TAUFAN İLE YEDİ GÜN- 6: HEDİYE
Bu bölüm en sıkıntılı bölümlerden biri olacak. Çok umutsuzca... kötü. Finale yaklaştıkça Taufan daha da kötüleşiyor gibi. Ama tabii bunun mantıklı bir açıklaması var, bölümün sonunu bekleyin.
6: Hediye
"Taufan. Uyanık mısın?... Taufan..."
Bu sırada güzel bir rüyanın içerisinde olan Taufan suratını buruşturdu ve homurdanarak sırtını döndü. Kimdi bu?... Sesi derinden geliyor, rüyasına karışıyordu. Hayır, önce bu rüyayı bitirmeliydi...
"Sen bilirsin, ben gidiyorum."
Yo hayır—
"Nereye?" Taufan hızla doğruldu fakat bu başının dönmesine neden olduğu için, bir an duraksadı. Başını ovuşturdu ve odaya giren kardeşine baktı. "Nereye gidiyorsun Sol?"
"Üzerinde çalıştığım yeni karışım için almam gereken şeyler var." diye açıkladı Solar kısaca, saatini kontrol ederek. "Gelecek misin? Geleceksen seni bekleyeceğim."
"Yani—tamam, hazırlanıp geleceğim." dedi Taufan sersemlemiş bir şekilde ve kalktı. Diğer iki kardeşi uyanmış olmalıydı, yataklarında yoktular.
Taufan hastalığı yüzünden Gempa'nın yatağını işgal etmek zorunda kalmıştı, böyle olunca da düzenli kardeşinin yatağını olabildiğince düzenli bırakmaya çalışıyordu... Ne kadar olursa tabii.
Aslında onun gibi biri için hazırlanıp dışarı çıkmak fazla zor değildi; koyu mavi kapüşonlu üstünü ve bol bir eşofmanını giyer, şapkasını ayarlar ve çıkardı.
Ama bazen... Taufan esrarengiz bir biçimde bir türlü evden çıkmayı beceremezdi. Nedeni hala bilinmiyor.
"Sonunda geldin." dedi Solar memnuniyetsiz bir ifadeyle, sanki onu davet ettiğine pişman olmuş gibiydi. "Bazen gerçekten bir türlü evden çıkamıyorsun."
"Biliyorum, biliyorum..." Taufan mahcubiyet içerisinde kızararak güldü ve kapıyı açtı. "Daha fazla beklemeyelim, hadi."
Birlikte evden çıktılar. Solar birçok açıdan benzese de, yürüyüş açısından Halilintar'a hiç benzemiyordu. Adımları küçük, hızlı ve düzenliydi. Genellikle vizörünü takmasına rağmen, bugün gözlüklerini takmıştı.
Taufan bir yandan kardeşinin hızlı yürüyüşüne yetişebilmek için adımlarını hızlandırırken, diğer yandan göz ucuyla kardeşini izliyordu.
Solar'a oldum olası özenmişti, nerede ne söylenmesi gerektiğini bilen, asla kekelemeyen biriydi ve birçok açıdan havalıydı. Ayrıca Halilintar'la tartıştığı zamanlar dışında aşırı huysuz biri değildi, sadece sorular ve aşırı derecede gevezeliklerle sıkıştırılmayı sevmiyordu.
"İyi misin?"
Solar'ın sesi onu trans halinden çıkardı ve gözlerini kırpıştırarak bir süre kardeşine baktı. Sonra şaşkınlıkla, tuhaf bir biçimde gülümsedi. "Ne—yani, evet, iyiyim. Neden ki?"
"Tam beş dakikadır beni seyrediyorsun." dedi Solar sakince ama dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Bir şey söylemeden ona bakmayı sürdürdü ve sonra yürümeye devam etti.
"Önemli bir şey değil, sadece dalgınlaştım." dedi Taufan, gülümseyerek.
Solar sadece iç çekti.
Yürümeye devam ettiler ve o hafta üçüncü kez -Taufan üçüncü kez gelmişti- tramvay durağına geldiler ve yine tramvaya bindiler.
İlk başta her şey yolundaydı aslında, oturacak yer bulamadıkları için ayakta duruyorlardı. Taufan genel olarak yerinde durmakta zorlanan bir insandı ama bugün onda gerçekten bir tuhaflık vardı. Sürekli tutunduğu direği bırakıyor, sonra tekrar tutuyor, birkaç adım sağa, birkaç adım sola kıpırdayıp duruyordu. Belirgin bir huzursuzluk yayıyordu.
Sadece bu değildi, ifadesi de açıkça değişmişti, kendisi de ne olduğunu bilmiyordu ama tüm keyfi balon gibi sönüvermişti. Yine de kardeşinin geri dönmesini engellemek için gülümsemeye, en azından ifadesini nötr tutmaya çalıştı.
Ne var ki Solar her şeyin farkındaydı—kardeşi olarak onu çok iyi tanıması gayet normaldi!
Yavaşça ona eğildi ve sessizce, "Gelmek istemiyorsan eve dönebilirsin." dedi.
Halilintar'la benzemeyen bir yönü daha, diye düşündü Taufan gülümseyerek ve başını iki yana salladı. "Hayır, istiyorum."
Açıkçası Solar'ın kendisine gereken malzemeleri nerede ve nasıl bulduğunu ne siz sorun, ne de Taufan anlatsın. O kadar uzun sürmüştü ki, Taufan'ı ateş basmış, defalarca kardeşini bırakıp eve dönmeyi düşünmüştü. Elbette bu ona nezaketsizlik gibi geldiğinden, bunu yapmamıştı ama kesinlikle tükenmişti, evet.
"İşte şimdi iyi değilsin." dedi Solar, sessizce kıkırdayarak.
Taufan yakındaki bir banka yığılmış, elini sallayarak kendini serinletmeye çalışıyordu. Yorgunca kardeşine baktı ve neredeyse sızlanırcasına bir sesle, "Ne olur bir dükkan daha var deme Sol..." dedi. "Gerçekten öldüm... Başım ağrıyor, midem bulanıyor, çok yorgunum aah..."
"Aslında bir tane daha var ama..." dedi Solar düşünceli bir şekilde ve çenesini ovuşturdu. Kardeşinin ağlamaklı bir ifadeyle kendisine baktığını fark edince güldü. "Şaka yapıyorum. Bak, istediklerimi aldım. Ayrıca üzerinde çalıştığım karışım bittiğinde bana teşekkür edeceksin."
"Umurumda değil... Eve dönelim..." diye sızlandı Taufan bitkince ve ayağa kalktı. Ancak bir adım bile atamadan, başını tutarak durdu.
"Bir dahaki sefere seni getirmesem iyi olur. Gerçekten iyi görünmüyorsun." dedi Solar, elini endişeyle kardeşinin omzuna koymuştu.
"Ben... İyiyim. Aniden kalkınca başım döndü." diye mırıldandı Taufan başını ovuşturarak ve tramvaya doğru yürümeye koyuldu.
Solar da onu takip etti ama gerçekten şüpheleniyordu. Taufan elbette yorulurdu ama şuan yorgunluğun dışında bir şey vardı... Geçen geceki sessiz ama şiddetli ağlama krizini görünce, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.
Birlikte tramvaya bindiler ancak Taufan'ın direnme gücü tamamen bitmiş olmalıydı; kesinlikle gülümsemiyordu, ara sıra sebepsiz bir şekilde ürperiyordu ve Solar onun ellerinin titrediğini fark etmişti. Kalabalık, insanların dip dibe durmak zorunda olduğu tramvay ortamıysa, durumu iyice kötüleştiriyor olmalıydı.
Nitekim beş durak dahi geçmeden, Taufan aniden Solar'ın kolunu tuttu. Solar kötü bir şeyler sezerek kardeşine baktı, ancak Taufan'ın gözleri donuktu. "Dışarı çıkalım..."
"Ne oldu?" diye fısıldadı Solar, sakinliğini korumaya çalışarak fakat Taufan yalnızca aynı şeyi tekrar etti. "Dışarı... çıkalım... Hemen."
Bu sırada yeni durağa gelen tramvay durdu ve kapıları açıldığı anda, Taufan insanları ittirerek, dışarı fırladı. Solar da onun arkasından hem kardeşi, hem de kendisi için özür dilemek zorunda kalarak, aynı hızla geçti.
Bereket versin Taufan istasyonda durmuştu. Bunalmış ve kafası karışmış bir şekilde etrafına bakıyordu.
"Taufan, seni şaşkın! Nereye gidiyorsun?!"
Taufan irkildi ve şaşkınlıkla ona baktı. Sonra kaçarcasına koşmaya devam etti ve topluluk içerisinde asla yapmaması gereken bir şeyi yaptı. Kaykayını oluşturdu ve Solar'ı da yanına alarak gökyüzüne uçtu.
Solar uzaklaştıkça silikleşen insanların suratlarındaki şaşkın ve meraklı ifade karşısında kızardı. Eğer Halilintar ya da Gempa bunu öğrenirse... En iyisi olumlu düşünmekti.
Düşmemek için, ciddiyetle gökyüzüne doğru yükselmeyi sürdüren kardeşinin bacağına tutundu ve sesini duyurabilmek için bağırarak, "Daha ne kadar yükselmeyi düşünüyorsun?!" diye çıkıştı. "Troposferin dışına çıkarsak ölürüz!"
"Dramatik olmayı kes." dedi Taufan huysuzca ve ilerlemeyi bıraktı.
Solar tereddüt içerisinde etrafına baktı—yani bulutlara! Eh, belki stratosfere o kadar da yakın değillerdi ama buralarda havalar biraz daha soğuktu tabii... Ve gökyüzünde asılı kalmak hiç hoş bir his değildi!
Taufan'sa, onu kaykayın diğer ucunda bırakmış, nedensiz bir şekilde ağlamaya koyulmuştu.
Zihninde yaptığı kısa süreli analizden sonra, Solar parçaları birleştirmişti ve şimdi teorisinin doğru olup olmadığını öğrenecekti. "Taufan."
"Seni aşağı atmamı istemiyorsan kapa çeneni." dedi Taufan kabaca (hey, Halilintar'a ne kadar benziyor), genellikle böyle davranmazdı ancak...
"Neden böyle davranıyorsun?"
"Neden, neden? Herkes soruyor, sanki ben biliyormuşum gibi!" dedi Taufan sinir bozukluğundan kaynaklanan bir kahkaha atarak ve gözlerini sertçe sildi. "Hepiniz ilaçlarımı bırakmamı istemiyor muydunuz?! Alın işte, şimdi tüm düzenim mahvoldu!"
"Başkalarının söylediklerini aşırı önemsediğin için kendini suçlamalısın..." diye mırıldandı Solar ancak bu Taufan'ın öfkeyle, "Başkaları dediğin kişiler kardeşlerim!!" diye çıkışmasına neden oldu. "Kendi kardeşlerime kulak vermeyeceksem—"
"Tamam tamam, kes şunu." Solar iç çekti... Sonra aniden Taufan'a keskin bir bakış attı. "Ve! Ben asla sana ilaçlarını bırak vb. bir şey söylemedim. Kafayı yemiş gibi mi görünüyorum? O kadar fazla ve yüksek dozda kullandığın ilacı birden bırakırsan yıkılacağını elbette biliyordum..."
Taufan homurdandı ve başını çevirdi.
"Şimdi al şunu. Böyle bir yere varamayacaksın çünkü." diye devam etti Solar, cebinden çıkardığı ilaç kutusunu ona uzatarak. Kardeşinin evde unuttuğunu zannederek yanında getirmişti (vaay, düşünceli kardeş).
"Ben bırakmaya çalışıyorum ve sen—" diye itiraz etmeye çalıştı Taufan ancak Solar sertçe başını iki yana salladı. "İlacını bırakmaya çalışmak iyi bir fikir ancak böyle değil. Bunu böyle yapamazsın. Evet, depresyonunu her zaman ilaçlarla baskılamak doğru olmayabilir ama her zaman kendi kendine geçmesini de bekleyemezsin. Hele şuan hiç değil."
"Peki..." Taufan iç çekti ve çaresizce ona boyun eğerek, kutudan çıkardığı hapı ezbere bir hareketle ağzına attı. Keyifsiz ve isteksizdi, başarısız olmuş gibi hissediyordu ve bu yalnızca hayal kırıklığı demekti. İradesi mi zayıftı, yoksa Solar'ın dediği gibi yanlış yaptığı için mi böyle olmuştu?...
Bilmiyordu ve umurunda da değildi artık. İlacını yalnızca bir hafta kullanmamıştı ama haftanın tüm günleri zehir gibi geçmişti... Evet, galiba gerçekten bir noktada hata yapmıştı.
Bir süre daha sessizce gökyüzünün ortasında durdular.
"Bizi aşağı indirmeyi düşünüyor musun?" diye sordu Solar alçak sesle ve bunun üzerine Taufan şaşkınlıkla başını kaldırdı. "Doğru! Affedersin Sol..."
"Sorun değil... Ama artık aşağı inelim, üşümeye başladım."
...
Saat akşam ona geliyordu. Taufan yatağına, yani hayır, Halilintar'ın yatağına gömülmenin tadını çıkarıyordu. Halilintar'ın kendisi neredeydi? Orası meçhul.
"Hey Taufan. Karışımı bitirdim."
"Ne? Hangi karışım?" Taufan gözlerini açtı ve şaşkınlıkla odanın kapısında duran Solar'a baktı. Kardeşi laboratuvar önlüklerini anımsatan önlüğü, vizörü ve elinde tuttuğu tüple tam bir bilim insanı gibi görünüyordu.
"Ruh halini antidepresan gibi iyileştirebilecek bir karışım ama bu daha az dozla daha uzun iş görüyor." dedi Solar gururlu bir gülümsemeyle. "Nasıl yaptığımı sorma, not almasam ben bile hatırlayamazdım."
"Şey, iyi hoş da... Bu güvenli mi?" diye sordu Taufan, yavaşça doğrularak. Kaşlarını çatarak karışıma bakıyordu.
"Elbette öyle, bana güvenmiyor musun?" diye homurdandı Solar sinirli bir şekilde, bunun üzerine Taufan hızla başını iki yana salladı. "Hayır hayır, sadece... Biliyorsun işte. Tedbir."
"Tabii tabii... Madem ihtiyacın yok, ben gidiyorum." dedi Solar ve onu dinlemeden çıktı.
...
Saat gecenin üçüydü. Taufan Solar ve Duri'ye ait odanın kapısının önünde durdu ve derinden gelen, neredeyse sızlanan bir sesle, "Solar... Uyanık mısın?..." diye sordu.
Solar iç çekti—başka ne yapılabilirdi? "Evet, içeri gel."
Yoğun ve rahatsız edici rüyalardan dolayı perişan olmuş Taufan odaya girdi ve kapıya yaslanarak yere çöktü. "Lütfen teklifinin hala geçerli olduğunu söyle..."
"Vazgeçsem ne olacak ki?" diye söylendi Solar, tekrar iç çekerek. "Şu dolabı aç, orada göreceksin."
"Teşekkürler!" dedi Taufan neşeyle ve tüpün içindeki tuhaf renkli sıvıdan tereddüt etmeden içti. Sonra da umutlu bir ifadeyle yatağına geri döndü.
İşe yaramış mıydı?... Hem de çok. Solar'a sorabilirsiniz.
Devam edecek (finalde)...
Evet, final haftaya ve hediye Solar'ın tuhaf karışımıydı. Şuan açıklamaktan kaçındığım bazı etkilerine rağmen Solar karışımın tamamını kardeşine hediye etti.
Bu bölümlerin Hacebar tarafından yazılmış halini hatiyazi.blogspot.com'da okuyabilirsiniz.
İletişim: mercan.tasarim11@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder