çok düşündüğünde kulakları çınlamaya başlar, zihninde tanıdık sesler yankılanır, başı ağrırdı.

Yaşamak böyle garip bir şeydi işte...

Kahvaltı her zamanki gibiydi ama baş ağrısı geçmemiş olan Taufan'a her şey çok gürültülü geliyordu. Bu yüzden yalnızca yemeğe odaklandı ve bunun dışında pek bir şeyle ilgilenmedi.

"Abang... Hey, abang."

Hafifçe irkilerek düşüncelerinden sıyrıldı ve alçak sesle kendisine seslenen kardeşine baktı. "Ah-ne oldu?"

Angin bir şey söylemeden Nova'yı işaret etti.

"Şey... Bu krepler çok güzel. Bal ve kaymağın bu kadar yakışabileceğini düşünmezdim." dedi Nova, tereddütle kaşlarını çatarak. Açıkçası, arkadaşını rahatsız etmek istemezdi, sadece en azından küçük bir iltifat ederek keyfini yerine getirebilmeyi ummuştu.

"Ah, öyle mi?... Bu geleneksel bir tarif... Yani Windara'da..." diye mırıldandı Taufan yorgun bir şekilde, başını ovuşturarak ve sessizce yemeğe geri döndü. Geri kalan herkes birbirine baktıktan sonra, yemeye devam ettiler. Soru sormak anlamsızdı.

Zavallı abang... diye düşündü Angin, bir yandan yemek yerken. O kadar dalgın ki, normal zamanda olsa muhtemelen Windara'ya özel bir tarif olduğunu söylemezdi bile.

Onu konuşarak teselli etmedi -edemezdi- ama bunun yerine, kahvaltının sonuna kadar, ara sıra omzuna hafifçe dokunarak yanında olduğunu ve onu anladığını belli etti.

Kahvaltının ardından, Taufan hazırlanmak için yukarı, kardeşiyle paylaştığı odasına çıktı. Angin de peşinden tabii...

"Şey, abang... Bunlar için hava biraz serin değil mi?" diye sordu Angin, tereddütle. Ağabeyinin normal zamanda hiç giymediği, yarım kollu bir kapüşonlu ve diz boyundan bir karış uzun, bol bir eşofman giymesi dikkatini çekmişti. Bu havada!

Taufan saatini bağlamaya çalışmayı bıraktı ve ona kısaca baktı. "Seni bilmiyorum ama ben beş kilometre koşacağım. İstersen yünlü kazak giyeyim, ne dersin? Belki de o yetmez ama..."

Angin suratını astı ama söylediği şey epey gülünç olduğu için, kıkırdıyordu. Doğru ya, ağabeyini 'maratonları' vardı. Bir yandan giyinirken, istemsizce gülüp durdu.

Birlikte sokağa çıktıklarında, Blaze'in de orada durduğunu gördüler.

Ateş elementi sırıttı ve zafer işareti yaptı. "Eee, hadi gelsenize!"

"Ah, hayır, asla..." Taufan sızlanarak bir şeyler mırıldanırken, Angin onun tahminini doğruladı. "Ah, doğru, abang Nova birlikte koşmanızı istedi. Blaze'in atletik ve enerjik bir yapısı olduğunu, koşmanın ona iyi geleceğini söyledi."

"Peki ya sen? Bu koşu seni yormayacak mı?" diye sordu Taufan sorgular bir biçimde kaşını kaldırarak fakat Angin gülümseyerek başını iki yana salladı. "Hayır. Çok yorulursam rüzgarımı kullanırım." 

İstemeden pot kırdığını fark etmemişti.

Birlikte koşuya başladılar. Varış noktaları, daha önce iki kardeşin birlikte gittiği parktı. Tek fark, bu sefer koşarak gidecek olmalarıydı.

"Siz ikiniz iyi misiniz?" diye sordu Taufan bir süre sonra. Kendisi de biraz tıkanmış hissetmeye başlamıştı ama henüz duracak kadar kötü değildi.

"İyi sayılabilir..." dedi Angin, nefes nefese, aslında aralarında en çok zorlanan kişi oydu.

"İkinize de meydan okuyabilirim." dedi Blaze saygısızca sırıtarak, nefesi gayet normaldi. "Kendimi iyi hissediyorum."

"O zaman ben sana meydan okuyorum. Parka vardığımızda nefes nefese kalmış olacak mısın, görelim!" dedi Taufan gözünü bile kırpmadan ve bu Blaze'in gergince gülmesine neden oldu. "Eh... Ben sana meydan okumuştum ama... Kabul..."

Meydan okumanın galibi baştan belliydi.

"Bu... Bu haksızlık... Beş kilometreden... daha fazla koştuk... Hem sen zaten... Alışkındın..." diye karşı çıktı Blaze, nefes nefese yere çökerken.

"Bla bla bla bla... Ben kazandım. Gelecek tüm itirazların reddedildi." dedi Taufan ve geri dönmek için otobüs beklemeye koyuldular. Elbette eve koşamayacak kadar yorulmuşlardı, Taufan bile!

Yaklaşık öğlen iki gibi eve geldiklerinde, Blaze eğitime daha fazla devam edemeyeceğini söyledi ve söylene söylene yanlarından ayrıldı.

Taufan ile Angin ise, aralarında dile getirilmemiş bir yarış olduğu halde, ormanda eğitim yaptıkları yere koştular. Çocukla çocuk olmak tam olarak buydu.

Taufan yarışı kazandığında neşeyle sırıttı. "Ben kazandım."

"Yarış yoktu." dedi Angin ciddiyetle fakat içten içe kaybettiği için sinirliydi.

"Tabii tabii..." diye mırıldandı Taufan alaycı bir şekilde ama onunla tartışacak kadar çocuk değildi. Kollarını esnetti ve kardeşini baktı. "Düelloya var mısın?"

"Her zaman." Angin kıkırdadı ve ağabeyinin yeni öğrettiği saldırıyı kullanmak için hazırlandı.

"Üç... İki... Bir..." Taufan 'başla' anlamına gelen uzun ve keskin bir ıslık çaldı ve kardeşine doğru atıldı.

"Gerudi Taufan!"

"Perisai Angin!"

Angin kalkanına rağmen, ağabeyinin şaşkın ifadesini görebiliyordu. Bunu beklemiyor gibiydi.

"Bebola Angin!" Kalkanını rüzgar kürelerine dönüştürdü ve ağabeyine fırlattı fakat Taufan geriye doğru art arda iki takla atarak kürelerden kaçındı. Sonra hiç duraksamadan, "Cakera Udara!" diye bağırdı ve iki büyük hava diskini ona fırlattı.

Angin rüzgarını kullanarak biraz yükseldi, hava disklerinden son anda kurtulmuştu. Rahatlayarak tuttuğu nefesini verdi fakat çok erken sevinmişti.

Boynunda bir şey hissedince, şaşkınlıkla gözlerini açtı. Ağabeyinin dibinde durduğunu, sırıtarak kendisine baktığını ve rüzgar matkabını boynuna yaslamış olduğunu fark etti.

Panikleyerek çığlık attı ve çığlığı yüzünden endişelenen ve dikkati dağılan Taufan'ı sert bir rüzgarla aşağı, yere itti. Sonra da ne yaptığını bilmeden, kendisi de aşağı indi.

"İyi yöntem." Düşmekten son anda kurtulan Taufan zarifçe yere indi ve memnuniyetle gülümsedi. "Ama beni yenebilmek için daha kırk fırın ekmen yemen lazım kardeşim."

Kendisi yeni yeni toplayan Angin, kendisine doğru gelen ağabeyinden nasıl kaçacağını bilemedi. Yalnızca kalkanını oluşturdu ve korku içerisinde kollarıyla yüzünü örttü.

Kalkanı artık yeterli olmayacaktı.

Taufan kalkanın olmadığı kısımdan, yani yandan kardeşine atıldı ve onun bileklerini sıkıca kavradı. Kalkan yok oldu ve Angin ağabeyinin ağırlığı yüzünden yere düştü.

"Yine kazandım." diye fısıldadı Taufan kıkırdayarak ve onu bırakarak, yanına uzandı. İkisi de nefes nefese kalmıştı.

"İyi dövüştü." dedi Angin, içtenlikle. "Çok yeteneklisin abang."

"Teşekkür—" diye başladı Taufan fakat sözünün devamını getiremeden, ağzından ani bir inilti kaçtı. Kendisi de şaşırmış olmalıydı ki, Angin endişeyle ona dönerken, o da salt şaşkınlıkla ona baktı.

Hemen ardından umutsuz bir şekilde, "İşte yine başlıyor..." diye mırıldandı. "Ve yardım edebilecek kimse yok..."

"Yeni bir anmesosis atağı mı?" diye sordu Angin endişeyle fakat ismi yine yanlış hatırladığı için, Taufan ona cevap vermeden önce güldü. "Anemosis. Ve maalesef, evet. Birini çağırmamız lazım. Eve kadar dayanabileceğimi sanmıyorum."

"Ama şuan gayet iyi görünüyorsun." dedi Angin, kafa karışıklığı içerisinde.

"Eğitimler." diye hatırlattı Taufan, yakındaki bir ağacın gövdesine yaslanırken. "Eğitimler sayesinde... Ama yine de..." Devamını getiremeden omzunda hissettiği keskin acı yüzünden durdu. "Hadi... Git Angin..."

"Ama ben—"

Tam bu sırada, ağaçların hışırtısı duyuldu ve biri altında durdukları ağaçtan aşağı atladı.

"Ha?" Angin şaşkınlık ve korkudan donakalırken, Taufan hala acı hissetmesine rağmen kardeşine tutunarak ayağa kalktı. Gözlerini kısarak yabancıyı süzdü ve, "Kimsin sen?" diye tısladı. "Ne istiyorsun?"

Yabancı koyu yeşil bir pelerin giyiyordu, bu yüzden yüzünü veya fiziğini anlamak biraz zordu. Ayaklarında siyah, kısa botlar vardı. Kıyafetleri ise kahverengiydi ve... Gittikçe yaklaşmaktaydı.

Taufan sabrı tükendiği için, saldırmak veya en azından amacıyla ileri atıldı. Fakat hem artan acı sendelemesine neden oldu, hem de yabancı bileğinden tutarak onu engelledi. "Bekle."

"Ha? Neden sen—" Taufan kişiyi sorgulamak için ağzını açtı fakat yabancı onu dinleyecekmiş gibi görünmüyordu. Zaten son demlerinde olan Taufan da, her ne kadar aşağılayıcı bir duruma düştüğünün farkında olsa da, dizlerinin üzerine çöktü.

(T: Canım yanıyordu, tamam mı?!)

Yabancı arkasına geçti ve omzuyla boynu arasında, sanki piyano çalıyormuş gibi dolaştı—ama tabii ki de bunu boş yere yapmıyordu. Sonra doğru noktayı ezbere biliyormuşçasına buldu ve bastırdı.

"Ah, işte yine..." Angin elleriyle kulaklarını kapattı ve onlardan biraz uzaklaştı. Ağabeyiniz neredeyse her gün bu şekilde kusmak zorunda kalıyorsa, bir yerden sonra alışabilirdiniz belki ama Angin alışmayı kesinlikle reddediyordu. Hayatı boyunca kusan herhangi bir insanı görünce bile anılarının canlanmasını istemiyordu.

Taufan kısa bir süre ağaca yaslanarak nefesini toparladıktan sonra, kendisine yardım eden ama hala yüzünü gizli tutan yabancıya kuşkuyla baktı. "Kimsin sen? Burada ne arıyorsun ve durumumu nereden biliyorsun?"

"Ben mi?..." Kişi hafifçe güldü ve ona içmesi için bir şişe su uzattıktan sonra, yavaşça kapüşonunu açtı. "Belki biliyorsunuzdur..."

"Ben Kaptan Luίs."

Devam Edecek...

Sizi bilmiyorum ama ben kustuktan sonra baya nefes nefese kalıyorum yani. Yanlış anlaşılma olmasın, Taufan'ın durumunun benimle alakası yok. Anemosis de gerçekte var olan bir hastalık değil. Sadece uydurmasyon, hihihihi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

XD

THE DANGERS OF PLAYİNG TOO MANY VİDEO GAMES

OVERLAPPİNG STORMS- 11