OVERLAPPİNG STORMS- 35
35: Her Şeyin ve Hiçbir Şeyin Nedeni
Taufan bir süre sarayın en tepesinde oturduktan sonra, kendiliğinden geri döndü fakat tüm dayanma gücü tükenmişti. Windara zindanlarına geri döner dönmez, daha önce tutulduğu hücreye çöktü ve vücudu orada pes etti. Hem duygusal, hem de fiziksel anlamda çok yorulmuştu.
"Şimdi ne yapacağız?..." diye sordu Angin endişeyle, Luís'le birlikte gizli bir köşeden Taufan'ı izliyorlardı.
"Ochobot buraya ışınlanma tüneli açacak, koordinatları ona verdim. Böylelikle TAPOPS'a geri dönebileceğiz." dedi Kaptan Luís sessizce, ne düşündüğünü ifadesinden anlamak imkansızdı. "Taufan tükenmiş durumda ve şuan ondan ne isterlerse hepsini yapacak, vücudu biraz dinlenebilme karşılığında her şeye teslim olacak. Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu anlatmama gerek yok sanırım..."
"Hayır, anlıyorum..." dedi Angin üzgünce. Ağabeyinin yaşadığı korkunç olayların yarısını bile yaşamamıştı -yaşına bakınca bu normaldi- ancak beklenmedik derecede güçlü bir empati kabiliyeti vardı, bu yüzden Kaptan Luís bir şey söylemese bile muhtemelen yine de ağabeyine acıyacaktı.
Biraz sonra, gerçekten de Taufan'ın bulunduğu hücrede ışınlanma tüneli açıldı.
Luís saniyesinde, "Şimdi." diye fısıldadı ve olayların akış hızına yetişmekte zorlanan Angin'i kolundan tutarak çekti. Oldukça hızlı bir şekilde onu ışınlanma tüneline itti ve aynı hızla Taufan'ı kucakladı. İzlenmediklerinden emin olmak istercesine, Windara zindanlarına son bir bakış attıktan sonra, ışınlanma tüneline girdi.
Onların arkasından tünel kapandı.
TAPOPS karargahında olduklarını fark eden Angin yere çöktü ve, "Çok şükür güvendeyiz..." diyerek iç çekti.
Yanında, ayakta duran Kaptan Luís ise, anlık gerilimden dolayı nefes nefeseydi. Taufan da hala sırtındaydı. Nefesini biraz toparladıktan sonra, yanında duran çocuğa baktı. "Odanız nerede?"
"Ah... Beni takip et!" dedi Angin neşeyle ve ayağa fırladı. Sonunda güvende olmanın sevinciyle, bir süre koştu, kendi kendine konuştu ve zıpladı.
Neden sonra bitkin düşünce, Kaptan Luís'in yanında durdu ve onunla birlikte yavaş yavaş yürümeye devam etti. Elbette bitkinliği çenesini asla etkilemezdi. "Abang Taufan iyi olacak mı?"
"Evet, sadece Windara'dan ayrıldığı için kötü hissedebilir." dedi Luís sakince fakat onun sesinde bile bir ağırlık vardı. İfadesi, hastasını zor da olsa kurtarabilen bir cerrah gibiydi.
Odalarına vardıklarında, Luís Taufan'ı yatağına bıraktı ve kendisi de camın önüne geçti. İlk defa gerçekten yorgun görünüyordu. Angin onun adına üzülüyordu; çok yalnız, yalnız ve... yapayalnızdı. Onun için endişelenecek kimse yoktu. Ayrıca anladığı kadarıyla, sabretmesi zor bazı imtihanlardan geçmişti.
Ama tabii merak ettiği şeyler vardı.
"Abang Taufan Windara'yı görünce anıları canlanmış mıdır?" diye sordu, Kaptan Luís'in karşısına, yere otururken.
"Muhtemelen." dedi Luís gülümseyerek. "Sen Dünya'yı gördüğünde anıların canlanmaz mı? Yediğin yemekleri, görüştüğün kişileri, oynadığın oyunları hatırlamaz mısın?"
"Hatırlarım, hem de hepsini." dedi Angin gülerek. Sonra durdu ve merakla Luís'e baktı. "Eğer Abang Taufan TAPOPS'u biliyorsa... Abang Beliung da biliyor mudur?"
"Eskiden burada çalışıyormuş. Hatta Komutan ve Amiral ondan övgüyle bahsediyorlarmış sanırım." dedi Luís yavaşça. "Neden?"
"Sen kaptan olduğuna göre onu tanıyorsundur o zaman?" diye sordu Angin umutla Luís'in gözlerinin içine bakarak.
"Ha?" Luís bir an salt şaşkınlıkla Angin'e baktı. Sonra gülümsedi. "Elbette. Onu çok iyi tanıyorum, Angin."
"Peki hala yaşıyor mu, biliyor musun?" diye devam etti Angin, heyecanlanarak.
Kaptan Luís bir an duraksadıysa da -ki bu Angin'i çok korkuttu- sonra tekrardan gülümsedi. "Evet, yaşıyor."
"Nerede peki?" diye sorularına devam etti Angin, heyecandan kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. "Onu göremez miyim? Belki... Abang Taufan onu görürse... Sevinir."
"Bir, nerede olduğunu söylememi istemez. İki, muhtemelen hayır ve üç, Taufan'ın onu gördüğüne sevineceğinden emin misin? Ondan nefret ediyor gibi." dedi Luís şüpheyle.
"Öyle tabii ama... Belki de öyle değildir...." Angin umutsuzca iç çekti. "Neden yetişkinlerin hepsi bu kadar gizemli?..."
"Büyüyünce o yetişkinleri anlayacağından eminim." dedi Luís içtenlikle ve bunun üzerine ikisi de güldü.
"Peki en azından onun nasıl biri olduğunu anlatabilir misin?" diye sordu Angin umutla, ellerini çenesinin altında birleştirerek.
"Pekala, bunu sorun edeceğini sanmıyorum... O artık eskisi gibi çok neşeli biri değil." dedi Luís yavaşça. "Ama hala şakalar yapıyor. Savaştan dolayı çok yıpranmış ama bu onun avantajı, kötü durumlar karşısında sinirlerini kolayca yatıştırabiliyor. Eskiden çok kolay paniklerdi... Yine de sinirleri zayıfladığı için çok kolay sinirlenip çok kolay sakinleşme gibi bir huyu var. Ara sıra ağlama krizlerine tutuluyor. Ancak tüm bu üzücü durumlarını herkese göstermiyor, bazı çok güvendiği insanların yanında gösterebiliyor ya da sadece anlatıyor."
"Hmm... Onun için üzüldüm..." dedi Angin başını eğerek. Sonra aydınlanarak tekrar ona baktı. "Peki bizi seviyor mu? Yani beni?"
"Çok seviyor. Taufan'ı da, seni de; ikinizi de çok seviyor." dedi Luís gülümseyerek.
"Ben de onu çok seviyorum, hiç görmedim ama önemli değil!" dedi Angin parlak bir gülümsemeyle. "Bunu ona söylersin değil mi?"
"Elbette, neden olmasın?" dedi Luís dalgınca. Neden sonra hafifçe başını ovuşturdu ve ayağa kalktı. "Hadi gel, eğer yorgun değilsen biraz eğitim yapalım. Bu yaşta eğitim almak önemli, biliyorsun."
"Olur, yorgun değilim!" dedi Angin neşeyle ve enerjik bir şekilde doğruldu. "Hangi oda?"
"Şey, en son hepsi doluydu... Orada bekle ve biri boşalırsa, bana haber ver." dedi Luís sakince. "Ben de o sırada şu raporlarımı düzenleyeceğim. Bulmam gereken bazı önemli şeyler var ama raporlarım o kadar karışık ki..."
"Tamam, sonra görüşürüz!" dedi Angin aynı enerji ve heyecanla ve odadan dışarı fırladı.
Luís onun arkasından gülümsedi ve raporlarını tuttuğu büyük dosyayı almak üzere odadan çıktı. Onu aldıktan sonra hem Taufan'ın başucunda durup, nöbet tutacak, hem de raporlarını düzenleyecekti.
...
"A-ah..." Taufan başında rahatsız edici bir ağrıyla kendine geldi. Sanki başının içinde bir sürü inşaat işçisi vardı ve aynı anda hepsi çekiçlerini vuruyordu.
Bir süre rahatsızca oflayıp pufladı. Sonra yavaşça doğruldu ve kafa karışıklığı içerisinde etrafına baktı. Buraya ne zaman geldim?...
Başını ovuşturdu ve gözlerini kırpıştırarak odaya dikkatle baktı. Her şey başından beri rüyaydı belki de...
Fakat rüya olmadığı kesindi. Kıyafetleri yıpranmıştı ve buruşmuştu, bileklerinde ağır zincirlerden kalma belirgin morarmalar vardı, en önemlisi de... Anıları çok canlıydı. Halüsinasyon veya rüya olamayacak kadar canlı ve açık.
Duş almalıydı... Yaşanan tüm şeylerden sonra kafası allak bullak olmuştu ve üzerinde düşündükçe kafasındaki işçiler başına çekiçle değil, matkapla girişiyorlardı. En iyisi hiç düşünmemekti.
Bu yüzden yatağından kalktı ve duş almaya gitti. Böyle zamanlarda ılık sudan daha iyi çözüm olamazdı.
Duştan çıktığında daha iyi hissediyordu; hem temizlenmişti, hem de başı artık ağrımıyordu, evet. En önemlisi de buydu zaten.
Islakken saçlarını terbiye etmek daha kolay olduğu için, bu sefer taramayı denedi. Çoğunluğunu sol tarafa, daha az bir kısmını da sağ tarafa...
Huzurlu hissederek temiz ve rahat bir şeyler giydi ve biraz odayı toparladı—ah, çok dağınıktı, çok... Ama önemli değildi, çünkü şimdi topluyordu!
Ancak tüm bu anlık huzuru, komodinin üzerindeki şeyi gördüğünde bir anlığına silindi. Merakla komodinin üzerinde açık bir şekilde duran dosyaya baktı. "Bu da ne?... İmzalamam için falan bırakılmış bir şey mi, yoksa..."
Ancak gözü en baştaki fotoğrafa ve isme takıldığında, gözleri şaşkınlıkla açıldı ve nefesi kesildi. Huzuru tamamen yok olurken, dosyayı kaptı ve yatağına oturarak, okumaya koyuldu.
Kendisiyle ilgili olmadığı ve muhtemelen yanlış bir şey yaptığı için oldukça kötü hissediyordu ancak yalayıp yutarcasına okuduğu satırlar, bu hissini bastırmasına yardımcı olmuştu.
Acilen bulması gereken biri vardı.
Dosyayı bir kenara fırlatırcasına bıraktı, zihninde dönen tek soru 'nasıl' idi. "Nasıl, nasıl, nasıl?... Onu... Ah, keşke küfredebilsem..."
Odadan dışarı fırladı, o kadar öfkeli, o kadar hayal kırıklığına uğramış ve üzgün hissediyordu ki karşılaştığı TAPOPS çalışanlarının attığı tuhaf, hatta biraz korku dolu bakışları fark etmedi bile.
Dişlerini sıkmıştı, kaşları çatıktı ama gözyaşları akıyordu. Yumrukları sıkılıydı, omuzları dikleşmişti ama hıçkırıyordu. Neden sinirlendiğini bilmiyordu, neye ağladığını bilmiyordu, neden huzurunun kaçtığını bilmiyordu.
Bildiği tek bir şey vardı.
Nedenini -her şeyin nedenini- öğrenecekti. Hem de şimdi.
Devam Edecek...
OOOOOO Taufan ne görmüş olabilir sizce?
Bu bölüm gerçekten yarı yarıya kısaydı, biraz uzatmaya çalıştım ama yeterli olmamış olabilir. AMA SABREDİN. YARINKİ BÖLÜMÜN BAŞLIĞI BİLE BELLİ.
36: Dönüm Noktası.
UUUUU! Çok heyecanlı, tüm hafta boyunca bu bölümü düşündüm!
Bu arada birileri çok fena hayal kırıklığına uğrayacak.
Ve... Başlığı yazarken tamamen saçmaladım.
İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder